
Öte yandan kitabı yorumlamaya başlayacak olursam; adının aksine çok güzeldi. Zihnimdeki güzel kitaplar sıralamasında ilk beşe girdi. Okurken biraz oyalandım ama kaybettiğim tüm zamana değdi. Sanırım etkisinden uzun süre çıkamayıp, millete sürekli anlatacağım bir kitap.
Konusunu merak ediyorsunuzdur şimdi. Şöyle anlatayım: Nastya dört yüz küsür gündür sessizlik yemini etmiş bir kız. Gerçi kendi sessizlik yemini etmediğini söylüyor ama, bence öyle. Neyse konuya dönelim...

Her neyse; Nastya, oturduğu yerden uzaklaşmak için teyzesinin yanına taşınıyor ve yeni bir okula başlıyor.
Bir de Josh var. Büyük babası hariç tüm aile bireylerini kaybetmiş Josh... Herkes teker tekerr ölmüş ve Josh tek başına kalmış. Marangozluk takıntısı olan Josh... Nastya'nın konuşmasını sağlayacak Josh...
Bu ikisinin yolu Josh'ın kendini beğenmiş ama tatlişko olan arkadaşı Drew sayesinde kesişiyor. Açıkçası benim kitapta en sevdiğim karakter Drew'di. Her ne kadar sorumsuz olsa da...
Katja Millay'ın yazdığı bu kitapta, hiçbir karakterden nefret edemiyorsunuz zaten. Etseniz de uzun sürmüyor, kitabın sonunda hepsini bağrınıza basıyorsunuz.
Bu tür aşk hikayeleri genelde beni ağlatır. Fakat Her Şey Bitti Derken'in son sayfalarını okurken yüzümü tebessüm kapladı. Kitap bitti ve ben kitaba sarılma ihtiyacı hissettim. Özellikle o son paragrafın, Nastya'nın son sözünün altında yatan anlam beni o kadar çok etkiledi ki, anlatamam.
Kitap adı ve arka kapak yazısının aksine, gayet orijinal bir konuyu ele almış ve asla klişelere sığmıyor. Aynı Yıldızın Altında, Senden Önce Ben tarzında ama daha güzel. Hatta tam da bu yüzden hala tanınmamış olmasına inanamıyorum. Hepsinden daha güzel bir konusu var ve film olmayı fazlasıyla hak ediyor.
Belki ileride sinema ekranında izleriz bu kitabı. Belli mi olur?
Sanırım söyleyecek başka sözüm kalmadı. En iyisi kitabın güzelliğini, yazacağım alıntılarla size ispat edeyim. Buyrunuz:
"Josh'un karanlık, dile getirilmeyen pişmanlıklarla dolu arabasında, el ele tutuşmuş halde ne kadar oturuyoruz bilmiyorum. Tek bildiğim, dünya üzerinde hiçbir hikâyenin ya da sırrın, el ele tutuşmaya engel olamayacağını anlayacak kadar uzun bir süre olduğu. "
"Seni bir arada tutacak bir şey yoksa paramparça olmak o kadar kolay ki."
"Ve o zaman anlıyorum, aslında bana verdiğinin bir sandalye olmadığını. Bu bir davet, bir hoş geldin karşılaması. Bana oturacak bir yer değil, ait olacak bir yer veriyor.
..."Doğum günün kutlu olsun Günışığı," diyor. "Elimin adam gibi iş görmesini diledim," diyorum, arabaya bindiğimizde. İlk ve en kayda değer dileğimdi bu. "Bense bu akşam annemin burada olmasını diledim. Olmayacak bir şey, biliyorum, ama diledim işte," diyor omuz silkerek. Sonra da bana dönüp, beni benden alan mahcup bir gülücük atıyor. "Onu bir daha görmek istemen çok doğal." "Aslında onu görmeyi değil de, " diyor, gözlerinde on yedi yıldan daha derin bir bakışla, "onun seni görmesini diledim.
"İnsanlar sevginin koşulsuz olduğunu söylüyorlar ama öyle değil. Öyle olsa bile hiçbir şey bedava değil. Ucunda hep bir beklenti oluyor, karşılığında hep bir şey isteniyor. Mesela, senden yapılanların karşılığında mutlu olman beklenebiliyor. O zaman ne oluyor? Sen mutlu olmazsan onlar da mutlu olmayacağı için otomatikman suçlu durumuna düşüyorsun. Onların istediği gibi olmak, senden beklediklerini hissetmek zorundasın. Neden? Çünkü seni seviyorlar ve onlara istediklerini vermezsen kendilerini berbat hissediyorlar. Onlar kendilerini berbat hissedince sen de kendini berbat hissediyorsun. Sonra ne oluyor? Herkes kendini berbat hissetmeye başlıyor. İşte ben böyle bir sorumluluk istemiyorum."
"İnsanların karanlıkta olacaklardan korkup gündüz vakti başlarına gelecekleri umursamamaları beni çok şaşırtıyor. Güneş onları dünyanın kötülüklerinden koruyacakmış gibi. Ama korumuyor. Güneş ne yapıyor biliyor musunuz? Size tatlı tatlı fısıldıyor, sıcaklığıyla aklınızı çeliyor, sonra da tutup yere yapıştırıyor. Kısacası gün ışığı sizi hiçbir şeyden korumuyor. Kötülüğün bir saati yok yani. "
"Büyünün ya da mucizelerin olmadığı bir dünyada yaşıyorum. Kâhinlerin veya şekil değiştiricilerin, meleklerin veya sizi kurtaracak süper kahramanların olmadığı bir yer burası. İnsanların öldüğü, müziğin dağılıp parçalandığı, her şeyin berbat olduğu bir yer. Gerçekliğin ağırlığıyla yere öyle bir yapışmış haldeyim ki, bazı günler ayaklarımı kaldırıp yürüyebildiğime bile şaşırıyorum."
Böyle güzel kitapların çoğalması dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder