7 Aralık 2019 Cumartesi

Yıl Sonunda İç Dökme Yazısı


  Geleneksel yıl sonu yazımızı yazmasak olmaz, değil mi? Aslında bu hafta başım öylesine kalabalık ki… Pazartesi gününe teslim etmem gereken iki (kazık gibi) ödev, iki de (kazık gibi) sınav var. Hepsi benim için çok önemli. Hepsi de ayrı efor istiyor.
   Öte yandan ben yine kendimi sözcüklerin toz pembe dünyasından uzak tutamıyorum,
masa başında size yazarken buluyorum. Bugün 7 Aralık 2019, cumartesi. Hava bulutlu, yağmur ha yağdı ha yağacak. Burnunuzu dışarı çıkarttığınız an buz kesiyorsunuz. Bunu biliyorum, çünkü sabahın kör vakti okula gittim. Neyse ki şimdi sıcacık odamda tek başınayım.
   Bu 2019 nasıl bir yıl oldu, hala anlam veremiyorum.  Çok garip bir his curcunası var içimde esasen. Özünde her şey bu aslında: Minnet doluyum.
   Alma-verme dengesi diye bir şey duydunuz mu? Benim için 2019’un özet cümlesiydi. Canımdan can koptuğu anda bile bir şekilde o denge sağlandı. Hayatım bana bir elimden alırken, öbür elime güzellikler tutuşturdu.

   Bilmem, kalbimi olabildiğince kirden pastan, saçma oyunlardan, hırstan, gereksiz rekabetten… tüm bu çağımızın “bulaşıcı” hastalıklarından uzak tutmaya çalıştığım için herhalde.
   Aranızda şu yukarıda yazdığım son iki satırlık yazıya burun kıvıranlar olabilir. Olacaktır. Beni kimsenin sevmeyeceğini, birilerinin benden nefret edeceğini, kötü dileklerde bulunacağını ve en ama en önemlisi birilerinin benim “kötü” biri olduğumu düşüneceğini hiç sanmazdım.Kimseye, bilmeyerek bile bir kötülük yapmadım, eminim. Varmış ama. Benim kötülüğümü isteyen biri varmış. Ve bu durum beni şu son birkaç gündür paranoyaklaştırıyor. 
 Elbette başkaları için yaşamadım, ne 2019’u, ne 2018’i… Başkaları diye adlandıramayacağım kadar fazla değerdeki insanlar için yaşadım. Öte yandan şimdi arkama yaslanıp baktığımda, bu yıl ne de çok nefret biriktirmiş insanlar içinde, benimle ilgili.
   Bunu buram buram hissettim. Özellikle şu son bir ayda. Beni tanımadığına inandığım insanların benimle ilgili düşünceleri beni bağlamıyor. Peki ya tanıyanlar? Onca emeğimi, iyi olma çabamı, insanları kırmamak için çırpındığım zamanları, bana taş fırlatana bahçemden çiçek koparışımı gören biri… nasıl ya, nasıl?
   Buradan bir şeyler yazıp da insanlara prim vermekten yoruldum. Ama bilsinler.  Hepsi bilsin.

  Her şeyden önce en yakınım yerine koyduğum insanın, evet bu satırlar sana, en ihtiyacım olan zamanda, halimi bilmesine, kimsenin göremediği kadar kırıldığımı ve yanımda olacak birine hiç olmadığım kadar ihtiyacım olduğunu bilmesine rağmen, saçma sapan bahaneler bütünüyle, hırsına yenik düşüp beni sap gibi bırakması; bu sene, hatta boş ver bu seneyi, ömrüm boyunca beni bu kadar derinden yaralayan; aynı zamanda da öfkelendiren başka hiçbir şey gelmedi başıma.  Soruyorum sana, ben sana böyle mi yapardım? Kırık dökükken, daha iki gün önce karşımda hüngür hüngür ağlamışken, o anlarda her şeyi bırakıp kendini düşünmeye ihtiyacın varken; attığın umarsız ve o kadar büyütülmeyecek bir twitten aptal bir kavga çıkarıp, adice (üzgünüm ama bu yaptığının başka bir ismi yok) seni öyle bırakır mıydım? Önceden yaptığın her şeyin değeri sonsuz gözümde. Bu sebepten de her daim sana kapım açık. Ama bu son yaptığın şey… onu asla. asla. asla. asla. asla. asla. unutmayacağım. Ahım olsun üstünde. Beni zaten üzgünken, daha da çok üzdüğün için. Ahım olsun.

  Neredeyse aynı anda, hayatımda çok önemli yerler kaplayan iki insanın da beni bırakması üzerine,  belki de hayatımın en güzel günlerini yaşamaya başladım. Hayatıma pozitif enerjili insanlar girmeye başladı. Eğlenmeye, gezmeye, görmeye, kendime odaklanmaya, yaşadıklarımın zevkine doya doya varmaya başlamak! Ne güzel şey bunlar, bir bilseniz.
   Sanki kangren iki uzvum varmış. Onları kendi başıma kesmeye korkuyormuşum, bütün  vücudumu hasta ediyorlarmış. Sonra sorunlar kendi kendilerine çözülmüşler. Minnettarım dedim ya ta en başta… Hayatımdan çıktığınız ve daha güzel şeylere yer açtığınız için çok minnettarım.

  Böyle olsun istemezdim. Gerçekten hiç istemedim. Hele seni (evet seni, bu satırlarım sana)  kaybetmekten o kadar korkuyordum ki, üstüne titriyordum. Ciddi ciddi şu ana dek gördüğüm en kötü insan senmişsin. Şu an istersen git duvarları yumrukla, istersen bana kin besle. Benim o kadar çok günahıma girdin ki… İki gün önceye kadar seninle ilgili, her şeye rağmen, iyi şeyler düşünebiliyordum. Sen benim saygısız, olgun olmayan biri olduğunu düşünüyormuşsun o sırada. Biri sana kötü bir şey dediğinde, savunabilecek kadar iyiliğine güveniyordum.  Sen benim küçük dünyamda arkadaşlarımla mutlu olmamı bile kıskanan, bu yüzden de onlara dil uzatabilen, muhtemelen kendi etrafındaki saçma insanlardan kaynaklanan bir durumu bana kolayca yıkıp üste çıkan, habis ruhlu bir insansın. Yine de en çok, attığın yalanı yüzüne vurduğumda inkar etmediğin an bittin benim için.
   Etrafında milyonlarca insan olsun;  her gün onlarla gez, iç, eğlen.  İstersen milyonlarca insan sana saygı duysun; senin kötü biri olduğuna inanmış ve bu duruma hala çok üzülen bir kişi var dünya üzerinde.  Her güldüğünde bunu, bana yaptıklarını hatırla. Çünkü bence en büyük günah  (yalanlarını filan artık gerçekten boş verdim.) birinin umutlarını kırmak. Benim, en büyük umudum senin iyi bir insan olmandı. Bana, seni neden hala sevdiğimi sorduğunda “İnsanların başlarına kötü şeyler gelebilir, ben senin karakterini seviyorum.” demiştim. Allah’ım,  ne kadar salakmışım!
  Sana da ahım olsun! O yük de sırtından hiç kalkmasın.

  Şu paragrafları silsem mi, diye düşünüyorum. Silmeyeceğim. Çünkü çok doldum. İnsanların, kendi yaptıklarının ayıbının farkına varmalarının ardından özür dilemek yerine üste çıkmalarından çok yoruldum. Özür dilerim, 2019 yazısını bu iki iğrenç mevzuyla kirlettiğim, daha doğrusu  onca cinayet, tecavüz, savaş, açlık varken, şu iki dakikalık okuma sürenizde sizle hiç alakası olmayan şeylerle kirlettiğim için.

  Hep kötü şeyler odaklanmış gibi hissetmek istemem. Kötü şeyler tecrübe ettiğim kadar iyi şeyler de gördüm 2019’da. Ya bir kere artık ben bir balık annesiyim artık. Kloropatra (Kleopatra değil) ve Sadrazam isimli iki balığın tın tın yüzdüğü, her sabah uyanır uyanmaz bakmaya koştuğum küçük bir akvaryumum var. Fal çok bakarım/baktırırım lakin hiç inanmam. Fakat bir keresinde bir arkadaşım bana birilerinin balık hediye edeceğini, o balıkların da bana çok iyi geleceğini söylemişti. Gerçekten öyle oldu. Bu sene mutluluktan havalara uçtuğum en güzel sürpriz arkadaşlarımın bana iki küçük canlıyı hediye etmesiydi. (Kamu spotu*** satın alma sahiplen :P )
   Kendi olgun yönümü ve çocuksu yönümü, dip köşe keşfettiğim bir yıldı. İki yönümle de gurur duyuyorum. Gurur duyma sebebim de ikisini de yerinde ve vaktinde kullanıyor olabilmem.
 
  Ay ne çok film izlemişim... Bir not defterim var, aylık bir şekilde izlediklerimi yazıyorum. Aralık henüz bitmediği için tam rakam veremesem de bir sürü kurgusal dünya gezdiğimi söyleyebilirim bu sene.
  Kitaplara gelirsek… Bu sene beni derinden sarsan bir eser okumadım. Yine okudum elbette lakin hiçbiri beni öyle çok etkilemedi. Yalnız sevdiğim yazarlardan birinin imza gününe gitmek nasip oldu. İmzayı kaptım kapmasına da; o aşık olduğum, sayfalarca okuduğum, üstüne bloga da yorum yaptığım serinin yazarı dünyanın en yabanıl insanı çıktı ya! Adamla iki kelime sohbet edemedik resmen. Tamam, aramızda belki ufak bir lisan problemi vardı amma ve lakin bence benim İngilizcem bizi götürürdü. (Bir keresinde metrobüste İngiltere Konsolosluğunu soran bir amcayla Trump hakkında konuşmuştum,ingiliççe, vallahi yalan değil, inanmıyor musun.......)

   Her şeyden öte, bu sene çok eğlendim. Eğlencenin dibine vurdum. Özellikle son dört ayda. Yalnız yolculuk yaptım, yeni yerler gördüm, benden çok farklı düşüncelere sahip insanların görüşlerini dinledim, bol bol fal baktırdım, arkadaşıma metrobüs çarptı (buna hala gülüyorum, eklemesem olmazdı sorrrrrryyy), kitap fuarında kendimi kaybedip tüm birikmişimi kitaplara yatırdım, meditasyona başladım, çok güzel bir doğum günü geçirdim (trajikomik olaylar silsilesine yakalandık da…), yeni insanlar tanıdım, eski insanları da tanımış bulundum,  sabahlara kadar yazı yazdım, sabahlara kadar sohbet ettim, kendime sırdaşlar buldum, kivi çayı içtim... Kendimi buldum.
  Artık hayattan ne istediğimi bilen bir insanım. Bu sene içerisinde tanıştığım biri bana hayata gelme amacını araştırırken ateist olma kararı aldığını söylemişti. “Biz bir amaçla geliyoruz buraya, bu da Allah’a tapmak olmamalı.” demişti. Ateist filan olduğum yok elbette ama o konuşmayı unutamıyorum. Çünkü çok haklı.
   Cümlesini  küçük bir ekleme yaparak düzelteceğim: ”Biz bir amaçla geliyoruz buraya, bu da ‘sadece’ Allah’a tapmak olmamalı.”  Amacımız olmadan, hayvanlardan ne farkımız kalır bizim? Ya da sadece yeyip içip malum ihtiyaçlarımızı görüp, arada da üç beş kuruş maaş aldığımız bir işe bağlı, nasıl hayat sürebiliriz? Ben bunu istemiyormuşum. Hayatlara dokunmak, o hayatlarda iz bırakabilmek; daha doğrusu o hayatlarda sevgiyle iz bırakabilmek istiyormuşum. İnsanların iyi tecrübesi olmak istiyormuşum.
   Ne diyeyim, 2020’de olur mu böyle şeyler? Veya çoktan olmuş mudur? Ay bu yazı bütün enerjimi sömürdü ha!
  Kısacası, 2019’a on üzerinden altı veriyorum. Benim tatlı canımı sıkan her şeye de (kişilere değil sadece, olaylara, kurumlara, filmlere, ödevlere, sınavlara..) ünlü düşünür Killa Hakan'ın sözünü iletiyorum: "SEN ANAN YANİ." Hatta videoyu da ekliyorum ki azıcık boş mizah yapıp gülelim.

Her sene yazdığım klasik dilek cümlemle de konuyu kapatıyorum. Amma boş yaptım he.

Gelenin gideni aratmaması ve en kötü yılımızın böyle olması dileğiyle…

1 yorum:

  1. Ayağımı eziyordun diye babana çıkışan bir dayı vardı anlatmıştın hikaye aklımdan çıkmamış bilmiyorum niye bu var zihnimde ama aklına gelsin tebbesüm et mutlu ol

    YanıtlaSil