
kulağıma durmaksızın bu sözü fısıldayıp duruyor. İnanın ki, bu cümle duyması hoş bir cümle değil. Acı bir gerçek. İnsanı da azıcık rahatsız, birazcık huzursuz, bir miktar da mutsuz ediyor.
"Aslında sahip olduğun hiçbir şey senin değil... Mutluluğun bile tam anlamıyla sana ait değil. Ya biri tarafından mutlu edildin ya da kendi kendini ettiğin an alındı elinden. Hiç o mutlu andayken huzurlu hissedemedin bu yüzden. Alınmasa da bir paranoya sardı seni, kaybederim korkusundan tadını çıkaramadın."
Yalancı iç ses! Alacağın olsun e mi! Sana mı kaldı bana gerçekleri söylemek? Yok efendim mutluluk bile benim değilmiş de bilmem ne... Boş yapma, boş!
"Peki ya bu zamanın sana ait olduğunu mu düşünüyorsun cidden? Zaman sana aitse durdur bakalım becerebiliyor musun? Geriye git, hatalarını düzelt. Onu da yapma, tamam. Geleceğe git öyleyse. Şöyle bir 5-10 yıl sonrasına mesela... Öğren neler olacak, ona göre adımlarını at. Yoook ama yapamazsın ki. Meydan okuyorum haydi sana. Yapabilirsen her şey senin olsun, daha tek kelime etmem."
Bak yine saçma saçma konuşuyorsun. Ne diye benden imkansız şeyler istersin? Zaman benim zamanım istediğim gibi değerlendirdiğime göre.
"Gerçekten istediğin gibi mi değerlendiriyorsun? Ya gerçekten soruyorum sana, bakın etrafına, hesabını yap da cevap ver: Aslında sana ait olmayan bu hayatın istediğin gibi mi? İstediğin gibi mi yaşıyorsun her şeyi?"
Amaaan canım, ufak pürüzler hep olacak. Dört dörtlük olan bir yaşantı var mı sanki? Örnek ver, hem zeki, hem çevik, hem güzel görünüşlü, hem sosyal, hem zengin... bütün iyi özellikleri taşıyıp kötülerden hiç almamış bir isim söyle. Ayrıca ne demek aslında bana ait olmayan hayat?
"Başkalarına göre yaşıyorsan, o hayat tamamıyla senin sayılmaz. Dedim sana, diyorum, sürekli de tekrar edeceğim işte. Hiçbir şey yüzde yüz senin değil. Ellerine bak bomboş. Sen de biliyorsun bunu. En yakın arkadaşını düşün. Sadece senin en yakının mı mesela? Aynı şekilde sen de onun en yakını gibi hissedebiliyor musun, yoksa eksikliğin farkında mısın?"
Ne olacak yani kimse bana mecbur değil.
"Olmasını isterdin. Aynı şekilde hissetmek isterdin. Yani, mecbur olduğun insanların da sana mecbur olmasını... Senin onları el üstünde tuttuğun gibi onların da seni tutmasını. Kırmaya, incitmeye korkmasını... Konuşmadan önce yüzüne bakıp, vereceğin tepkiyi hesaplamalarını, güzel şeyler söylemelerini... korkularını dindirmelerini... bazen sen söylemeden anlayabilmelerini... ya da bazı şeyleri söylemeden hareketleriyle anlatabilmelerini... Kısaca sana porselen bir bebek gibi davranmalarını isterdin. Ne kadar narin olduğunu anlayabilmelerini, ona göre hareket etmelerini... İtiraf et. En azından kendine söyle bunu!"
Her insanın değer gösterme biçimi farklıdır. Bazısı kaybedince anlar mesela. Bazısı düşüncesiz sever. çünkü nazının geçtiğini bilir. Kimisi hoyrat sever. Kimi dost acıyı söyleyerek sever...
"En iyi şekilde sevilmeyi hak ediyorsun."
Bu gibi kendi içimdeki tartışmalar işte... Amaaan hiç düşündüğüm gibi değil vallahi! Belki de hiçbir şey bizim değildir, iç ses haklıdır. Belki de halt etmiştir.
Fakat ucundan kenarından, az da olsa bir şeye tutunabildiysem, kendimle gurur duyarım.
Her şey olabilir hayatta. O kutunun içinden salatalık da çıkabilir tablet de... Anlatabiliyor muyum?
Galiba hayır.
Neysssse.
Sağlıcakla bir sonraki yazıda buluşabilmek dileğiyle.. Musmutlu olmak dileğiyle... Güneşli, güzel günler dileğiyle... Kimsenin kafayı yememesi dileğiyle... Kavgaların susması dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder