Film boyunca hep bir şeyleri tahmin etmeye çalıştım. "Aman bence Cleo'nun başına bu gelicek." "Yok şimdi bu salak çocuk boğulacak." "Tüh bak kadının kadehi kırıldı kesin uğursuzluk olacak." Arkadaşlar, sizin bu tüm kötü tahminleriniz filmde çıkıyor. Dram filmlerinin korku filmi olmuş bu. Ekrana bakıp "Bak Cleooo, şu iğrenç şerefsize güvenmeee, bu seni bırakıp gideceeeek." diyorsunuz aynı korku filmlerindeki baş rolün o karanlık odaya gitmesini engellemek istediğiniz gibi.
Temelde kadınların kendi ayaklarının üzerine durmak zorunda olduğunu aşılamaya çalışmışlar. 70lerin ortasındaki, orta sınıf, dört çocuklu bir ailenin yaşamı anlatılıyor. Benim daha çok çıkardığım sonuç bu erkeklerin topunun sorunlu birer gerizekalı olduğuydu ama... Tüm sevdiğim erkeklerden özür diliyorum ama öylesiniz yani...
Film başlarda biraz sıkıyor sizi. Çok sakin ilerlediği için olsa gerek. Hani büyük bir patlama olacak, şimdi olayların içine sürükleneceğiz diye bekliyorsunuz. Sonra bir bakmışsınız zaten olayların içindesiniz, zaten her şey karışmış... Siz anlamadan ince ince bilinç altına sızan ilginç bir sinema sanatı var filmde. Sanıyorum ki en etkileyici bulduğum kısım da bu ROMA'da.

Size aşırı sıcak bir aile ortamı sunmasa da, baş karakterimiz evin çalışanı Cleo'nun sıcaklığı sizi sarıp sarmalıyor, bu da izleyiciyi doyuruyor. Evin çocuklarını kendi çocukları gibi sevmesi, koruyup kollaması... Koca evin sessiz elleri Cleo beni aşırı derecede etkisi altına alan kaliteli bir karakter olmuş.
Sevmediğim küçük bir kısım var. O da tüm filmi Cleo'nun bakış açısından izlememiz. Oysaki onun yaşadığı zorlukların bir benzerini evin annesi de yaşıyor. Kelimenin tam anlamıyla dört çocuğuyla ortada kalıyor kadıncağız. Sırtında bir de çalışanlarının, kendi annesinin yükü. Filmde onun hikayesine de hatrı sayılır ölçüde yer veriliyor fakat keşke birazcık daha onun bakışıyla izleyebilseydik. Neyse, her güzelin bir kusuru vardır.

Tüm bu küçük detaylara odaklanıp, filmin ilk yarısında sıkılmadan sonunu getirebilirseniz kesinlikle beğeneceğiniz bir film. Seslerin yerinde kullanılışını, çekim kalitesini filan saymıyorum bile.

ikisi de Yabancı Dilde En İyi Film adayı. Niyeyse ben Cold War'ı daha çok sevdim. Konusuyla, çekimiyle, oyunculuklarıyla bana daha çok hitap etti. Ama bu tesiri sadece bende bırakmış olacak ki şöyle bir internette dolaştığınızda herkes bu sene bu daldaki Oscar'ı ROMA'nın alacağını söylüyor. Bence de öyle olacak. Maalesef...
Yazıyı sonlandırmadan farkına vardığım bir şey daha söyleyeceğim. Cleo, Lilo ve Stitch'deki Lilo'ya benziyor. Allah affetsin resmen çizgi film karakterinin gerçek hayattaki hali kadın. Alın bu ibretlik tespiti hayatınızın neresine koyuyorsanız koyun artık...
Benden bu kadar. Son üç yazıyı bir günde çaaat diye yayınlayıp Oscar macerasından kurtuluyorum. Ödül töreni 25 Şubat'ta. Geçen sene de bu kadar yazdığım için sadece beş tane film yorumladım ama bu sene adaylığı olan çok film var. Bohemian Rapsody, Vice (canım Chirsitan Bale oynuyor. Henüz izlemedim ama belki Oscars Bonus yazısı gelir izledikten sonra), The Favourite, First Man... Eee 12 gün içinde izleyin izleyebildiğiniz kadar bunları. Piyasaya nispeten güzel filmler. Boş boş kafelerde ömür tüketmektense azıcık kültürlenirsiniz.
Bir dileğiniz bir arzunuz yoksa gidip yüz bininci kez LOTR izleyeyim. Yeni yazı ne zaman gelir bilmiyorum. Arada sırada üstüme çullanan bunalımım geri döndü ve bu sefer nedensiz. Neyseki akıllandım bu sefer "Blogu bırakıyorum yhaa." saçmalığına girişmeden edebimle depresyona giriyorum.
Çok öptüm sizi canım okuyucularım.
Film olacak hikayeler yaşamak dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder