13 Şubat 2019 Çarşamba

Oscars 2019 #4: Green Book

 Oscars yazılarımızın dördüncüsüne gelmişiz. Ödül törenine az bir zaman kaldığından son iki yazıyı arka arkaya yayınlayıp kurtulma kararı aldım. Neye bir hevesle başlasam sonlara doğru kurtulmak için çırpınıyorum. Durup durup diyorum ki."Sen sanki çok bilgili bir sinema eleştirmenisin, satırlarca film yorumluyorsun." Sonra da kendimi savunuyorum kendime karşı. "Blog benim blogum istediğimi yazarım!"

  Filme gelelim. Bu sene izlediğim en kaliteli filmlerden biri. Hiç sıkmayan, baymayan, her anını dikkatle izleyeceğiniz mükemmel bir yolculuk filmi. Siyahi bir piyanist, turneye çıkıyor. İtalyan bir adam da ona şoförlük yapıyor. Konuyu en basite indirgeyerek böyle anlatabilirim size.
  Verilmek istenen mesajlar etkiledi beni. Bir de gerçek hikayeymiş! Bak gözlerim dolu dolu oldu yine. Ön yargılarınızdan kurtulun arkadaşlar ya. Kimseyi ilk gördüğünüz anda aldığınız izlenime göre yargılamayın. Hatta fikirlerinizin değişmesine izin verin. Yıllar sonra bile bazı insanlar sizi şaşırtabiliyor.

 Bir de Viggo Mortensen sen ne biçim bir yeteneksin ya? Bu filmdeki o cahil ama sıcak karakter nasıl nasıl nasıl benim canım Aragorn'um ile aynı insan olabilir? Kilo filan da almış. Gerçi yaşlanmış da baya. Olsun. Aragorn'un asaletinden eser yoktu. Ki bu iyi bir şey. Adam cidden güzel oynamış. Hemen verin şuna Oscar'ını!
  Mahershala Ali... Onun oyunculuğuna da diyecek söz bulamıyorum. O yetenekli piyanist havasını çok iyi taşımış. Aynı zamanda da itilmiş kakılmış lakin gururlu bir insanın kumaşı da üzerine cidden güzel oturmuş. Bazı sahnelerde acaba bu yapılanların benzerini gerçek hayatta da yaşadı mı diye merak ettirdi. Bu ırkçı Amerikalılar var ya onlaaarrr... Neyse sinirlenmeyelim şimdi durduk yere.
  Bütün oyuncuları öveceğim bana kalsa tek tek. Lakin yazıyı çok uzun tutmak istemediğimden bir cümlede bu işi aradan çıkarıyorum. "Cast mükemmeldi!"

  "Dünya, ilk adımı karşıdan bekleyen yalnız insanlarla dolu." filmde en sevdiğim replik de buydu.
Yalnız bizim piyanist Don'un ailesiyle ilgili edilmiş bu sözün altından bir şey çıkmadı. Filmle ilgili de kötü yönde eleştirebileceğim tek kısım budur. Keşke Don noelde kardeşini arasaydı... Yine de gerçek hikayeden alınma olduğu için ve gerçek hayatı değiştiremeyeceğimizden laf etmiyorum fazla.

   Film tüm ayrımcılık yapanları tek hamlede eleştirmiş. Homofobikleri, ırkçıları... Başka da
aklıma gelmedi. Çok sinir oluyorsunuz izlerken. Zaten ben sinir olacak yer arıyorum. O takım elbise sahnesinde ve nezarethane sahnesinde televizyona elime geçen ilk şeyi fırlatmamak için kendimi zor tuttum. Bu nedenle sinir hastasıysanız, ekran başına geçmeden önce deli gömleğinizi giymeyi unutmayın.
 Çok çok sevdiğim diğer bir kısım ise mektup olayıydı. Bizim şoför Tony eşine mektup yazamayınca araya biraz romantiklik koymak için Don'dan yardım alıyor, sonra evde adama Shakespeare lakabı takıyorlar. Neyse filmin son sahnesinde göreceksiniz ki biz kadınları kandıramazsınız :))))

 Böyle nostaljik filmler beni aşırı mutlu ediyor. Yine aynı zaman diliminde geçen, yine gerçek bir olaydan alıntı olan, konusu da baya benzeyen bir film önereyim size: Hidden Figures. İki sene öncenin çok konuşulan filmlerinden. Kaç Oscar almıştı bilmiyorum fakat beni etkilemişti. Hemen listenize ekleyin.

Green Book o kadar iyi olmuş ki, yazacak tek kelime sözüm yok şundan başka: İzleyin! Üf inşallah Roma konmaz En İyi Film ödülüne de canım Green Book alır.

Kısa ve öz film yorumumu da böylece bitiriyorum. Serinin son yazısı ise bugün yarın gelir.

Bu tür filmleri daha çok izleyebilmek dileğiyle...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder