23 Ağustos 2016 Salı

O Zaman Dans!

Herkese kocaman merhaba. Dünkü yazının üstüne çok efsanevi bir şey oldu. Yarrabbim ne büyük sevinçler bunlar! Resmen mutluyum en sonunda. Anladım ki; zor zamanlar da geçiyormuş. Üzüntü, sıkıntı filan geride bırakılabiliyormuş. Bunu yapmak için de yapmamız gereken tek bir şey
varmış: Devam etmek.
Devam etme kararımı üç gün sonra verdim. Olan olmuştu ve elimden bir şey gelmezdi. Ben de gözlerimi kapattım, açtığımda ise gördüğüm tek şey geleceğimdi. O noktadan sonra ideallerime odaklanmaya karar verdim. Hayallerime döndürdüm tüm düşüncelerimi. 

Zaten çok geçmeden de başıma çok güzel bir şey geldi. Adeta bir işaret. Doğru yoldasın, böyle git işareti.
Hepimizin başına gelmiştir böyle bir şey elbette. Hani bir şarkı var ya, ben pek sevmem o şarkıyı ama şu sözü tam beni anlatıyor: "Her şey bitti derken, şansım döndü birden." Başıma gelen olay bu. 

"Ne oldu da bu kız böyle sevindi?" diye merak ettiğinizi duyar gibiyim. Hayır efendim, Wattpad kitabıma yayın evinden istek filan gelmedi. Hayır, piyangoyu da tutturamadım maalesef. Belki de çok çok büyük olmayan bir şey oldu. Pinkfreud dün yazdığım yazıyı okudu! İnsanlık için küçük, benim için dev adım, DEV.

Ama bana böylesine güç veren olaylar bununla sınırlı değil. Size kronolojik olarak, bana dünyaları fethedebileceğim kadar güç veren dört muhteşem olayı anlatacağım. Ama baştan uyarayım, öyle abarttığım gibi mucizevi şeyler değil.


1: Demi'nin Gelişi

Vallahi bazen Demi Lovato sevgim yüzünden ergen olduğumu düşünüyorum. Aman kime ne benim ergenliğimden? Hannah Montana izlediğim o küçücük yaşımdan beri dinliyorum kadını. Çok güzel değil, moda ikonu da değil. Hatta bazen iğrenç giyiniyor. Ama seviyorum. Sesi güzel. Zaten birini sevmem için tek bir neden yetiyor. Mükemmeliyet aramıyorum. Birinden soğumam için de tek bir neden yetiyor ama neyse... Konumuza dönelim.

Aylar önceden aldığım haberle 2014 yılında Demi'nin Türkiye'ye geleceğini öğrenmiştim. Biletix sık kullanılanlarımda öylece bekledim biletlerin satışa çıkmasını. Ve konsere gittim. Yaklaşık 1.60 olsa da sesiyle bana güç veren kadını görebildim. 
Zaten sahneye ilk çıktığı an benim gözlerden anlam veremediğim bir sıvı akmaya başladı. Meğersem gerizekalı gibi ağlıyormuşum. Ne manaysa artık. Konser boyunca da durmadı o yaşlar. Millet dans filan ediyor güle oynaya, benim iğrenç cırtlak üstüne üstlük ağlamaklı sesim bütün çektiğim videoları sabotaj etmiş. 

Neyse ne, hayatımın en güzel günlerinden biriydi. Konserin verildiği alanı zar zor bulsak da, hatta kaybolma tehlikesi atlatsak da çok güzeldi. Hala da anlatırken o anki heyecanımı hissederim. Bir de iki senede ne kadar olgunlaştığımı düşünürüm. 

2: Sarah Jio Sırası

Sarah Jio'yu kitap kurdu bir arkadaşım sayesinde okudum. Mart Menekşeleri'ni okur okumaz tarzına bayılmıştım. Sonra bir diğer kitabı, bir diğeri derken bir bakmışım kadını tüm sosyal medya hesaplarında takibe almışım, üstüne bir de kanım ısınmış.
Her ne kadar kitaplarının kurgusu birbirine çok benzese de, Sarah Jio benim için idollerden biridir. Sonuçta dünyada adını duyurabilmiş bir yazar ve ben kimim ki onu eleştiriyorum.

Yine bana Sarah Jio'yu anlatan arkadaşım, onun Tüyap'a geleceğini söyleyince heyecandan kalp krizi geçirecektim. Dakikaları saymıştım o büyük gün gelene kadar ki nihayet gelmişti.
Ama bir sorun vardı. Sarah Jio'nun imza sırası, sırat köprüsünden geçme sırasına benziyordu. O kalabalık, o boğucu hava... Bir de tam vaktinde orada olmamıza rağmen güvenlik tutturdu "Size sıra gelmez." diye. Şom ağızlı adam, haklı çıktı. İki saat filan geçti biz hala öylece ayakta dikiliyoruz. Bir arkadaşım gidiyor ön tarafa ne kadar kaldı diye bakmak için, bir ben. Olacak iş değil. Bize sıra gelmesi imkansız.

İş başa düştü dedim ben de en son. Yarım saat filan kaldı çünkü kadının gitmesine. Resmen ellerimizden kayıyor. Tamam uzaktan da olsa gördük ama bana yeter mi? Yetmez. Resmen hayal kuruyorum kadınla konuşacağım diye, azıcık bir mesafe kala, kadın, imzaları almadan gidecek. Hayır olmaz, katiyen izin vermem.
Aldım arkadaşımın kitabını elime, iki elim kitap dolu. Gittim ön taraflara. Amacım kaynak yapmak değil. Eğer birini ikna edersem, en azından kitapları imzalatayım istiyorum. Vereceğim iki kitabı birine kendininkini imzalatırken bizim kitapları da imzalatacak. Plan bu.

Kalabalığı yararak geçtim güvenliğin arkasına. Sırada olanları ayırmışlar kırmızı kurdele ile. Kurdelenin diğer ucunda da bir tane çocuk, sevgilisiyle sıra bekliyor. Allah o çocuğun ne muradı varsa versin yemin ederim. Sarah Jio'dan daha zengin olsun. Villarada yaşasın Ferrari'lere binsin. Kitabı vermek için rica ettim, "Ben sıradan çıkacağım, sen gir benim yerime." dedi. İşte şans mı desek kader mi bilmiyorum, girdim çocuğun yerine sıraya.
Bir arada arkadaki arkadaşıma uzanıp bakmayı akıl ettim. Bana "Ne oluyor?" der gibi baktı. Keşke onu da alabilseydim yanıma. Bir onu, bir de sırada muhabbet ettiğimiz kızı.
Neyse ben kırk yılda bir uyanıklık yaptım, sırada önlere geçtim. Bir kişi sonra ben gideceğim Sarah Jio'nun yanına. Elim ayağım titriyor. Kalbim resmen göğüs kafesimi kırıp geçmek istiyor. Ellerim titreye titreye fotoğrafçı çocuğa telefonumu verdim, yavaşça Sarah Jio'nun yanına süzüldüm.

Yarım yamalak İngilizcemle "Can I hug you?" dedim. "My friend can't came here, can you sign this book to?" filan dedim. "I love you." dedim. Dedim de dedim vallahi. Ama beyinsiz fotoğrafçı çocuk sarılırken resmimizi çekmemiş. Kafasına taş yağsın.
Asıl aksiyon sıradan çıktığımı gören arkadakiler sayesinde oldu. Paçoz bir tanesi "Bu kız nasıl gitti aldı?" diye çemkirdi. "Terbiyesiz." diye bağırdılar. Vallahi çok isterdim onlara da kaynak yaptırabilmek ama yaptığım kaynak sayılmazdı zaten. Adam sırasını bana vermişti yalnızca. Ama muhabbet ettiğimiz kız sesini çıkarmamıştı. Sadece ağlamaklı bir ifadeyle bana bakmıştı. O an, o kız için üzülmüştüm ne yalan söyleyeyim. Ama diğer cırtlak kıza hiç üzülmedim. En kötü beddualarım onunla olsun.
Neyse biz kaçtık elimizde imzalı kitaplarımızla. Akşam da eve döndüğümde hayatım boyunca unutmayacağım bir anı yaşadığımı biliyordum.  Kasım 2015'in bana getirdiği bir anı... Her kasım ayı bana müthiş geliyor zaten. Bu kasımı da dört gözle bekliyorum.

3: Ben Barnes Fav Attı!

Wattpad'de dandik bir hikaye yazdığımı biliyorsunuzdur umarım. Bilmiyorsanız da şimdi öğrenmiş oldunuz. Bir de şunu bilin, yazdığınız hikayeye cast ekleyebiliyorsunuz. Ben de baş rol erkek karakterimi Ben Barnes olarak seçmiştim. Hikayeye başlamadan önce bir dergide görmüştüm kendisini. Sonra da namı değer Prens Kaspiyan olduğunu öğrendim. Adama hayran kaldım.

Öyle bir hayranlık ki; bir süre telefonumun ekranında fotoğrafı vardı. Saçma olan bir filmini bin defa filan izlemiştim. Attığı her twiti hem rt hem de fav yapıyordum. Çok da ünlü değil ya, belki takip eder diye düşünüyordum.
Bu ergen tavrımdan kurtuldum şükürler olsun. Ama adamın Westworld isimli yeni dizisinin çıkacağını duydum. Ben de hatrı kalmasın, şimdi gözleri benim atacağım twitleri arar diye Ben Barnes'a twit attım. Favımı aldım.

Ne diyordum ben? İnsanlık için küçük, benim için  DEV adım.

4: Pinkfreud

Bu anlatacağım olay dün oldu. Nerden başlasam, nasıl anlatsam bilmiyorum. Sanırım beni şu anlattığım olaylar arasında en çok mutlu eden şey bu.
Yukarıda az-çok bahsettim.Ama ayrıntılarla anlatmak istiyorum.

Dün Yaz Kitapları serisinin dördüncü yazısında Pinkfreud'un "Sorun Bende Değil Sende" adlı kitabından bahsettim biraz. Pinkfreud'u her yerden takip ediyordum zaten. Şansımı deneyeyim diye düşündüm Snapchatten yazının ss'ini attım. Twitterdan da paylaştım.
Cana yakın yazarımız bana hemen cevap verdi. Yazıma hemen bakacağını söyledi. Allahım resmen yatakta zıpladım. Dans filan ettim kendimce. Sonuçta blog açma sebebim, severek takip ettiğim biri. Ve benim blog yazımı okuyacak. Acaba yanlış hesaba filan mı attım diye kontrol ettim. Hayır, her şey doğruydu.

Tabii  durur muyum? Durmam. Başladım hayaller kurmaya. Neyse hayallerimden bahsedip kendimi rezil etmek istemiyorum. Ama baya bir hayal kurdum hatta olayın cıvkını çıkardım diyebilirim.

Bir de gittim tekrar yazdığım yazıyı okudum. Kızdan resmen kırk yıllık kankammış gibi bahsetmişim. Pinkfreudçuğum ne? Başıma eşşek arısı konsun inşallah. Sanki asker arkadaşım da aynı cephede savaşmışım. O ne öyle yılışık yılışık?

Yine de Pelin Abla (nasıl hitap etmem gerektiğini inanın bilmiyorum) ya da Pinkfreud twitime mention atmış, teşekkür etmiş. Asıl ben teşekkür ederim. Beni gerçek dünyaya geri döndürdü. Yazar olma hayalimi hatırlattı.

Yüzsüzlük yapıp bu yazıya da ona Snapchatten ulaştırmak isterdim daha fazla yılışmak istemediğimden yapmıyorum. Ama burada dursun. Ne zaman canım sıkılsa tüm yazıyı okuyup ben neymişim ben diyeceğim. Yani gittim Sarah Jio'ya sarıldım, bence büyük bir şey bu, değil mi?

Şu sıralar hayatımın milli şarkısı Meghan Trainor - Me Too. Ego kasıyorum anlayacağınız. Bilmeyenler bir dinleyip anlamına baksın. (Gözlüklü emoji)

Şimdi gidip kalın kitabımı okumaya devam edeceğim. Zaman ayırıp benim über ergen hikayelerimi okuduğunuz için size de teşekkür ederim.

Dev adımlarla yolunuza devam etmeniz dileğiyle...

-Karamsarpollyana-




























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder