7 Aralık 2019 Cumartesi

Yıl Sonunda İç Dökme Yazısı


  Geleneksel yıl sonu yazımızı yazmasak olmaz, değil mi? Aslında bu hafta başım öylesine kalabalık ki… Pazartesi gününe teslim etmem gereken iki (kazık gibi) ödev, iki de (kazık gibi) sınav var. Hepsi benim için çok önemli. Hepsi de ayrı efor istiyor.
   Öte yandan ben yine kendimi sözcüklerin toz pembe dünyasından uzak tutamıyorum,
masa başında size yazarken buluyorum. Bugün 7 Aralık 2019, cumartesi. Hava bulutlu, yağmur ha yağdı ha yağacak. Burnunuzu dışarı çıkarttığınız an buz kesiyorsunuz. Bunu biliyorum, çünkü sabahın kör vakti okula gittim. Neyse ki şimdi sıcacık odamda tek başınayım.
   Bu 2019 nasıl bir yıl oldu, hala anlam veremiyorum.  Çok garip bir his curcunası var içimde esasen. Özünde her şey bu aslında: Minnet doluyum.
   Alma-verme dengesi diye bir şey duydunuz mu? Benim için 2019’un özet cümlesiydi. Canımdan can koptuğu anda bile bir şekilde o denge sağlandı. Hayatım bana bir elimden alırken, öbür elime güzellikler tutuşturdu.

   Bilmem, kalbimi olabildiğince kirden pastan, saçma oyunlardan, hırstan, gereksiz rekabetten… tüm bu çağımızın “bulaşıcı” hastalıklarından uzak tutmaya çalıştığım için herhalde.
   Aranızda şu yukarıda yazdığım son iki satırlık yazıya burun kıvıranlar olabilir. Olacaktır. Beni kimsenin sevmeyeceğini, birilerinin benden nefret edeceğini, kötü dileklerde bulunacağını ve en ama en önemlisi birilerinin benim “kötü” biri olduğumu düşüneceğini hiç sanmazdım.Kimseye, bilmeyerek bile bir kötülük yapmadım, eminim. Varmış ama. Benim kötülüğümü isteyen biri varmış. Ve bu durum beni şu son birkaç gündür paranoyaklaştırıyor. 

2 Aralık 2019 Pazartesi

Perili Dünyaya Bilet: Carnival Row

   Herkese selam olsun. Sizlere dizi gibi dizi önermeye geldim. Artık "dizi gibi dizi" ne demekse... Fark ettiğim kadarıyla en çok özel hayatımla ilgili yazdığım yazıları okumayı seviyorsunuz; ikinci sırada da film-dizi yorumlarım geliyor. Ben de okuyucu kitlemin isteklerini göz önünde bulundurarak çıllllgınlar gibi dizi izliyorum. Zira özel hayatımda büyük bir boşluğa düşmüş bulunmaktayım, yazı yazma güdümü tetikleyecek hiçbir olayla yüz yüze değilim şu sıralar. Ve şaşıracaksınız ki: Bu durumdan aşırı memnunum. Oh be, kafa rahatlığına ne çok ihtiyacım varmış. (Arka planda, aşk lazım aşk lazım/ sevmeye yürek lazım,  çalıyor. :((((( )
 
    Bugünkü dizimiz Carnial Row. Kıymeti bilinmeyen harika dizilerden biri. Niçin bilemiyorum, pek az adını duydum, pek az yorum yapıldı bu yapıtla ilgili. Bence sürükleyici, eğlenceli ve en önemlisi güzel mesajlar veren bir dizi. O yüzden de bloga yazmaya ve izlemeye değer. Sizi ekran başına kilitlediği her saniyenin hakkını veriyor.
   Hatta ben 8 bölümünü de çabucak izleyip "Keşke bu kadar çabuk bitirmeseydim." diye pişman oldum. Orlando Bloom'un işinin bitmemiş olması da diziyi izleten faktörlerden, kızlar anlatabiliyor muyuuum??? (Artık yalnızca ünlülere aşık oluyorum.)

17 Kasım 2019 Pazar

Soru - Cevap #2

   Herkese selam. Tek elimde buz torbası, diğer elimde klavye işte geldim, buradayım. Hayatımın en ağrılı ve en özgüvensiz haftasını geride bıraktığım için öyle mesutum ki anlatmaya kelimeler yetmiyor. (Yüzüm sanki derimin altına yumurta konmuş gibi şişti, yemek yiyemedim, suyu bile pipetle içtim, ağrıdan gecelerce uyuyamadım, acı yüzünden hüngür hüngür ağladııım.) Yirmilik dişleri kendi kendine çıkanlar olarak hayata bir sıfır zaferle başlamışsınız siz, haberiniz yok. Hayır, bir de bu daha ilkiydi. Bunun ikincisi, üçüncüsü, dördüncüsü var... Aynı çileyi üç kez daha çekecek olmak beni ciddi şekilde hayattan soğutuyor ya...
  Şu anki durumumu merak edenler için kısa bir bilgilendirme yapayım: Şişlik hafif var, ağrıyı artık ağrı kesici geçiriyor ve dikişlerimin olduğu kısımda morluk oluşmaya başladı. Ruhsal halim ise 10/10. Neden öyle bilmiyorum ama.
 
   Yazının ajitasyon kısmını bitirdiğime göre asıl konuya geçebiliriiiiz. Curious Cat sorularını ayrıntılı şekilde cevaplamaya geldim. Yazının ilkini Mart 2019'da yazmışım (Yuuuuuh sekiz ay olmuş, bana taş çatlasın iki ay geçmiş gibi gelmişti oysaki...) O zaman 60-70 soru arasından 10 tane seçip sitedekinden daha ayrıntılı şekilde cevap yazmıştım. Şimdi tam 768 soru var. Uzun uzun, dert anlatıp derman soranlar mı dersiniz, sevgilisine hediye arayıp fikir danışanlar mı, evlilik hikayesini anlatanlar mı, üniversiteye hazırlanırken taktik soranlar mı... Bir de biri bir şey sorunca başka anonimler de fikir vermeye çalışıyor. Resmen beyin fırtınası yaşanıyor. Çok iyi ya, böyle çok mutlu oluyorum.
   Arada küfür edenler, kötü enerjisini anonim olarak bana yönlendirmeye çalışanlar da var, olsun. Ben güzel bir sinerji yakaladığımıza inanıyorum anonimlerimle. İnsanın bu kadar seveni olunca, bu ilgiyi kıskanıp kötülük yapmaya çalışan da olur elbette. Bunu anlayabiliyorum.
    Buradan toptan bütüüüüün güzel mesajlarınız, tavsiyeleriniz, iltifatlarınız için teşekkür ediyorum. Bolca iyilik yolluyorum size.

  Bir önceki yazıda 10 tane soru seçmiştim. Diğer yazının linkini bu cümleye ekliyorum tıklarsanız okuyabilirsiniz. Öte yandan siz de soru sormak isterseniz diye yazının sonuna Curious Cat hesabımın linkini de bırakacağım :)

16 Kasım 2019 Cumartesi

Sevgi Dolu Dizi: Modern Love

   Bundan birkaç hafta önce twit atmıştım heyecanlı heyecanlı, yeni diziye başladım, çok sevdim bloga da yazacağım diye. Ben o twitten sonra iki yeni diziye daha başlayıp bitirdim arkadaşlar. Ve hepsi müthiş, hepsini yazacağım.
   Ama tabii o twitimde bahsettiğim diziyi ilk yazayım istedim ve Modern Love ile karşınızdayım. İlaç gibi geldi bana bu dizi, ilaaaaç.

  Her bölüm yarım saat, her bölüm farklı bir hikaye, pıt pıt hepsini izliyorsunuz. Zaten daha ilk sezonu oynamış, şunun şurasında sekiz bölümcük. Ben sadece evde öğle yemeğimi yalnız yediğim zamanlar açtım izledim. Tam yemek yerken izlemek için çekilmiş, süresi, olay akışı vs. her şeyi ağzınız full yemekle doluyken gözleri ekrandan ayırmamak suretiyle izlenmesi için planlanmış sanki.
   Dizinin adı sizi yanıltmasın, işlenen tek konu aşk değil. Bipolar bozukluktan, iş ilişkilerine; arkadaşlık ilişkilerinden, ebeveynliğe... insan ilişkilerinde açığa çıkabilecek her türlü sorun, yüzde tatlı bir gülümseme bıraktırmak amacıyla ince bir şekilde işlenmiş.

   Öte yandan (genelde olduğu gibi)  dizide beni çeken ilk şey oyuncu kadrosuydu. Anne Hathaway, Dev Patel (geçen bu adamın bir filmini izledim, çok etkileyiciydi. Hotel Mumbai. Parantez içine not düşeyim de belki bir ara bakarsınız), Sofia Boutella, Andrew Scott... Bu dört ismi gördükten sonra dedim ki: "Ben kesin bu diziye bayılırım." Ki bayıldım da.
  Keşke hepsini tek bir konu içinde karşılıklı oynarken de izleyebilseydik. Olsun. Bu da bana yetti.

9 Kasım 2019 Cumartesi

Bir Takım Duyurular

   Selam! Sanırım uzun süredir burayı güncellememişim... aslında daha uzun süreler oldu yazmadığım
fakat bu kadar yazmak isteyip de bir türlü vakit ayıramadığım hiç olmamıştı. Sık sık yazı yayınladığım zamanlar, kendi kendimle kalabildiğim ve düşünmeye bolca vaktim olan zamanlar oluyor çoğunlukla. Şu sıralar da sürekli bir düşünme, bazı şeyleri hesap etmeye çalışma  halinde olsam da yaptıklarımın hiçbiri edebi yönümü canlandırmıyor. Ben galiba hayat koşuşturmacasına atılmaya başladım. Ondan durum böyle...
   Tam olarak yukarıda yazdığım son iki cümleyi düşündükçe, beni bir korku sarıyor. En yalnız olduğum, çaresiz hissettiğim, acı duyduğum zamanlarda; çare bulamazken beni rahatlatan kağıdım ve kalemim oldu. Eğer bende olan bu kurtarıcı ışığı kaybedersem gerçekten karanlıkta kalırım gibi hissediyorum. Yazmazsam, düşüncelerimden bu şekilde kurtulmazsam (her kelimede sanki içimde beni buhrana sürükleyen bir yükten kurtulup özgür kalıyorum) gerçek anlamda karanlıkta kalırım.
   Evet, şu an hayatımın mutlu bir dönemindeyim (şükür). Evet, öyle uzuuuun uzun içimi dökmeye ihtiyacım yok... lakin bu hiç olmayacağı anlamına da gelmiyor, değil mi?
   Şu uuuuzuuun yazıda demek istediğim şudur ki: bir daha bloğu başı boş bırakmak yok. Bunun için bi çözüm buldum hem de... söylüyorum hazır mısınız? ( davul sesleriiiiiiiiiiiiii)

21 Ekim 2019 Pazartesi

Büyüdüm Büyüdüm!

  Artık her sene, doğum günümden bir gün önce buraya ziyarete gelmeme alışmışsınızdır; değil mi okuyucularım? Bu benim için bir tür ritüel oldu diyebilirim. 22'sine birkaç saat kalınca kapanıyorum odama. İlk iş önceki senelerde yazdığım doğum günü yazılarımı okuyorum. Sonra da bu sene için yazmaya başlıyorum.

   Büyümüşüm ya! Önceki senelerde yazdıklarımı okurken fark ettim. Temelde düşünce tipim hiç değişmemiş fakat o temeli güzelce sağlamlaştırmışım. En yorucu yaşım da bu oldu zaten. Hayat bu sene bana çok öğretici ve sert davrandı diyebilirim.

   Geçen sene ne çok dalga geçmişim bu yazıyı yazarken. Ozan Güven'in "Kaç Yaşındasın Sen?" videosunu filan eklemişim yazıya. Sanarsın dünyanın en neşeli partisiyle, şen şakrak kutladım doğum günümü...
  Nasıl kutlamıştım biliyor musunuz?


14 Ekim 2019 Pazartesi

El Camino: A Breaking Bad Movie

  Bilir kişiniz geldiiii! Uzun bir süredir çıkmasını beklediğimiz El Camino ve peşinden getirdiği kocaman hayalkırıklığını yazmasam olmazdı. Evet, hayalkırıklığı, dedim. Çünkü film gerçekten yarattığı beklentinin yüzde birini bile karşılayamadı benim gözümde. Hep böyle oluyor ya... Bir şeye yükseliyorum, yükseliyorum... büyütüyorum gözümde; sonra güm! Hiçbir şey düşündüğüm gibi değilmiş meğer.

   Dizinin ilk dört sezonuna aşıktım aşık. Gece olmuş, ertesi gün erkenden uyanacağım mesela, "Haydi bi bölüm daha..." diye diye izler, heyecandan ekran başından kalkamazdım. Zaten bana öneren kişi de o zamanlar değer verdiğim biri olduğu için (o zamanlar... gözler yaşlı :P ) hemen bitirip onunla bölümleri tartışmak istiyordum. Bazen de hiç bitmesin istiyordum. İzlediğim bölüm bittikten sonra kendi hayatıma dönünce büyük bir boşluğa düşmüş gibi oluyordum.

26 Eylül 2019 Perşembe

(deprem)

İlgili resim O kadar duygusuzum ki... Arada espri yapmak için deriz ya: "Hayattan soğudum." ben bu cümleyi iliklerime kadar hissediyorum. Ne gelmişler var aklımda, ne de gitmişler. Gece yarısı yaptığım kahvem bile tat vermiyor. Hoş sohbetler boş artık. Gülmüyorum. Gülsem de içten olmuyor.
 Sanki önceden içimde başka bir varlık yaşardı. Ayaklarını bastığı toprağın dokusunu hissederek adımlardı bu yolu. Benimle konuşur, öğütler verirdi. Sustu. Sanıyorum dün gece gün olurken saat beş civarı, pencerenin önüne sandalye çekmiş boş sokağı izlerken o varlık terk etti beni. İnsanları kırmaktan korkmama sebep olan şey beni dımdızlak ortada bıraktı.
  Savurganım. Sevgimi de ilgisizliğimi de anlık niyetlere savuruyorum. Kısa vadeleri sevinçler arıyor yalnız kalmış ben. Aradığını buluyor da. Ne yazık ki.
  Neden böyle? Ben bu farkındalığa niçin sadece bir günde ulaştım? Yaptığım önemsiz şeyler bile, varlığımı kaybettiğim için olacak ki, ağır geliyor; hayali dostumla paylaşamıyorum. Korkuyorum, korkmuyorum da. Ortalarda bir yerlerde, savururken savruluyorum sanki. Canı çekildi benliğimin, canımsızlıkla.
  Kayboldum galiba. Bulunmayı bekliyorum. "Yapıştırsam da  parçalarını hayatımın/ Su sızdırıyordu çatlaklarından." Kırılmışlığım daha yeni olduğundan mı bilmem, su sızıyor çatlaklarımdan. Korkuyorum kendimden. Bu halimi tanıyorum, kaybolmuşluğumu, savurganlığımı, bitikliğimi biliyorum. Kendi kendime, bir benliğimde, açtığım bir savaş bu. Hiç sağ çıkamadım bundan. Hep öldüm vicdan azabından.

25 Eylül 2019 Çarşamba

Ben Senden Özür Beklerdim

İlgili resim25.09.19
"Sana ne demek isterdim biliyor musun, bu asla gönderemediğim. mesajımda? Yalanlarını öğrendiğimi. Birkaç gün geç de kalsam, öğrendiğimi haykırmak isterdim. Sadece üç gün geç kalmış bu haberi bir pazar sabahı, kafa dağıtmak için gittiğim yabancı bir evde aldığımı, ondan önceki gece de arkadaşlarım uyurken gece kalkıp bütün evi ağlayarak turladığımı, silemediğim mesajları yüzlerce kez okuyup ses kayıtlarını dinlerken uyuyakaldığımı belirtmeliyim. Sonra bir şok etkisi yarattı güneş. Meğer son bir yıl koca bir yalandan ibaretmiş. Meğer benim her şeye bu kadar mülayim yaklaşmama neden olan şey yalanmış. Hepsi olmasa da büyük bir kısmı yalanmış. Ben masum bir insana, sırf sen zararlı çıktın, bu duruma gelmene neden oldu diye kin tutmuşum. Aldatmak sadece başka birilerinin araya girmesi değildir. Aldatmak karşındakinin duygularını incitmektir. Bir kez daha incindim.
   Yine de hikayenin hepsini öğrenmek isterdim. Mantıklı bir açıklaması olmalı çünkü değil mi? Ne yazık ki ben gerçeklere nasıl ulaştığımı anlatamayacak kadar yorgun ve öfkeliyim. Ve söz verdim. Hiç tanımadığım, hayatım boyunca hiç görmediğim birine beni aydınlatması karşılığında elimdeki hiçbir delili sana sunmayacağıma söz verdim.
Aklım almıyor. Yaşadıklarımız aklıma geliyor, araba aklıma geliyor, mavi sandalyeler aklıma geliyor, manzaralar aklıma geliyor, parklar, sarılışlar, gülüşler, deniz, güller, filmler... Hepsi öğrendiğim şeyle gölgeleniyor.
Gerçekleşmesi imkansıza yakın bir ihtimal var seni yalancı çıkarmayan. O da benim bu dünya üzerindeki adaleti sorgulamama neden oluyor.
 Karışığım. Bana, geride düğüm düğüm olmuş bir yumak ip bıraktın sanki. Oturuyorum onu açmaya çalışıyorum. Ondan işe yarar bir şeyler yapmak, belki de bir atkı örmek istiyorum. Ama bir santimini bile kurtaramıyorum. Evirip çeviriyorum sadece. Sense çoktan örgü kazağını geçirmişsin sırtına. Ben geride kalan her şeyle, tek başıma uğraştığımla kalıyorum.
  Sinirliyim. Hiçbir şeyi ruhun duymuyor. Hiçbir şey seni bulmuyor. Belki de benim ışıklarım bangır bangır yanmış, alarm verirken; senin için günden güne solup can veriyor; bilemiyorum. Sadece yok olmuş olmam canımı yakıyor. Ya da ben devam edebilmek için çırpınıyorken senin hızlıca yol almana darılıyorum.
 Böyle büyük bir gerçekle nasıl yok olabiliyorum ben senin için? Yok, hayır. Sormayacağım bunu. Gerek yok. 

  Her şeye, her şeye öfkeliyim. Seninle ilgili her şeyden nefret ediyorum. Bunu nasıl başardın sevgilim? Yüzünü görsem, o önceden şefkatle öptüğüm yanaklarını tokatlayacağım. Yok, hayır. Bunu da yapmayacağım. Artık senin için attığım tek bir adıma bile yazık diyorum. Değmez.
 Herkes beni kutladı. Kurtuldun, senin adına en hayırlısı bu, çok mutluyuz... gibi gibi şeyler söylediler. Seni hiç bilmeyen bu insanların bile gözleri en başından beri seninle alakalı bu kadar açıkken, ben kendime nasıl yazık edebildim acaba? Nasıl kandım sana, nasıl bu kadar aptal olabildim?
 Yer değiştirme diye bir terim vardır fizikte. Araba döner dolaşır yine aynı yere gelir. Hesaplarken hiç hareket etmedi sayarız. Hiç yol almadı gibi 0 sayarız yer değiştirmeyi. Ben de başladığımız güne döndüm şimdi. Her şey gözümde 0 kaldı. Zaten aynı yerdeyim, fiziken değil fakat düşüncelerim aynı yerde. Her şeyi yeniden başlatan o mesajda ne düşünüyorsam seninle ilgili zihnimde yine aynı sözcükler var.
  Bir sabah uyanacağım ve o sözcükler de sus olacak. 

  Ben aileme, en yakın arkadaşlarıma rezil oldum sayende. O da ayrı bir kırgınlık. Onu da anlatmayacağım, o da bende kalacak. Zaten ne önemi var ki?

  Kendine iyi bak demiştin en son. Ben senden özür beklerdim.
" 


Umarım yazıya devam edecek kadar yüreklisindir. 



14 Eylül 2019 Cumartesi

Yazın Favori 5 Şarkısı 2019

  Selamlar olsun tüm okuyucularıma. Bugün sanki yaz sezonu ile ilgili her şeyi bitirmeye yemin etmiş gibi yazıyorum. İki sene üst üste, kendimce favori 5 şarkı belirlemişim... Üçüncü sene için buradayım. Bazen oturup düşünüyorum, ne boş beleş işlerle uğraşıyorsun, diye. Sonra da eski yazdıklarımı filan okuyunca mutlu oluyorum, diyorum ki; kendimi mutlu edebildiysem uğraşım boş değildir. İki sene önce neler dinlemişim, neler okumuşum görmek hoşuma gidiyor.
 
   Bu sene Türk müziğinde kaybolmuşuz. Ne dinlediysek o... Listede çeşitlilik olacak diye dinlemediğim bir şeyi ekleyecek değilim. Geçen sene sırf bu yüzden İdo Tatlıses şarkısı koymuşum, zevkime tüküreyim. Hepsi olmasa da en az geçen seneki kadar varoş şarkılar mevcut listede... (Kendi dinlediklerime varoş mu dedim az önce ben?) Yine de hiç melankoli yok. Eğlenceli bir yaz yaşadık galiba fark etmeden.
 
2018 şarkıları için buraya, 2017 şarkıları için buraya tıklayıp göz attıysanız, yeni şarkılara geçebiliriz.
 

2019 Yaz Kitaplarım 5: Kızılgerdan

Her sene bir tane Harry Hole polisiyesi okumadan yazı bitiremiyorum. Ne yapayım, kavurucu güneşin altında Norveç soğuğunda katil kim diye kafa yormak benim en sevdiğim aktivitelerden biriyse? Hele bir de İkinci Dünya Savaşı'ndan kesitler de içeriyorsa kitap... Tadından okunmaz :)

Harry benim kurgusal dünyada en sevdiğim polis karakteri olabilir. Ahmet Ümit okuyanlar bilir, bizim Komiser Nevzat'tan bile daha çok seviyorum kendisini. Zekası, arada bir yerin dibine batıp çıkması, yaptığı saçma hatalar... Bana çok gerçekçi geliyor. Yani okurken "Ulan böyle şey de sadece kitaplarda olur." demiyorum.
 Bu sebepten de Jo Nesbo'yu kutlamak lazım. İnanılmaz derecede sürükleyici bir kalemi var.

 Gelelim serinin üçüncü kitabının konusuna. Harry yine yaptığı bir hatadan dolayı, hataya sebep olanların suçu örtülsün diye mecburen terfi ettirilip istihbarat teşkilatında müfettiş oluyor. Sonra da kendini en son İkinci Dünya Savaşı zamanında kullanılan, ağır ve aşırı tehlikeli olan bir silahı araştırırken buluyor. Silah ülkeye yasa dışı yollardan sokulduğu için olaylar büyüyor da büyüyor.
  Her zaman olduğu gibi kitabı bir Harry'nin yanından bir de anonim katilimizin yanından okuyoruz. Bu seride sevdiğim bir diğer özellik de bu. Size katilin gözünden de olaylara bakma şansı veriyor.

29 Ağustos 2019 Perşembe

Eşek Gibi

Öylece oturuyordu. Yazarken arada soluklanması gerekirse diye cam kenarına yerleştirdiği çalışma masasına çekmişti sandalyesini, öylece oturuyordu. Ağustos sıcağında insanların kalplerinin nasıl böylesine soğuk ve katı kalabildiğini düşündü. Kalpleri sert insanlara bir çeşit hiciv yazısı kaleme almak istedi. Ayağa kalktı. Geri oturdu. Kararsızlık içindeydi. Hiçbir satırın kalp yumuşatamayacağını bildiğinden belki de, kendini yormak istemiyordu. Kendini el üstünde tutmak, pamuklara sarmak istiyordu. Gitgide daha da kırılganlaşan bir ev eşyasına benzediğini düşünüyordu son zamanlarda çünkü. Evde bir köşede duran, herkesin kırılır diye uzak durduğu ama er ya da geç bir misafir çocuğuna kurban giden bir vazo... belki de kırılınca tüm uğursuzlukları beraberinde getiren bir ayna... kim bilir? 
Yeniden ayağa kalktı. Artık kararını vermişti. Rafına yöneldi. En alttan çiçekli defterini aldı. Defteri masaya bıraktıktan sonra da camdan kafasını çıkarıp biraz soluklandı. Artık yazabilirdi. 


25 Ağustos 2019 Pazar

2019 Yaz Kitaplarım 4: Kalanlar

  O kadar çok yazacak yazı birikti ki...  Artık ayıp olmasın diye bu seriden bir yazı daha yazıp seneye görüşmek üzere "Yaz Kitaplarım" ile vedalaşalım diyorum, ne dersiniz? Malumunuz ennnn sevdiğimiz mevsim olan sonbahar kapıda. Hatta buyurmuş gelmiş bile olabilir.

   Tezer Özlü'nün kaleminden çıkıp da beni etkilemeyen bir kelime dahi okumadım şu ana dek. Kalanlar da insanda güzel hisler uyandırırken, eleştirel bir bakış açısı kazandırıyor. Klasik bir Tezer Hanım kitabı anlayacağınız.

  Kırklı yaşlarımda tam da onun durduğu yerde durmak istiyorum aslında. Bana edebiyatı sevdiren yazarlardan biri olmasının yanı sıra hayata bakışıyla örnek aldığım biri. Yaşanmışlıklarını, şairane ve gösterişten uzak bir üslupla okuyucuya çok iyi geçiriyor. Şiir okumayı sevmeyenler (ya da iyi şiirden anlamayanlar mı demeliyim?) bu kitaptan memnun kalır mı bilemeyeceğim.

22 Ağustos 2019 Perşembe

Çıksa da İzlesek Dedirten 5 Film

  İki gün üst üste yazı yayımlamak tam benlik bir şey değil fakat kendime o kadar fazla içerik buldum ki sizlerden ayrı kalamıyorum. İyi mi yapıyorum acaba... bilemem. Ama sevdiğim bir şey varsa o da aklımı meşgul etmek sanırım. Bloga bir şeyler karalamak da bunun için en iyi yollardan biri.

   Daha önce de böyle bir şey yazmıştım. Henüz vizyona girmemiş, girmesine az bir zaman kalmış, fragmanlarıyla beklentiyi arşa çıkaran (en azından benim beklentimi arşa çıkaran) 5 filmi yazacağım yine. Önceki yazıdaki tüm filmler çıktı, hatta izleye izleye tükettik. Yine de bir öneri olsun isterseniz bu cümlenin üzerine tıklayarak yazıya ulaşabilirsiniz.

  Şimdi yazacağım filmlere, arkadaşınızı kapıp da mı gidersiniz, evde bilgisayar başına kurulup mu izlersiniz yoksa bir çift sinema biletiyle sevgilinize sürpriz mi yaparsınız... ne yaparsanız yapın bu yazıyı kendiniz için yararlı bir hale getirin işte.

  Listemize başlayalım bakalım.

21 Ağustos 2019 Çarşamba

Biraz Nostalji

  Ben geldim. Bloga güzel şeyler yazmak istiyorum fakat son günlerde en fazla kitap yorumuna gidiyor elim. Galiba tıkandım. Eskisi gibi süslü cümleler kuramıyorum bu tıkanıklık yüzünden. Bu da beni yoruyor. Hele ki önümdeki iki ay boyunca kendime oyalanmak için verebileceğim tek şey kağıt ve kalem olduğunu düşününce etrafımdaki dört duvar beni öyle bir sıkıştırıyor ki... Şöyle iki devrik bir şey yazıyorum, içleniyorum. Oh bak güzel gidiyorum, derken... üçüncüde bütünü bozan saçma kelimeler dökülüyor kalemimden. Oof ki ne of!
   Ben de belki ilham gelir diye (biraz da ne kadar yetenekli olduğumu kendime hatırlatmak için) eski yazıları okumakta karar kıldım. Evelallah kendi kendimize bir çözüm yolu bulmakta üstümüze yok. Çözüm oldu mu derseniz... Onu henüz bilmiyorum.
  Sonuç olarak kendimi yine yazı yazarken buldum ama değil mi? Eski yazıların arasına dalmışken neden sizi de aynı şeyi yapmaya zorlamayayım? Muhakkak okumadığınız yazılarım vardır. Kenarda köşede kalmış, gözden kaçmış ve şahsi fikrimce ennnn iyi 10 yazımı; herkese bir şeyleri hatırlatmak amacıyla bir yerde toplayayım dedim. Zaten blogun dördüncü yılını doldurmasına bir aydan az kaldı. 

14 Ağustos 2019 Çarşamba

2019 Yaz Kitaplarım 3: Ikigai

  Temmuzun ortasında “Yaz Kitaplarım” serisini yazmaya başladığım için henüz üçüncüyü yazabiliyorum. Fakat blogun müdavimi olanlar bilir, benim için yaz mevsiminin bittiği tarih ekim ayıdır. Ki zaten okulum da sağ olsun o tarihte açılıyor. Yani bu yaz bana ve yazılarıma doyamayacaksınız gibi hissediyorum.
  
  Üçüncü kitabımın Ikigai, gerçekten okuduğum en faydalı kitaplardan biri olabilir. Peki kitaba adını veren bu “ikigai” ne demek?
  Japonların mutlu yaşam sırrı, hayatın yaşamaya değer olduğu her şey… gibi daha çok “mutluluk” kelimesi etrafında dolaşan bir terim İkigai. Tam anlamıyla çevrilemeyeceğini yazıyor sayfaların birinde.
  Kitap, her insanın kendi ikigaisine ulaşma yolculuğunu kolaylaştırmak amacıyla 35 yol gösteriyor okuyucusuna. Bu 35 yolu da, üçe bölerek anlatmış. Gelecek, Geçmiş, Şimdiki Zaman…

  Benim ufkumu o kadar açtı ki kitap anlatamam bile… Boş bir defter edinip not alarak tekrar okuma kararı aldım. Zaten bu 35 yolun yüzde sekseninde elinize bir defter almanız gerekiyor. Eğer okunacaklar listenizde Ikigai varsa yanınıza defter alarak okumak sizin için de daha faydalı olacaktır, benden söylemesi.

7 Ağustos 2019 Çarşamba

Çaput Bağlama Yazısı #9

  Herkese selam, sana hasret... Şaka şaka. Allah korusun hasret masret, neler diyorum ben?!??!?!

  Dokuzuncu yazıya gelmiş olsam da kaçırmış olanlar için Ç.B.Y.'nin konseptini özetliyorum: İstek, dilek... Dilenci gibi isteklerimi yazıyorum. Normalde ay başında yazıyordum ama sırf uzun süredir yazı dizisini güncellemediğimi fark edince yazayım bari dedim. (Sonuncuyu mart ayı için yazmışım, ulaşmak için bu cümleye tık tık.) Bu Çaput Bağlama hem Ağustos 2019 hem de Eylül 2019 için olsun, uyar mı? 
  Uyar tabii, blog benim blogum. Ne dersem o.

Bu arada neden bu sıralar benim yazılarım az okunuyor? Yaz geldi de eğlenmekten okumaya vakit mi bulamıyorsunuz, anlamadım ki. Ne güzel kitap yorumluyorum, içimi döküyorum. Romantikli, rest çekmeli, entelektüel bir takım işler yapıyoruz şurada kendimizce... Hiç ilgi alaka yok arkadaş! İleride ünlü filan olunca "Bu kızın blogunu okuyordum, onu ben keşfettim sayılır." diye millete hava atma şansını kaybediyorsunuz bakın. Pişman olmanızı istemem. Okuyun ve okutun... Lütfen??????????????

4 Ağustos 2019 Pazar

2019 Yaz Kitaplarım 2: İç Kitabı


Yazın son ayından herkese merhaba. Gerçi benim için yaz ekim ayına kadar sürüyor da, neyse. Hem okuyan hem de okuduğunu yazan bir okur-yazar olarak karşınızdayım. Pazar kahveleriniz bu saate kadar çoktan içilmiştir diye umuyorum. Günlük stalk dozunuzu da aldıysanız bu yazın ikinci kitabının yorumunu okumaya başlayabilirsiniz. Buyurunuz:

  Ece Temelkuran ile bir dergi yazılarını okuyarak tanıştım. Kendisi, alakasız şeylerden benzetme yapması, o benzetmeleri de şaşırtıcı derecede konuya uydurması ile meşhur bir yazar.  İç Kitabı’nda da bunu çokça yapmış. ”Ulan ne alaka abi ya” dediğim çok yer olsa da bu kitapta kendimi bulduğumu inkar edemeyeceğim.

  İç Kitabı, adından da anlaşılacağı üzere, bilakis yazarın ama ufak ufak da okuyucunun “iç” yolculuğunu anlatan, kısa metinler ve şiirlerden oluşan 140 sayfalık bir eser. İnstagram’da birkaç alıntısını paylaştığımda “Bu kitabın adı ne?” sorularına maruz kaldığımdan, birazcık da İnstagram kitabı olduğunu düşünüyorum. (İnstagram kitabı: İnstagramda paylaşmalık özlü sözler içeren, çoğu edebi eser niteliği taşımayan lakin edebi eser niteliği taşıyorsa da aşırı iyi olan kitap. ) Son sayfaları hariç ben bu kitabı çok sevdim.

11 Temmuz 2019 Perşembe

Yerim, Yuvam, Evim

  Nilgün Marmara intihar mektubunda şöyle bir cümle kuruyor:
"Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte!"

  Yine aynı mektupta söz ettiği gibi. Akışa müdahale söz konusu.
  Çocukluk ne güzeldi. Onu güzel yapan her zaman bizim yerimize düşünen birileri olmasıydı galiba. En büyük sorumluluğumuz ev ödevlerimizdi. Hayata dair hiçbir şey bizler gözünde ayrıntı kazanmamıştı henüz. Öğle uykularımız vardı, oyunlarımız vardı.
  İstediğimiz her şey olabilirdik o oyunlarda. Bir gün doktor, bir gün anne, bir gün aşçı, bir gün bir kelebek, belki bir peri... bir gün hiçbir şey... Sınırsız ihtimaller denizinde bembeyaz bir sayfaydık. Bir de o kadar küçükken insana her şey mümkün gelirdi. Mümkündü de. Neden olmasındı? Ölümden, sıkıntılardan, kötülüklerden uzak küçük bir çocuğun dünyasında neden her şey mümkün olmasın ki? Niçin tüm hayaller gerçekleşmesin?

  Çocukluk... Zihnimde; ormanda emeklemeye başlayan, hiç durmadan ileri giden, büyüdükçe ayağa kalkan, biraz yürüyen, sonra koşmaya başlayan, her adımda boy atan büyüyen bir kavram. Katedilen her mesafede ceplerden bir değer eksiliyor sanki. Özgürlük duygusu, hayalperestlik, tatlı sevinçler... En sonunda, artık yetişkinlik evresindeyken, insanın karşısında bir uçurum çıkarıyor hayat. Atlamak zorunda olduğunuz bir uçurum. Sizi yerinizden, yuvanızdan, evinizden edecek bir uçurum. Belki sizi yeni bir yuvaya götürecek, belki de yere çakılmanıza sebep olacak bir uçurum.
 
  Hep küçük kalamıyoruz maalesef. Ama hep bizim yerimize düşünebilecek birilerini arıyoruz. Bazen kendi zihnimizde kaybolduğumuzdan bu arayış. Ah, en basit, en sıradan olanımızın bile bin bir tane derdi var. Trilyonlarca plan yapılmalı, milyonlarca fikir yürütülmeli bu evrende. Hayat dediğimiz, akıl edebileceğimden daha da karmaşık bir olay. Bu karmaşayı hayal etmeyi denedikçe insanın göğsü sıkışıyor.

10 Temmuz 2019 Çarşamba

2019 Yaz Kitaplarım 1: Canım Aliye, Ruhum Filiz

   Selamlar. Yine ben. 2016 ve 2017 yaz ayları boyunca okuduğum ne kitap varsa bloga yazmıştım. Geçen yaz teknik sorunlardan dolayı (kendimce iş hayatına atılmıştım) vakit sıkıntısı çekiyordum. Bu sebepten geçen yaz hem pek az kitap okumuştum hem de buraya yazacak enerjiye sahip değildim. Fakat bu sene... Yazı dizisine şak diye yazın tam ortasında başlamış olsam da (bunun sebebi tamamen üşengeçliğim) istikrarla ekime kadar okuduklarımdan size bahsetmek istiyorum.
   Açılışı da Sabahattin Ali ile yapalım da şanımıza yakışsın, değil mi?

  Bazı yazarlar var, yazdıklarını her okuyuşumda içimden "Keşke yaşasaymış da şöyle karşılıklı oturup bir çay içme fırsatımız olsaymış." diyorum. Sabahattin Ali de şüphesiz ki benim için "o" yazarlardan biridir. Kürk Mantolu Madonna sayesinde olan tanışıklığım İçimizdeki Şeytan'ı okuduktan sonra hayranlık boyutuna ulaşmıştı zaten. Fakat ona bir de baba ve eş gözüyle bakabilmek benim için apayrı bir deneyim oldu diyebilirim. Evet, bu kitap sayesinde onun yazar kimliğinin dışında nasıl biri olduğunu görüyoruz çünkü Canım Aliye, Ruhum Filiz, Sabahattin Ali'nin eşi ve kızına yazdığı mektuplardan oluşan bir yapıt.

23 Haziran 2019 Pazar

Hak etmek


  Seçim gündemini takip etmek varken yolunuz bir tık sayesinde bu bloga düştüyse, artık yazıyı sonuna kadar okumakla yükümlüsünüz demektir. İstediğim kadar saçmalayabilirim. Kafa dağıtırız.
  
 Şehir koşuşturması, gündem heyecanı, kazalar, belalar, psikolojik sıkıntılar, hastalıklar, sıcak hava… “Ay o beni seviyor mu?”, “Aay şu bana neden yan baktı?”, “Ayyyy bu bana neden öyle söyledi ki?” gibi  sorulardan; “Ya acaba şunu desem alınır mı?”, “Buraya götürsem beğenir mi?”, “Şunu yapsam kaçar mı?” gibi sorulara… Her şey için bir “Dur!” çekmenin vaktidir okuyucularım.
  
   Size daha kaliteli bir gündem getirdim.
  Arada bir aklıma takılan bir sorum var. Bazılarınızı şu yukarıda saydıklarımdan daha büyük sıkıntıya düşürecek bir soru bu: Şu yaşadıklarımızı hak ediyor muyuz?

   İlahi adalet denen bir şeyin varlığını elbette sorgulamıyorum... Fakat cidden… 

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Hayali Rota



  Bundan birkaç sene önce blog yazmaya karar verdiğimde bulmakta en çok zorlandığım şey isimdi. Sanki çocuğum olacaktı da ona isim buluyordum. Bendeki de öyle bir ciddiyet işte. Sonra okuduğum bir kitaptan esinlenerek "Orada Burada Her Yerde" deme kararı almıştım. (Kitap da dünyanın en dandik kitaplarından biriydi... neyse)
  İsim biraz seyahat blogu ismi olsa da aslında burası, her şeyden biraz biraz yazacağım, tatlı canım ne isterse ondan bahsedeceğim bir köşe olduğundan Orada Burada Her Yerde.

  Öte yandan, bu sabah zihnimde "Keşşşşşke seyahat bloggerı olsam yaaa." diye bir baloncuk belirdi. Gezip yiyip, içip.... neyse işte her haltı yeyip buraya yazma hayali, ÇIK AKLIMDAN.  Gerçi birazcık çıkmak zorunda çünkü imkan yok. En azından şimdilik mümkün değil.
  Yine de bu beni durdurmadı ki yine buraya geldim ve bir şeyler yazıyorum. Başlıktan anlayacağınız üzere size gitmek istediğim, gitmekle de kalmayıp yazmak istediğim 5 yerden bahsedeceğim. Hayali rotalarımı anlatacağım.

Hazırsanız eğer.

Not: Bu yazıdaki hayallerimi çalıp kendinizinmiş gibi arkadaş ortamlarında satmak serbesttir. Kaynak göstermeseniz de olur. Kızlara hava filan da atabilirsiniz.
 Çünkü ufkunuzu biraz olsun genişletebilirsem, ne mutlu bana.  :)

Hazır mısınız, bir düşünün. Sonra da okumaya başlayın bakalım.

4 Mayıs 2019 Cumartesi

Düşündüğünüz Gibi Değil!

"Aslında, sahip olduğunu düşündüğün hiçbir şey tamamen sana ait değil." Birkaç gündür bir ses
kulağıma durmaksızın bu sözü fısıldayıp duruyor. İnanın ki, bu cümle duyması hoş bir cümle değil. Acı bir gerçek. İnsanı da azıcık rahatsız, birazcık huzursuz, bir miktar da mutsuz ediyor.

 "Aslında sahip olduğun hiçbir şey senin değil... Mutluluğun bile tam anlamıyla sana ait değil. Ya biri tarafından mutlu edildin ya da kendi kendini ettiğin an alındı elinden. Hiç o mutlu andayken huzurlu hissedemedin bu yüzden. Alınmasa da bir paranoya sardı seni, kaybederim korkusundan tadını çıkaramadın."
  Yalancı iç ses! Alacağın olsun e mi! Sana mı kaldı bana gerçekleri söylemek? Yok efendim mutluluk bile benim değilmiş de bilmem ne... Boş yapma, boş!

"Peki ya bu zamanın sana ait olduğunu mu düşünüyorsun cidden? Zaman sana aitse durdur bakalım becerebiliyor musun? Geriye git, hatalarını düzelt. Onu da yapma, tamam. Geleceğe git öyleyse. Şöyle bir 5-10 yıl sonrasına mesela... Öğren neler olacak, ona göre adımlarını at. Yoook ama yapamazsın ki. Meydan okuyorum haydi sana. Yapabilirsen her şey senin olsun, daha tek kelime etmem."
 Bak yine saçma saçma konuşuyorsun. Ne diye benden imkansız şeyler istersin? Zaman benim zamanım istediğim gibi değerlendirdiğime göre.

16 Nisan 2019 Salı

Hayattan Zevk Almayanlara: After Life

  Herkese merhaba! İstanbul’a bir türlü yazı getiremedik, görüyor musunuz şu işi? Hava bütün gün battaniye altına saklanmalı dizi izleme havası. Ki ben de öyle yapıyorum. Dizi film be gelirse önüme izliyorum. Geçenlerde size Fam’i önermiştim hatırlarsanız. Onun sezon finali bu hafta yayınlanmış haberiniz olsun :) Gerçi artık Game of Thrones'a teori üretmekten diğer dizilere vakit kalır mı meçhul.

  Bu yazıda size mutlaka izleyin diye yalvaracağım diziyi muhtemelen ilk defa duymuyorsunuz. Sosyal medyada adından çokça bahsettirdi çünkü After Life. Yine popüler kültürün bir oyunu olarak bir sürü sitede alıntılarını paylaştılar. Ben de geri kalmadım, kalır mıyım?

  Karısının ölümünden sonra depresyona girip intihar girişiminde bulunan Tony’nin trajikomik hikayesini izliyoruz 30’ar dakikalık 6 bölüm boyunca. Bir oturuşta bitirmelik ve son zamanlarda izlediğim en kaliteli yapım. İnanın bana tüm boş vaktimi bir şeyler izleyerek geçirdiğimden bu kıyası yapabilecek kapasitedeyim.

5 Nisan 2019 Cuma

Sonu Düşünen

  “Rastlantı dünyanın en eski ilahi gücüdür, birine rastlamanız bazen bir ödüldür, bazen de bir ceza.” Yatağıma uzanmış, sakız rengi tavanı izlerken bu sözü düşünüyorum. Arka fonda “kimler geldiiii, kimleeer geçtiii....” çalıyor.

  Yeryüzünün atmosferinden nefes almayı sürdürdüğümüz sürece bir an bile durduramayacağımız bir eylem yürütüyoruz: Yaşamak. Aslında yanlış oldu. Nefesimizi bile birkaç dakikalığına tutabiliyoruz lakin yaşamayı asla. Ben burada bunları yazıyorsam, yaşadığımdan; siz burada bunları okuyorsanız, yaşadığınızdan.
  Uzun (umarım) yaşantımızı bahtımızın rüzgarına kapılmış gibi döne dolaşa deneyimlerken hiç sonu düşündünüz mü? Şimdi şu kaldırımdan adımınızı attığınızda hızlı bir araba tarafından getirilebilir o son. Şu koltukta kıvrılıp uyuduğunuzda kalbiniz durabilir, başınıza şu tavandaki avize düşebilir... Bir gün hepimiz bu yaşama denilen şeyi bırakacağız. Bir daha yaşamamak üzere hem de. Peki, bu durum sizi korkutuyor mu?


12 Mart 2019 Salı

Soru - Cevap

  Bundan birkaç yazı önce size, anonim sorular sorabileceğiniz bir hesap açacağımı ve oradan
sorduklarınızı blogta yayınlayacağımı söylemiştim, hatırlarsanız... Özellikle de dedim ki, bir derdiniz varsa dermanını birlikte bulalım, biraz Güzin Ablacılık oynayalım. Hatta gerekli ilgiyi görmez belki diye biraz üzülmüştüm... Neyse sağ olun ilgi gördü. Lakin istediğim türde sorular hiç gelmedi. Bu yüzden etkinliğimizin adını "Yazarımızı Tanıyalım" ya da "Ben Kimim?" gibi klişe şeyler yapmamak için kendimi zor tutuyorum. Yine de çok da tutamamış olacağım ki soru-cevap yazıp geçtim başlığı.
  Arkadaşlar hayatımı bu kadar merak etmeniz de ne bileyim yani... Zaten her haltı ana hatlarıyla buraya yazıyorum. Ayrıntı verecek olsam roman yazarım uzun uzun. Şimdi düşündüm de, cidden rahat 200- 250 sayfalık bir roman çıkar şu son 8-9 ayda yaşadıklarımdan.
  Konumuz bu değil. 

 Söz verdiğim gibi aralarından seçtiğim 10 adet soruyu buradan cevaplıyorum. O sitede kısa kısa yazdım cevapları. Buradan girip okuyun diye. Eeee bloga biraz yatırım yapamayacaksak neden böyle boş işlerle uğraşalım değil mi?  :)))))

7 Mart 2019 Perşembe

Aile Komedisi: Fam

Bu sıralar blogger damarım tuttu. Sürekli bir şeyler yazasım bir de yetmiyormuş gibi paylaşasım geliyor. Hayır bir de yapılacak onca iş var... Mesela çok çok merak ederek aldığım 500 sayfalık bir kitap, yeni başladığım beş sezonluk dizi, önceden izlediğim ama yeni sezonu yeni gelen uzun diziler, iki hafta sonra başlayacak vizelerim... E arkadaşlarıma da vakit ayırmam gerekiyor. Yoook ama, hemen yeni başladığım diziyi sizinle paylaşmalıyım. Hepsi bekleyedursun!
   Sizi bilmem ama ben Bulgar Kızı Nina Dobrev'i çok seviyorum. Sanıyorum bu sevgi (utanarak itiraf ediyorum) ilk başladığım dizi olan Vampire Diaries'dan geliyor. Ne yapayım arkadaşım o sıralar vampir modası vardı. Damon veya Edward'la evlilik hayalleri kurardım. Pembe-mor boyanmış duvarıma posterlerini asardım. Dergilerin onlarla ilgili eklerini biriktirir, ayaklarımı sürüyerek gittiğim dershanede yeni bölüm üzerine münazaralara katılırdım.
  Kendimi rezil etme köşem burada son bulmuştur.


3 Mart 2019 Pazar

Piknik Örtüsü


  Aklımda mutlu anların tümünün kısa bir ana sığdırılmış tasviri var. Nereden başlasam? Havadan mı? Pekala, güneşli bir hava. Kısa kollu giyilecek kadar sıcak ama ufak bir rüzgarda omuzlarınıza ince bir şal atma ihtiyacı duyacağınız kadar serin. Güneş ışığı öyle güzel vuruyor ki zemine, etrafta dolaşan polenleri görebiliyorsunuz. Tertemiz ferah havada dans ediyorlar adeta. Öğlen vakti çevreye hakim olan sessizliğe gömülmüşüz. Akşamüstünün o kendine has koşuşturmasından veya sabahın yeni gün telaşından eser yok. Huzur dolu bir öğlendeyiz.
  Bir çiçek bahçesi etrafımızı sarıyor. Biz çimenliğe ince, desenli bir örtü sermişiz öyle oturuyoruz. Etrafımızda rahatsızlık verecek hiçbir şey yok. Örtünün kenarında az önce yediklerimizden arta kalanlar, okuruz diye getirip birbirimizle ilgilenmekten vakit ayıramadığımız kitaplar, piknik çantası, üşüdüğümüz taktirde giyeceğimiz hırkalarımız, benim sırt çantam, birazı içilse de hala dolu olan koca bir termos ve senin yarısı boş sigara paketin duruyor.
   Çimenler yeni kesilmiş, belli. Şekerli parfüm, çiçek ve çimen kokusuna karışıyor. Ben sadece senin kokunu duymak istermişçesine yakınlaşıp, başımı omzuna yaslamışım. Sakalının aralarındaki kızıllıklarda elimi dolaştırıyorum.

1 Mart 2019 Cuma

Çaput Bağlama Yazısı #8

  Merhabaaa, evinizin blogcusu geldii! Ne yapıyorsunuz bakalıım? Beni merak ediyorsanız; hala Cold War'ın Oscar alamamasını düşünüp efkarlanıyorum... Nasıl alamadı ya? Keşke En İyi Film'i Roma, Yabancı Dilde En İyi Film'i de Cold War alsaydı.
Neyse en büyük derdimiz bu olsun

 Bugün sabah uyanır uyanmaz aklıma uzun zamandır Ç.B.Y yazmadığım geldi. Yuh dedim düşündüğüm şeye bak. Kahvaltımı bile yapmadan yazma aşkı ile bilgisayar başına oturdum ben de. Kahvaltı yapmadım ama kocaman bir bardakla çayımı aldım tabii. Arada yudumlayarak yazıyorum yazıyı.
  Eyyyy Şubat! Çok uzun sürdün sen ya. Bir de 28 gün olacaksın. 1028 gün gibi hissettirmediyse ben de bu blogu bırakacağım. Bittiği için çok mesudum. Bu 2019 yılında, ilk üç ay ve Nisan'ın büyük bir kısmı bommmboş benim için. Onun için, müsadenizle şubatın bitişini kutlayarak dileklerime geçiyorum.

13 Şubat 2019 Çarşamba

Oscars 2019 #5: ROMA

  Dert sahibi değil misiniz? Gayet mutlu bir hayatınız mı var? Her şey yolunda mı gidiyor? Bu akışı değiştirmek ister misiniz? Roma'yı izleyin:) Zira film o sakin akışıyla, işlediği konuların da yardımıyla sizi kanser ediyor. Sonunda da salya sümük "Neden ALLAH'IM NEDEEEN?" diye haykırıyorsunuz.
 Film boyunca hep bir şeyleri tahmin etmeye çalıştım. "Aman bence Cleo'nun başına bu gelicek." "Yok şimdi bu salak çocuk boğulacak." "Tüh bak kadının kadehi kırıldı kesin uğursuzluk olacak." Arkadaşlar, sizin bu tüm kötü tahminleriniz filmde çıkıyor. Dram filmlerinin korku filmi olmuş bu. Ekrana bakıp "Bak Cleooo, şu iğrenç şerefsize güvenmeee, bu seni bırakıp gideceeeek." diyorsunuz aynı korku filmlerindeki baş rolün o karanlık odaya gitmesini engellemek istediğiniz gibi.

 Temelde kadınların kendi ayaklarının üzerine durmak zorunda olduğunu aşılamaya çalışmışlar. 70lerin ortasındaki, orta sınıf, dört çocuklu bir ailenin yaşamı anlatılıyor. Benim daha çok çıkardığım sonuç bu erkeklerin topunun sorunlu birer gerizekalı olduğuydu ama... Tüm sevdiğim erkeklerden özür diliyorum ama öylesiniz yani...

Oscars 2019 #4: Green Book

 Oscars yazılarımızın dördüncüsüne gelmişiz. Ödül törenine az bir zaman kaldığından son iki yazıyı arka arkaya yayınlayıp kurtulma kararı aldım. Neye bir hevesle başlasam sonlara doğru kurtulmak için çırpınıyorum. Durup durup diyorum ki."Sen sanki çok bilgili bir sinema eleştirmenisin, satırlarca film yorumluyorsun." Sonra da kendimi savunuyorum kendime karşı. "Blog benim blogum istediğimi yazarım!"

  Filme gelelim. Bu sene izlediğim en kaliteli filmlerden biri. Hiç sıkmayan, baymayan, her anını dikkatle izleyeceğiniz mükemmel bir yolculuk filmi. Siyahi bir piyanist, turneye çıkıyor. İtalyan bir adam da ona şoförlük yapıyor. Konuyu en basite indirgeyerek böyle anlatabilirim size.
  Verilmek istenen mesajlar etkiledi beni. Bir de gerçek hikayeymiş! Bak gözlerim dolu dolu oldu yine. Ön yargılarınızdan kurtulun arkadaşlar ya. Kimseyi ilk gördüğünüz anda aldığınız izlenime göre yargılamayın. Hatta fikirlerinizin değişmesine izin verin. Yıllar sonra bile bazı insanlar sizi şaşırtabiliyor.

12 Şubat 2019 Salı

Oscars 2019 #3: Black Panther

  Oscars serisinde yazmak için en hevesli olduğum film kuşkusuz Black Panther. En iyi film dahil 6 dalda adaylığı var. En iyi film adaylığı alan ilk süper kahraman filmiymiş hatta. Şimdi buradan Marvel fanlarını üzmek gibi olmasın lakin zamanında bu ödüle aday olarak The Dark Knight'ı bile koymamışlardı. "Bu filmi daha iyi yapan şey ne?" diye durup durup düşünüyorum. The Dark Knight'ın oyunculukları, yönetmeni (Christopher Nolan'ın daha bir tane bile kötü filmini izlemedim), kostümleri, hikayesi... Her şeyiyle daha iyiydi.
  Zamanında bu Academy Ödüllerini "Oscars are so white." diye bir slogan eşliğinde ırkçılıkla suçlarlardı. Şimdi de tam tersi iyi de olsa kötü de olsa ödülü siyah adamın kafasına fırlatmak geleneği geliştirildi. Kendilerini mi affettirmeye çalışıyorlar, napıyorlarsa artık... Beni, Black Panther'in de bu kadar adaylık kazanmasına tek açıklama bunu getirebiliyorum şimdilik.
  Şimdi düşüneceksiniz ki; bu kız Black Panther'i beğenmedi. Ne münasebet çok beğendim. Ortalama bir süper kahraman filmi işte. Krallıkta hak iddia eden iki güçlü karakter, kötü biri tarafından ele geçirilmemesi gereken güçlü bir madde falan filan... Aşırı olağan, sıradan, ortalama bir kurgu. İnsanların bunun neresine bu kadar kudurdu anlayamadım, kusura bakmayın.

7 Şubat 2019 Perşembe

Saçmalamaşk

  Az önce internette bir şey okudum. Aslında İskender Pala'nın kitabında geçen kısa bir bölümmüş.  Çok hoşuma gitti. "Aşk" kelimesinin sözlük anlamı "sarmaşık" demekmiş. Bir kere tohumunu attınız mı, parsel parsel etrafı saran, ağ gibi yayılan bir bitki... Sarıldığı yeri işgal etmeyi seven, sarıldığı ağacı kurutup yok eden bir bitki... Çok manidar, çok hoş.
  Kendimi bildim bileli, daha çok ergenlikte rastlaştığım bir soru var. Konuları içselleştirmeyi seven,  duygusal olaylara kendini fazla kaptıran insanların genelde etrafına yönelterek bir çıkarımda bulunmayı sevdikleri bir soru bu. Aşka inanıyor musun?
  Bir şeye inanabilmek için, o şeyin ne olduğunu kavrayabilmek lazım.
  Bu cümleden yola çıkarak bir soru daha soruyoruz öyleyse. Aşk nedir? Sözlük anlamı şu: Bir kimseye ya da bir şeye karşı duyulan aşırı sevgi ve bağlılık duygusu.
  Katılmıyorum. Çünkü sevgi ve aşkın farklı iki duygu olduğunu düşünüyorum.

1 Şubat 2019 Cuma

Oscars 2019 #2: A Star Is Born

  Yine herkesten farklı birkaç düşüncem var bu film için: Beğenmedim... Özür diliyorum. Benim için, sonunda ağlatan klasik bir aşk hikayesinden başka bir şey değildi.
  Bunu yazının başında direkt olarak belirterek üzerimdeki büyük yükün kalkmasını sağladığıma göre ayrıntılara geçelim.

 Öncelikle konu:
Ally (Lady Gaga) kendi halinde yetenekli bir kız. Akşamları sahneye çıkıyor, garsonluk yapıyor. Jack de baya ünlü alkolik bir şarkıcı. Bir gece Ally'nin sahne aldığı kenar mahalle barında tanışıyorlar. İlk görüşte aşk mı dersiniz, birbirlerinden alınan elektrik mi... olay patlayıp gidiyor. Adam sadece bir gün tanıdığı kızı özel jetine alıp kendi konserine götürüyor, artı sahnesne çıkartıp şarkı söylüyor falan filan.
 Sizin, bizim böyle şeylere karşı ölen umudumuzu yeniden diriltmeye ne hakkınız var yahu? Gerçek hayatta böyle bir şey olması mümkün mü, elinizi vicdanınıza koyun da cevap verin sevgili senaristler???!!?!?!?
Onun dışında, Bradley Cooper'ın gözüme çirkin geldiği tek film olabilir. Adam çok yaşlanmış ya! Öte yandan da karaktere uymuş. Tam alkolik tipli. Saç sakal karışmış, kırmızı bir surat, kan çanağı gözler... Lady Gaga'ya ise söyleyecek tek sözüm yok. Yiğidi öldür hakkını yeme, Ally karakterini onun için yazmışlar. Kadının üzerine mükemmel oturmuş.

28 Ocak 2019 Pazartesi

Oscars 2019 #1: Cold War

  Merhaba sevgili okuyucu! Umarım hayatında her şey umduğun gibi hatta umduğundan daha iyi gidiyordur. Güneşin kendini gösterdiği, sakin bir pazartesi gününden bildiriyorum: Bu senenin Oscar dizisine başlamanın vakti geldi.
  Hatırlarsanız geçen sene, adayların arasından seçtiğim 5 filmle ilgili düşüncemi yazmıştım.Yeri gelmiş gömmüşüm, yeri gelmiş sövmüşüm, bazen de övmüşüm, dünyanın en prestijli ödülüne aday olan filmleri. E aman yani napayım, yalan mı atayım beğenmediysem? Ben de film yorumlayarak stres atan değişik bir insanım işte...
  Geçen sene favorim, Three Bilboards Outside Ebbing, Missouri filmiydi. İki ödül kaptı. Yazı dizisinde de en son onu yazmıştım. Bu sene favorimi ilk yazıda açıklamak istiyorum. Başlıktan da anlayacağınız üzere: Cold War
 (Tüm Roma destekçilerinden af diliyorum.)
  Fakat ondan önce geçen senenin yazılarını bulmak, üzerine de okumak isterseniz bu cümlenin üzerine farenizi getirip hafifçe tıklatmanız yeterli olacaktır. 
 Bu sene hangi 5 film blogda olacak diye merak ettiyseniz, liste şu:
Film yorumuna geçmeden küçük bir şey daha belirteyim. Geçen sene bu Oscars yazılarıma rekor okunma gelmişti. Nasıl rekor ama biliyor musunuz? Gelmiş geçmiş en az okunma rekoru. Neden hala yazdığım hakkında hiçbir fikrim yok. Neyse, birazcık hayali karakter gömüp deşarj olayım bari. 

21 Ocak 2019 Pazartesi

101

***Yazının en başında önemli bir detayı belirtmek istiyorum. Başlığımızın yazacağım hiçbir şeyle alakası yok. Yalnızca bunun 101. yazı olduğunu vurgulamak istedim. O kadar.***
 Ya da belki vardır. Düşünün bakayım, başlığı okuyunca aklınıza ilk ne geldi. Vallahi bana biri durduk yere "Yüz bir!" dese, aklıma oyun gelir. Başka da bir şey gelmez.
 Bakın şimdi konuyu nasıl bağlayacağım.
 Oyun.
 Sadece masaya oturup, kart ve taşlarla eğlenmek veyahut vakit doldurmak adına uğraştığımız bir meşgale değil de yaşamın ta kendisi. Bizden her saniye oyun oynamamız bekleniyor adeta. Oynamayınca da beklentileri karşılayamadığımızdan kendimizi parçası olmadığımız  bir yarışmadan diskalifiye edilmiş olarak buluyoruz.
  Genelde oynuyoruz ama. Bir satranç tahtası başında dişli bir rakiple karşı karşıya kalan herkes hamle yapar. İşte, aşkta, ailede... Her sosyal alanda ve fazlasında!