Seçim gündemini
takip etmek varken yolunuz bir tık sayesinde bu bloga düştüyse, artık yazıyı
sonuna kadar okumakla yükümlüsünüz demektir. İstediğim kadar saçmalayabilirim.
Kafa dağıtırız.
Şehir koşuşturması, gündem heyecanı, kazalar,
belalar, psikolojik sıkıntılar, hastalıklar, sıcak hava… “Ay o beni seviyor mu?”,
“Aay şu bana neden yan baktı?”, “Ayyyy bu bana neden öyle söyledi ki?” gibi sorulardan; “Ya acaba şunu desem alınır mı?”, “Buraya
götürsem beğenir mi?”, “Şunu yapsam kaçar mı?” gibi sorulara… Her şey için bir “Dur!”
çekmenin vaktidir okuyucularım.
Size daha kaliteli bir gündem getirdim.
Arada bir aklıma takılan bir sorum var. Bazılarınızı şu yukarıda saydıklarımdan daha büyük sıkıntıya düşürecek bir soru bu: Şu yaşadıklarımızı hak ediyor muyuz?
Arada bir aklıma takılan bir sorum var. Bazılarınızı şu yukarıda saydıklarımdan daha büyük sıkıntıya düşürecek bir soru bu: Şu yaşadıklarımızı hak ediyor muyuz?
İlahi adalet denen
bir şeyin varlığını elbette sorgulamıyorum... Fakat cidden…
Mesela insanlar dört
sene üniversite okuyor, üstüne bir şeyler daha okuyor, kurslar onlar bunlar…
Tüm meziyeti tezgah arkasında oturup gelen müşterilerle laklak yapan bakkal
kadar kazanamıyor. Bakkalın para kazanmasına değil, emek veren arkadaşımızın
kazanamamasına laf ediyorum.
Aslında maddiyattan öte bu “hak etme” sorusu kafamı yaşam tarzı olarak kurcalıyor. Bana ve sevdiğim birine çok, öyle böyle değil çok, kötülük etmiş bir insanın mutlu olmasına katlanamıyorum mesela. Güler yüzle paylaştığı selfielere, arkadaşlarıyla eğlenmesine, yaptıklarına rağmen hayatına devam etmesine… Açıkçası onun mutluluğu bir süre sonra benim için katlanılmaz bir acıya dönüştü. Bu beni en az onun kadar kötü bir insan yapar mı acaba?
Ve etrafındaki herkes, onun bu kötülüğünden bihaber. Geçen gördüm, toplu fotoğraf paylaşılmış. Altındaki etiket şu: #missyou. Böylesine kapkara bir kalbi olan insan nasıl özlenebilir? İnsanlar nasıl görememiş olabilir onun gerçek yüzünü?
Aslında maddiyattan öte bu “hak etme” sorusu kafamı yaşam tarzı olarak kurcalıyor. Bana ve sevdiğim birine çok, öyle böyle değil çok, kötülük etmiş bir insanın mutlu olmasına katlanamıyorum mesela. Güler yüzle paylaştığı selfielere, arkadaşlarıyla eğlenmesine, yaptıklarına rağmen hayatına devam etmesine… Açıkçası onun mutluluğu bir süre sonra benim için katlanılmaz bir acıya dönüştü. Bu beni en az onun kadar kötü bir insan yapar mı acaba?
Ve etrafındaki herkes, onun bu kötülüğünden bihaber. Geçen gördüm, toplu fotoğraf paylaşılmış. Altındaki etiket şu: #missyou. Böylesine kapkara bir kalbi olan insan nasıl özlenebilir? İnsanlar nasıl görememiş olabilir onun gerçek yüzünü?
Nasıl ya nasıl?
Bazen atlamak
istiyorum ortaya, ne var ne yok dökülmek sonrasında. Şu benim kalbimi kırdı,
öbürü güvenimi… Şu da benim gururumu ve özgüvenimi... Ben söylenecek her şeyi
söyledikten sonra köşeye çekilip yaptıklarının aynısını yaşamalarını
izlemeliyim en son. Ben bu hazzı yaşamadıkça onların sürünmesinin hiçbir değeri
yok gözümde, maalesef.
Peki akışa müdahale gerekli midir? İntikam, alınması
gereken bir şey midir? Yoksa durup Allahlarından bulmalarını mı ummalıyız?
Bilmiyorum.
Bilmiyorum.
Bu yazıdan sonra
beni gerçek hayatta tanıyanlar, kindar biri olduğumu düşünecekler. Geçmişte
bana karşı yapılmış bazı hataları boş verebilme gücüne sahiptim. Küçüktük belki de, şimdi düşününce olanlar çocukça geliyor.
Şu an ise yaşadığım her sıkıntı bende takıntı haline dönüştü. Bir şey, bir kere keyfimi kaçırdı mı öyle oturup onu düşünüyorum sadece. Üstüne yapılan hiçbir iyi hareket işe yaramıyor. Dilenen hiçbir özür affettiremiyor. Kırılıyorum. 1.70 boyunda aşırı kırılgan bir cam plakayım sanki.
Bilmiyorum dedim ya, biliyorum aslında. Direkt bana yapılan her kötülüğü boş verememekle birlikte intikam gibi sert bir eylemle sürdürmekten kaçınıyorum. Kendime zararı dokunacak şekilde döndür babam döndür, düşünüyorum.
Ama bana değil, değer verdiğim birilerinin canı yanmışsa… O zaman zihnimde bir şeytan beliriyor.
Şu an ise yaşadığım her sıkıntı bende takıntı haline dönüştü. Bir şey, bir kere keyfimi kaçırdı mı öyle oturup onu düşünüyorum sadece. Üstüne yapılan hiçbir iyi hareket işe yaramıyor. Dilenen hiçbir özür affettiremiyor. Kırılıyorum. 1.70 boyunda aşırı kırılgan bir cam plakayım sanki.
Bilmiyorum dedim ya, biliyorum aslında. Direkt bana yapılan her kötülüğü boş verememekle birlikte intikam gibi sert bir eylemle sürdürmekten kaçınıyorum. Kendime zararı dokunacak şekilde döndür babam döndür, düşünüyorum.
Ama bana değil, değer verdiğim birilerinin canı yanmışsa… O zaman zihnimde bir şeytan beliriyor.
Yarına bıraksa da,
yanına bırakmaz. Sanırım çoğu zaman beni rahatlatan kısa cümle budur. Benim
gibi kafası karışanlar ve adaletsizlikten yakınanlar bir köşeye not edip öfkeye
tokken günde üç doz okuyabilir. Saygılar.
Bir de: Ne ekersen onu biçersin, var. Muadil olarak.
Allah şifa versin. Geçmiş olsun.
Bir de: Ne ekersen onu biçersin, var. Muadil olarak.
Allah şifa versin. Geçmiş olsun.
Öte yandan başımıza
çok iyi bir şey geldiği vakit, insanın geçmişte yaptığı hataları geliyor
gözünün önüne. İnsan o iyi şeye kendini layık göremiyor bir türlü.
Son noktayı koymak adına, bazen hak etmediğimizi sandığımız
şeyleri, hayata kattığımız küçük güzellikler sayesinde veya çirkinlikler
yüzünden farkında bile olmadan yaşayabiliyoruz. Olay da bundan ibaret. Sosyal
medyada kocaman gülümsemelerini paylaşan insanlar bence aldıkları cezaların
üstünü kapatmaya çalıştıkları için o kadar büyük gülüyorlar.
Keşke her şeyi görebilsek. Nedenleri ve
sonuçlarıyla birlikte. Bir tablo olsa en azından. Halka açık. Herkes
görebiliyor. Şu gibi şeyler yazsa: “Sen 06.06.2019 tarihinde en yakın
arkadaşını küçük düşürdüğün için sana sevgilinden güzel bir kıskançlık krizi
veriyorum.” Saçmaladım. Olsa güzel olurdu lakin. İtiraf edin. Hiç yoktan, çetele
tutması kolaylaşırdı.
Kötülerin kimselere
dokunamadığı günlere ulaşabilmek dileğiyle…
Hakettiğinden fazlasını kazanmak haram da, hak ettiğinden fazla değer vermek helal mi?
YanıtlaSil