27 Aralık 2018 Perşembe

Bir Olmak


Gidemeyenlere, karasızlara, umutsuzlara:


  Elini kapı koluna koy ve dün gece düşüncelerinle boğuşurken yatağından çıkıp da yazmaya üşendiğin o cevher değerindeki cümleyi düşün. Ne demek istemiştin? Derin bir kuyuya düşer gibi düştüğün bu ruh halinin tüm açıklamasını barındıran bir cümleydi o. Sen de düşünür düşünmez uyuyakaldın zaten. Oysa neler neler daha yazardın üzerine, yazık oldu!

  Elini kapı koluna koy ve sana dünyanın en güzel bahçesini andıran o kokuyu düşün. Gözleri kapat, sadece o kokuya odaklan. Gülümse. Sen büyük bir şehrin trafiğine tıkılmışken, öndeki araba kornaya asılırken, yanındaki adam oflarken işine yarayacak çünkü!
  Elini kapı koluna koy ve beklentilerinin altında kalan tecrübelerini düşün. Bi hevesle internetten aldığın çantanın dandik çıkması gibi şeyleri… Buluşmaya tam vaktinde gidip bekletildiğin günleri… Kimsenin kutlamadığı doğum günlerini... İyi olduğunu sandığın insanları… En çok da sonuncuyu!

14 Aralık 2018 Cuma

Teşekkürler, Sıradaki!


  Sosyal medyada, arkamızda bırakmak üzere olduğumuz bu yıl içinde yapıp-yapmadıklarımızı işaretleyebileceğimiz listeler dönüyor şu sıralar. Listede yaptığınız şeylerin başına tik atıp, dilerseniz arkadaşlarınızla paylaşabiliyorsunuz. Şahsen, çoğu yaşadığım şeyin gizli kalmasını sevdiğim için,böyle şeyler bana hiç hitap etmiyor. O listelerin aşırı özele kaçtığını düşünüyorum. Sosyal medya benim için, ne bileyim işte gördüğüm ilginç yerleri paylaşmak, kitap, film alıntısı ve arada sokak sokak kedileri demek. Bu yıl net bir şekilde, hiç durmadan bir şey paylaşmanın, bir şeyler gösterme çabasında olmanın aslında derin içimizdeki derin mutsuzluğun üzerini örtme çabası olduğunun farkına vardım. Çünkü en çok paylaşım yaptığım dönem, aslında kendimi eğlenmeye zorladığım dönem oldu.

  Yalnız, bu listeleri görmem, bana bu yılın nasıl geçtiğini düşündürttü. Ahhh, 2018, ah! En yukarıya 2017'yı kapatırken yazdığım yazıyı iliştirdim. O kadar emindim ki 2018'in kötü bir yıl olacağına! Hatta şunu yazmışım:"Haydi 2018, süsledik ağaçları, yüzümüze de ışıklı bir gülümseme yerleştirdik seni bekliyoruz. Aman ha çok bekletme bizi. Sen bizim yeni günah keçimiz olacaksın. Başımıza gelen her kötü şeyi senden bileceğiz."  Beni nasıl da yanılttın!

10 Aralık 2018 Pazartesi

Merkez, Sevgi Hak Edilir Mi?

   Ne düşünüyorum biliyor musunuz? Sevgi karşınızdakine hak ettiği taktirde vermeniz gereken bir
şey midir, yoksa onu karşılık beklemeden sunmanız mı gerekir? Bunu öyle bir düşünüyorum ki iki gündür, gece gözüme uyku girmiyor. Hem de vize haftamda. Yavaştan delirmeye başladım herhalde. Neyse, delirelim de farkımız olsun. Gerçi herkes deli... Normal olmak bir fark oluşturuyor artık. Bilemedim şimdi. Delirsek mi, aklımıza mukayyet olmaya devam mı etsek merkez? Çünkü sanıyorum ki, artık bu da bizim elimizde.
   Konu dağılmasın.

   Bir sorum var merkez: "SEVGİ HAK EDİLİR Mİ?" En en önce, sevgiyi elinde tutan ve bunu lütfederek verecek olan kişi kim tarafından seçiliyor ikili ilişkilerde? Seçimlerde şike var mı, torpil kullanılıyor mu? Bir işin içinde torpil varsa kesin bana yaramaz zaten. Lanet olsun yine kaybediyoruz, merkez.
  Bunu kendimize biz yapıyoruz. Aslında cümle çok hoş bir aşk cümlesi gibi geliyor kulağa en başında. Fakat, nasıl desem... azıcık üzerine kafa yorunca, biraz ikinci kalite hissettiriyor insanı. Cümle şu: "Beni şu an hak eden bir sen varsın." ya da şu: "Şu an beni sen hak ediyorsun." şu da olabilir: "Etrafımda beni hak eden tek kadın sensin." ve bir alternatif olarak: "Beni en çok sen hak ediyorsun..."

19 Kasım 2018 Pazartesi

-kavuşma

  Yazmayı en çok hayatımda odaklanmam gereken büyük mutluluklarım olduğunda boşluyorum. Yaklaşık bir aydır tek satır yazmamışım. Anlatmamışım.
  Artık üstü kapalı yazmak istemiyorum bazı şeyleri. Yer belirtmek, tarih atmak, isim vermek istiyorum. Sonra çok özel diyorum. Bu yaşadıklarım benim olsun. Kimseler dokunmasın, bozmaya yeltenmesin. Dağılmasın gökyüzündeki parlak tanecikler gibi etrafa. Ne olurdu bütün yıldızlar yan yana olsa?
  Hepsi, bir bütün olarak bana ait kalsın. Benim panik odam olsun. Korktukça atayım kendimi içine. Kilitleyeyim kapısını. Kimseler açamasın diye kapının arkasına ağır bir şeyler de koyayım. Umutlarım, hayallerim de benimle saklansın. Dört duvarı projektörle aydınlatalım ve anılarımız dönsün dursun. Dönsün dursun.

  Ya geleceğe atalım kendimizi, ya da anıların gölgesine... Bir an önce.

22 Ekim 2018 Pazartesi

Ozan Güven'in de Dediği Gibi

 KAÇ YAŞINDASIN SEN?

 3. Geleneksel Doğum Günü Yazısı'nı yazmak için buradayım. Sanki yüz yılardır blog yazıyorum da, bu da benim milyonuncu doğum günü yazımmış gibi hissetsem de; yaza yaza iki tane daha yazmışım. Bu üçüncü.
  Yaş aldığıma seviniyor muyum, üzülüyor muyum, inanın her yıl aynı ikilemi yaşıyorum. Bazı zamanlar sanki, ben zaten çoktaaaaan ellili yaşlarımın ortasına gelmişim de yıllarım beni arkadan takip ediyor; bazı zamanlarda da küçücük bir çocuğum, henüz hiçbir hayal kırıklığını tatmamışım, hayatımda hiç yorulmamışım, üzülmemişim. Bu yüzden benim için insanın kaç yaşında olduğunun bir önemi yok. "Yaş" kavramını göreceli bir nicelik olarak saymalı.Koca sene boyunca aynı yaşta kalamıyorum şahsen. Ruh hali gibi bir şey bu. Bence.

 Bu uzun paragraftan çıkarmanız gereken sonuç: Hanımefendilere yaş sorulmaz.

  Yazıya başlamadan önce, geçen seneki doğum günü yazımı okudum. İstediğim bir şey olduğunu ve ona da sahip olduğumu söylemişim, üstü kapalı bir şekilde. Çıldıracağım, hatırlamıyorum. Ne istedim de elde ettim o zamanlar acaba...

29 Eylül 2018 Cumartesi

Ve Sonsuza Dek Mutlu Yaşadılar

  Sizce de her film yarıda bitmiyor mu? Benim şizofrenik bir manyak olduğumu düşünebilirsiniz ama
bence bitiyor. Kızla oğlan evleniyor, savaşlar kazanılıyor, kötü adam öldürülüyor, yeni gezegenler keşfediliyor... Peki ya sonrası? Karakterler gerçekten sonsuza dek mutlu mu yaşıyorlar?

  Hiç sanmıyorum.

  Çünkü, bırakalım filmleri, gerçek hayatta bu mutluluk denen lanet şeyi bulmak öylesine zor ki... Geçenlerde bir arkadaşım, muhabbet arasında mutluluk için gerekli olan şeyin sabır olduğunu söyledi. Bu, zamana bırakmak ve sabretmek olayı hiç bana göre olmadığından, ve muhalefet etmeyi sevdiğimden, buna katılmadığımı söyledim. Bence, mutluluk elde etmek için, malzeme listesi hazırlayabileceğimiz, tüm malzemeleri bir araya getirince fırına atıp pişmesini bekleyeceğimiz bir akşam yemeği değil. Bence mutluluk büyük, tatlı bir doğum günü pastasının her zaman eksik kalacak dilimi...

25 Eylül 2018 Salı

Kitap Yorumu: Kördüğüm

  Tatil gerçekten, bayaa bayaaa bitiyor ya. Bu sene aşırı verimsiz geçti. Her yazımda da söylüyorum. Mesela çok az kitap okuyabildim. Çok az film izleyebildim. (Diziyi yeterli miktarda izledim çok şükür.) Benim için bir tatilin dolu dolu geçmesini sağlayan ölçütler bu üçü zaten. Gezmek, yüzmek filan değil.

  Bu yaz okuduklarımın arasında bloga yazabileceğim bir tane kitap oldu sadece. Genelde klasiklerden okumuşum. Yani burada bir Oğuz Atay kitabı yorumlayamam, ne haddime... Ahmet Batman'ın bi kitabı geçti elime, düşündükçe geliyorlar soldan soldan. Tammmm bir ucuz edebiyat. Hele çok güzel bir kitaptan sonra okuyunca, balık yemişsiniz de üzerine süt içmişsiniz gibi zehirlendiğinizi hissediyorsunuz. Ayıp olmasın diye sonunu getirdim yine de. Boş zamanda Wattpad severler tarafından bayıla bayıla okunabilecek bir kitap olmuştu. ( Adı: Bana İkimizi Anlat)

Ben de en iyisini yaptım, kitapçıda dolaşırken bir Ayşe Kulin kitabı alayım diye düşündüm. Bundan iki sene önce yine bir yaz tatilinde Tutsak Güneş'i severek okumuştum. Hatta buraya da yazmıştım. Bu sefer Kördüğüm'ü almak istedim. Aldığım gibi de bitirdim. Hatta şehir dışındaydım. Yanıma başka kitap da almamışım. Birkaç gün boş boş dolaşmak zorunda kaldım bu kadar hızlı bitirdiğimden dolayı.

18 Eylül 2018 Salı

2019'un Dizileri


Şükürler olsun bitiyor. Ne mi? 2018 tabii ki. Televizyon tarihi açısından ben böyle boş bir sene görmedim. Bütün yıl "İzleyecek bir şey yooook." diye sızlanarak geçirdim. Çünkü çok sevdiğim dizilerimin yeni sezonları hep 2019 yılına ertelendi.
  Gerçi bir yandan da iyi oldu bu durum. Böyle limoni bir yılı sağ salim atlatabilmek için bir amaç doğmuş oldu: 2019'da yeni sezonu çıkacak dizileri izlemek.
  Yalnız çok kaliteli şeyler olacak sanki seneye... Dizilerin yeni sezonunda... Öyle hissediyorum... Bakalım...

1- Big Little Lies 

En başta tek sezonluk bir dizi olarak planlanmıştı fakat ödül döneminde ne varsa silip süpürdüğünden, ikinci sezonu da çekme kararı aldılar. Kendisine bayıldığımdan daha önce de bloga yazmıştım. Tıklayıp okuyunuz.

10 Eylül 2018 Pazartesi

Özlenmiş


  Kadın güneş gözlüklerini çıkarıp, beyaz örtü serili masaya bıraktı. Garson o sırada elinde tepsi ile masaya geliyordu. Garson, gözlüğün hemen yanına orta şekerli  kahveyi bırakırken kadın gülümseyerek ona teşekkür etti. Ardından önünde uzanan manzaraya döndü.
   Erken gelmişti. Geç kalmamak için. Yaklaşık yarım saattir bekliyordu. İlk önce çay içti, şimdi de önünde soğumaya başlamış kahvesi vardı. Boğaz dalga dalga üzerine geliyordu. Tekrar sol bileğini süsleyen saatine baktı. Kendi erken gelmişti evet, ama beklediği de gecikmişti.
  “Bir kahvelik vaktin var.” diye geçirdi içinden. “Bu bitmeden geldin, geldin. Gelemedin…”
Şükürler olsun ki geldi. Mavi bir gömlek giymiş, kollarını kıvırmıştı. Görüşmedikleri süre boyunca sakalları uzamıştı sanki. Kilo da mı almıştı? Yok yok, aynıydı kilosu. Ama bir farklılık vardı. Neydi? Bir türlü bulamadı.
Adam tam karşısına oturunca, kadın da kahvesinden son yudumunu alıp ona döndü. Gözleri buluştuğunda ikisi de sadece bir süreliğine nefesini tuttu. “Geç kaldım.” diye mırıldandı adam. “On beş dakika kadar. Bir şey olmaz. Bu hiç önemli değil.” Çünkü önemli olan başka şeyler vardı.

3 Eylül 2018 Pazartesi

Anlamak mı? Anlaşılmak mı?

  Eskiden her yazıma mutlaka, kısa da olsa yorum yapan bir tanıdığım vardı. Şu an yazdıklarımı
  İnsan yine de yazmaya devam ediyor. Durduramıyorum. Bazen  tıkanıyorum. Bazen yazdıklarım sosyal medya fenomenlerinin saçma kitaplarına benziyor. Bazen gece uyku tutmuyor iki satır karalamadan. Bazen sessiz diye konsantre olamıyorum, bazen gürültülü diye. Ama eninde sonunda yazıyorum. Dünyada bir ben kalsam, okutacak bir kişi bile olmasa; yine de yazarım, yine de yazarım.
okumadığına o kadar eminim ki. Ben de, sırf ondan geri dönüt alamıyorum diye kendi kendime yazıyormuşum gibi hissediyorum. Bu hissin nedenini bilmiyorum.
  Fakat ara sıra sorgulamadan da edemiyorum: "Gerçekten bu kadar insan var mı?", diye.  Aklım almıyor, bu kadar farklı düşünce, bu kadar farklı bakış açısı olmasını. Bazen durakta otobüs beklerken ya da yol kenarda bir bankta otururken insanların koşuşturması bana hep biraz güzel gelmiştir. Dertleri düşünceleri tahmin etmeye çalışırım. Herkesin başka başka hikayeleri varken, şu sıralarda her adımda bir yazar ile karşılaşmamız o kadar doğal ki.

  Hepinize bir kere sormuşlardır: Özel bir yeteneğiniz olsa, yeteneğinizin ne olmasını isterdiniz?

1 Eylül 2018 Cumartesi

Yazın Favori 5 Şarkısı 2018

Merhabaaaalaaar! Güzel bir yaz sezonunun sonuna yaklaştık. Ben de geçen sene yazdığım gibi bu
sene de, bir şarkı listesi hazırlamak istedim. Neler neler dinlemiş bu yaz... Gerçi ben hep nostalji yaptım, eski şarkılar dinledim. Bu sebeple bu listeyi hazırlamak birazcık zorladı. Yine de hakkını verdim listenin.
Geçen sene listede yok yoktu. Depacito, Aleyna Tilki, Sezen Aksu... (Buraya tıklayarak okuyabilirsiniz)

Böyle yazılar yazmayı çok seviyorum. Eskiye dönüp baktığınızda güzel nostalji oluyor. Acaba seneye kulağımızda hangi melodi ile havanın bu kadar sıcak olmasına söveceğiz? Acaba hangi şarkı için "Yeter artık, duymak istemiyorum, kulaklarım kanıyooooor!!" diyeceğiz. 
Gelecek seneyi boş verip, bu senenin hitlerine geçelim haydi. Hazırsanız tabii.
Ay durun, başlamadan belirteyim: Bu listeyi tatlı canım hangi şarkıyı sevdiyse ona göre yaptım. Yani, genelde yaptığım o uyarıyı tekrar edeceğim. Keyfime diyecek sözü olan yazıyı okumasın :)

25 Ağustos 2018 Cumartesi

Çaput Bağlama Yazısı #7

  Merhabalar efeeeendim! Ben geldim. Nereden geldim, yolda nerelerde durdum, neler yaşadım,
neleri atlattım, neler kazandım ve kaybettim... Hepsini yazmak istiyorum aslında. Zira gerçekten uzun bir yaz geçirdim bu sene. Dolu dolu olduğundan da çabuk bitti sanki. "Keşke hiç bitmeseydi." demeyeceğim elbette. Sıcak havalardan sonsuza kadar nefret edeceğim, biliyorum.
  Yazın başında da Ç.B.Y. yazmışım, sonunda da yazayım dedim. Amaaaan size ne benim isteklerimden biliyorum ama okuyorsunuz. Bu yaz, çok az yazı yazdım, blogu boşladım, farkındayım. Yine de bir önceki Ç.B.Y. en çok okunanlar arasında :) Okumadıysanız da şu cümlemin üzerine tıklayın da okuyeverin.
   Bu yazı dizisinin yedincisini yazıyorum. Artık bir şeyden kesin emin oldum. Buraya olmasını istediği şeyleri yazdığımda, o şeyler genelde olmuyor. Lakin oldu mu, çok güzel oluyor. Hani istediğimin on katı güzellikte oluyor. Sürprizli oluyor, büyüleyici oluyor.
  Ben de yazıyorum işte. Yazayım bakalım.

17 Ağustos 2018 Cuma

Yol

  Sokak, hava kararmaya yüz tutmuşken ancak ne kadar ıssız olabilirse o kadar ıssızdı. Ufka  doğru uzanıyordu. Sonunu görebilmek imkansızdı. Adamımız, üzerinde kollarını kıvırdığı mavi gömleği, ağzında dumanı tüten sigarası, başını öne eğmiş, ağır adımlar atıyordu. Yeşil gözleri kendi adımlarını izliyordu. Ve kalbi yalnızlığıyla çarpıyordu.
  Burada olma sebebini sorgulamaya başladı. Neden yürüyordu? Bu yolun sonu nereye çıkıyordu? Tüm bu sorular aklından hızlıca geçince durdu. Başını kaldırdı. Önce omzunun üzerinden arkasına baktı. Ne zamandır bu yolda olduğunu hatırlayamadı fakat gördüğü şey geçmişiydi.
  Anılarına odaklandı. Sol yüzük parmağındaki gümüş yüzük ağırlaştı. Bir anda etrafındaki hayaletleri görür gibi oldu. Bir mezarlık yolunda olduğu düşünülürse, bu gerçekten korkutucuydu. O korkmadı. Omzunun üzerinden bakmayı kesip tamamen arkasına döndü. Bu sefer ters istikamete, geçmişe doğru yürümeye başladı.

28 Temmuz 2018 Cumartesi

Bir De Artık Tüm Acıların, Toprağı Bol Olsun.

  Loş ışığın altında otururken, keşke biraz nefes alabilsem diye düşündüm. Evimin ıssız sokağında, güneş batarken sinek ilaçlama arabası dolanıyordu vızır vızır. O havayı bile solumaya razı geldim. Yeter ki, şu boğazıma takılan yumru kaybolsun. Ciğerlerim havanın boşluğunu tatsın
  Dördüncü katın camından sarktım, güneş biraz daha alçalmışken. Apartmanın kendini dağıtmış bahçesine hüzünlendim. O ana dek hiçbir bahçe bu kadar çok kalbimi kırmamıştı benim. Bana kanser hücrelerini bir de kendi duygularımı anımsattı bitkiler. Durdurulamaz şekilde büyüyen, durdurulmaya çalışılan lakin asla umursanmayan.
  Söz verdim. Yazılacak bir hikayesi vardı arkadaşımın. Ben yine kendime daldım sakince. Yazamadım. Nefes almaktan başka bir şey düşünemezken bir başkasının hikayesini nasıl yazabilirim ki? Nasıl kendime böyle bir ihanette bulunabilirim?
  Üst komşu yine çamaşır asıyor balkonun sarkık iplerine. Beşinci kattan aşağı sallanan gövdeler görüyorum. Bacaklar görüyorum. O da asarken bakıyor mu “bakımsız” bahçemize? Yoksa derdi işini yapıp çekip gitmek mi?
  Yalnız başıma oturabileceğim bir balkonun özlemini büyütüyorum içimde. O zaman nefes alabileceğim sanki. Çok çocukça geliyor bu duygu. Çok saçma. Rüzgarı çelimsiz kollarımda, sevmediğim saçlarımda, boyalı kirpiklerimde hissederken; iç organlarımın ona olan muhtaçlığı… Hayatımın ilk çeyreği sanki bu, ama ben bitirmişim solumayı.

12 Haziran 2018 Salı

Öylesime


Başlıkta yazım hatası yapmadım. “Öylesine” yazacakken parmağım n yerine m’ye dokundu, evet. Sonra değiştirmedim. Kalsın istedim kusurlu haliyle. Çünkü bazen, bazı şeyleri çok ama çok özel kılan kusurları oluyor.
 Ne güzel tesadüf etti ama başlığı en başta yanlış yazmam. Tam da bu konu hakkında “öylesine” paragraflar dolusu yazmak istiyordum. “Manyak mıyım ben acaba?” diye sizi darlayasım vardı. Geçti. Çünkü ufaktan manyak olduğum kanısına vardım.

  
Allah’ım hem mükemmel bir hayat istiyorum. Uzun, güzel bir yaşam. Hem de sıkılma duygusunu içimden atmak… Bu ne biçim tezat yarabbim! Mükemmel bir şeyin sıkıcı olmaması imkansız. Düşünsenize hayatınızda her şey, zamansız olarak çok güzel ilerliyor.

 
Ya da şöyle anlatayım hemen:

Bir film izliyorsunuz. Filmin konusu da bir çiftin hayatı olsun hadi. Kadın; sarışın, mavi gözlü, uzun boylu, güzel vücut hatlarına sahip ve çekici biri. Adam; kapı gibi, kumral, sakallı, kaslı, güzel yeşil gözleri olan bir yakışıklı. İkisi de çok iyi insanlar. Birbirlerini hiç kıskanmıyorlar, kısıtlamalar yok, sürekli birlikteler, kavga etmiyorlar, her şeye gülüyorlar, kötü olaylara bile robotik bir tepki olarak olumlu yaklaşıyorlar. Gerçi hayatlarında kötü gitmeyen hiçbir şey yok ki. Hep aynı şeyleri düşündüklerinden hiç tartışmıyorlar. HATTA HİÇ KONUŞMUYORLAR. Sonuçta aynı insanlar.
 Birden film sıkıcılaşmaya başlıyor. İşlerin sarpa sarmadığı, aksiyonsuz bir filmi kim izlemek ister, o filmde kim oynamak ister?

 Geçenlerde, çok önceden yazdığım bir yazıyı okudum. Yaklaşık iki yıl önce yazdığım bir yazıdan bahsediyorum. (Napayım yani, boş zamanlarda kendi yazılarımı okuyup, kendimi sevmek gibi bir huyum var. Ama bu bir sır kimseye söylemeyin,şşşşşş.) Hangi yazı olduğunu söylemeyeceğim. Şöyle yazmışım ama:

31 Mayıs 2018 Perşembe

Çağrı Mektubu


    21.02.2018
  Merhaba. Sana bir mektup yazmak istedim bu gece. İçimde bir şey beni, eğer bu satırları yazarsam gerçek olacağına inandırdı. Ya da şu an inandırmaya çalışıyor. İçime küçük küçük umut tohumları ekiyor ki ileride o tohumlar büyük bir ağaca dönüştükten sonra solarak beni kahretsin.
  Bu paragraftan itibaren daha fazla karamsar sözcük yazarak bu satırları heba etmeyeceğim. Şu an  keşke… Keşke orada olmayan birine yazıyor olmasam. Canım şu yazdıklarımı bir şekilde sana ulaştırmak istiyor. Bir şekilde bunu okuyup anlaman için can atıyorum. Çünkü iki gözüm, güzel şeyler yazacağım. Gelecek gibi aydınlık şeyler yazacağım. Öyle bir yazacağım ki çocuğunu kaybeden annenin göz yaşları duracak. Öyle bir yazacağım ki Maria Puder ölmemiş olacak. Öyle yazacağım ki hiçbir insan yuvasından bir daha kovulmayacak, ileride robotlar dünyayı ele geçirmeyecek, solan güller tekrar açacak, Mars’ta hayat bulunacak…
 
Biraz abarttım. Kabul ediyorum. Ama ilgini çektim değil mi? Öyleyse devam edelim, haydi.

24 Mayıs 2018 Perşembe

Çaput Bağlama Yazısı #6


 
Bu başlıkla yazdığım altıncı yazı olduğuna inanamıyorum. Sanki daha çok yazmışım gibi. İlk yazının tarihi 12 Nisan 2016 olduğundan dolayı çok geliyor sanırım. Zira her ay isteklerimi yazsam şu anda yaklaşık 25 tane Çaput Bağlama Yazısı bulunması gerekirdi blogta.
  Gereksiz bilgiler ve matematik bölümünü geçelim şimdi. Nasılsınız? Bu soruyu cevap vermeyeceğinizi bile bile sormak biraz garip geliyor. Sonuçta mesaj yazmıyorum, tek yönlü bir haberleşme yapıyorum. Yine de sormak hoşuma gitti. Belki okuyanlardan birinin bu soruya ihtiyacı vardır ama soranı yoktur. Ben duyamam ama siz nasıl olduğunuzu söyleyin yine de.
 Asıl konumuza mı gelsek bilemedim. Dürüst olmak gerekirse bu ay için öyle çok dileğim yok. İstediğim her şey gerçekleştiğinden değil, yazdıklarımın genelde olmadığını bildiğimden. Birazcık yazmaya çekiniyorum açıkçası. (Bkz. Son Ç.B.Y. İstediğim şeylerin çoğu olmamış:(. Yine de okumak isterseniz buraya tık tık.)

18 Mayıs 2018 Cuma

Yaz Geldi Ya, Ondan...

  Açık açık, gönderme yapmadan duygularımı yazmayalı uzun zaman olmuş. Hayatımda olan çoğu şeyi sanki olmuyormuş gibi inkar ettiğimden sanırım. Bu yazıyı paylaşacak mıyım, paylaşmalı mıyım, bunlardan kime ne, neden yazıyorum, kim okusun istiyorum, kimin tepkisini merak ediyorum, gözüm kimin mesajını, kulaklarım kimin iki çift yüzeysel sözcüklerini arıyor, neden bu çaba, olmayacak bir şey için çok değil mi, olmayacağından adım kadar emin olduğum halde neden kendimi yormaya devam ediyorum, kafayı mı yedim acaba? Yediysem benim iş iyice yaş. Zaten parlak zekalı biri de değildim. Tüh.

 Yaz geldi ya, ondan. Geçenlerde havada beyaz beyaz bir şeyler uçuşuyordu. Bir arkadaşıma sordum bunlar ne diye, pamuk dedi. Keşke pamuk olsalar. Bu sene kar da yağmadı doğru düzgün, ne sevinirdim pamuk yağsaydı. Lakin polenler uçuşuyor. Ben de sanki bir mucize gerçekleşiyormuş gibi uçuşan polenleri izlemeyi çooook seviyorum. Lanet olsun içimdeki pamuk sevgisine!

  Öyleyse ödüllü soru: Bir kilo pamuk mu ağır yoksa insanın hayatının koca bir boşluk olması mı?
Ciddi ciddi cevaplarınızı bekliyorum.

5 Mayıs 2018 Cumartesi

Hıdırellez



  Bir cumartesi günü, tek kişilik yatağıma kurulmuş, “v” harfini zor basan bilgisayarım dizlerimin üzerinde,  aşırı güzel bir şarkı dinlerken yazıyorum bu satırları. Evde, alt komşumuzda ve daha tam olarak nerede olduğunu çözemediğim bir yerde tadilat var. Sabahtan beri hangi alet olduğunu bilmiyorum ama bir ses ki sormayın. Hayatım boyunca bir evdeki misafirlerin gürültüsünü bir de tadilat sesini sevemedim. O yüzden açıyorum müziğin sesini. Garip bir gürültü alıp başını gidiyor…
  Yemeği de dışarıdan söyledik. Üzerine bir poşet erik de yedim. Artık yazmaya hazır hissediyorum kendimi. Gerçi güzel bir öğle uykusu çeksem daha iyi olurdu lakin… Belki yazıyı yarıda kesip uyurum. 

Neyse.

27 Nisan 2018 Cuma

Sylvia Plath ve Sırça Fanus

  Merhaba! Bugün size gerçekten çok etkilendiğim bir kadının hayat hikayesini ve  aynı kadının kitabıyla ilgili düşüncelerimi yazacağım. Başlıkta da belirttim zaten. Sylvia Plath'tan bahsediyorum.
  27 Ekim 1932 doğumlu Plath; hayata bakış tarzı, yaşayışı ve ayrıca kendinden sonra gelen, benim ennnnn sevdiğim yazarlardan olan Nilgün Marmara'yı etkileyiş tarzıyla bile uzun zamandır blogumda bulunmasını istediğim yazar. Boston doğumlu Sylvia Plath, burs kazanarak Cambridge'e okumaya gidiyor. Burada tanıştığı kendi gibi yazar-şair olan Ted Hughes ile evleniyor. Ted, Sylvia ile evlenirken onun ne kadar kırılgan bir kişiliğe sahip olduğunun farkında. Babasını sekiz yaşında kaybetmiş, defalarca intihar girişiminde bulunmuş, yalnız biri Sylvia. Fakat bunu bilmesine rağmen, onu komşusuyla aldatıyor. Ayrıca, Sylvia, bu evliliğin kendine iyi gelmediğini düşünüyor. Yazı yazamıyor. Mutlu bir evlilik yaptığını zannederken, bir de bakıyor evinde oturmuş iki çocuğuna bakan bir ev hanımı olmuş. Zaten önce de birkaç kez ayrılıp barışıyorlar, yine bu saydığım sebeplerden dolayı. Fakat sonuncusu Sylvia için bardağı taşıran son damla oluyor. Çünkü maalesef öteki kadının hamile olduğunu öğreniyor. 

15 Nisan 2018 Pazar

Kırmızı Menekşe

“Yemekte bamya mı var yoksa taze fasulye mi?”

  Günlerden çarşamba, mevsimlerden ilkbahar. İstanbul’un ara sokaklarından birinde, ince uzun bir binanın en üst katında, terasından mahalleliyi izleyen yaşlı bir adam. Türk erkeklerinin genelinin sahip olduğu koca göbeğini zar zor örten kısa kollu bir gömlek giymiş, başında da kasketi. Ilık rüzgar yüzüne çarptıkça önemsiz şeyleri düşünmeye devam ediyor. “Bu yaz hava o kadar da sıcak olmayacakmış.” , “Canım da sebze yemeği yemek istemiyor.” ,”Şu adam arabasını neden kaldırıma park etmiş?”
  İskemlesinden kalkıp topallaya topallaya terasın korkuluklarına yürüdü. Arabanın gerçekten kaldırıma mı park ettiğini anlayabilmek adına aşağı sarktı. Düşmekten korkmuyordu, çünkü bir şekilde hayatının son evresinde olduğunu biliyordu. Biraz daha sarktı bu sebepten. Biraz daha… biraz daha.
  Evet, o aşağılık karşı komşusu yine arabasını kaldırıma park etmişti!
Öfkeyle kendini evinden çıkarken buldu. Anahtarını aldı, kapıyı çarptı. Önce şu ahmağın zilini çalıp iki çift söz etmeyi istedi. Vazgeçti. Bunu daha önce de yapmıştı ve işe yaramamıştı. Bu sefer daha etkili bir yöntem deneyecekti.
 Olabildiğince hızlı, ne kadar denerse denesin o merdivenleri yarım saatten önce inemiyordu, apartmandan çıkmalıydı. Bacakları o kadar çok ağrıyordu ki… Doktor ona “Huysuz Bacak Sendromu” diye bir teşhis koymuştu. Saçmalık! Doğru düzgün bir hastalık bulamamış, uydurma bir şeyler gevelemişti ağzında belli ki.  O doktor bozuntusu diplomasını yakmalıydı.
 

4 Nisan 2018 Çarşamba

Çıksa da İzlesek Dedirten 5 Film

Merhaba!Onedio içerikleri gibi bir başlık olduğunun farkındayım. Boş işler uzmanı olarak uzun zamandır böyle, beklediğim filmlerle ilgili, bir yazı yazmak istiyordum. Bu güne nasipmiş. Zaten biliyorsunuz ki hayatımın uzun bir kısmı güzel filmleri beklemekle geçiyor. İnternete düşsün, vizyona girsin, korsancıya gelsin falan filan. Ay keşke önden bir, filmlerin senaryosunu okusam da çekilmesini bile beklemek zorunda kalmasam! Öyle bir sabırsızlık bendeki de.
Neyse beklemek zorundayız. Ama hangilerini? Listem baya bir uzun aslında. Lakin ne hepsini yazarak kendi vaktimi, ne de okurken sizin vaktinizi harcamak istemediğimden listeyi yalnızca beş filmcikle sınırlandırıyorum.Ve inanın ki, yaşıtlarım park bahçe dolaşıp, sosyalleşirken ben neden böyle işlerle uğraşıyorum, bilmiyorum.

 Haydi bakalım.

30 Mart 2018 Cuma

Niye?


  Kalabalık olmayan, sessiz ve huzurlu bir şehirde, tepeden tırnağa simsiyah giyinen iki hanımefendi bir kafenin cam kenarı masasında oturuyorlar. Hava, içinde bulundukları günün aksine pek güzel. Güneş en tepede, ışıl ışıl.
  Arkadaşlardan birinin ince ama uzun bir paltosu var. Omuzlarına değen kestane rengi saçları, ince kırmızı dudakları, uzun kirpikleri, beyaz bir cildi, kemerli burnu ve burnunun üzerinde de belli-belirsiz çiller var.
 Öteki ise baskısız bir tişört giymiş, tişörtünün önüne az önce yeşil gözlerini gizleyen güneş gözlüğünü iliştirmiş. Buğday tenli, yanakları tombik tombik, üst dudağı ince, alt dudağı kalın, biraz da kepçe kulaklı biri.

  Garson ikisine de ince belli bardakta çay getiriyor. İkisi de içmek istemiyor, belli. Paltolu olan biraz kambur oturmuş ama öteki dimdik. Sessizce ağzına kadar dolu olan çay bardaklarına bakıyorlar. Lakin bu sessizlik büyüyor ve büyüdükçe rahatsızlık vermeye başlıyor. Tam o anda tişörtlü olan konuşuyor.
  “Niye?” Kendine soruyor bu soruyu aslında. O sıralarda hayatında olan birçok şeyin nedenini öğrenmek istiyor. Kötü şeylerin de, iyi şeylerin de. Neyse ki, kendine bu sorusunun cevabını en acı şekilde veremeden önce karşısında duran genç kadın imdadına yetişip konuşuyor. “O…” diyor. Yutkunuyor. Bir üçüncü kişiden, özellikle “ondan” bahsetmek ne kadar da zor. “O’nun yaptığı şeyin niyesini mi soruyorsun?” deyiveriyor en sonunda. Sıkıntılı bir surat ifadesi takınıyor. Böyle tam da kalbinin olduğu yerde ağırlık oluşuyor. Güzel şeyleri düşünmesini engelleyen, nefes almasına izin vermeyen bir ağırlık.

23 Mart 2018 Cuma

Aşkın En Güzel Hali


  Kanadalı bir sosyolog 70’li yıllarda aşkın halleri ile ilgili bir araştırma yapmış ve 6 adet hali olduğunu bulmuş. Bu gereksiz bilgiyi nereden biliyorsun diye soracak olursanız, biliyorum işte. Geçen gün de bu bilgi aniden aklıma geldi. Malumunuz günümün neredeyse dörtte biri yollarda yapayalnız geçiyor. Hal böyle olunca da insan çok düşünüyor. Çok düşündükçe de geçmişte bildiğim gereksiz şeyleri aklının ücra köşelerinden çıkarıp çıkarıp ısıtıyor. Isıttıkça da yemek istiyor. Yedikçe de doymuyor. (Acıktım mı ben ya?)
  Neyse işte. Ben de bu altı durumu biraz araştırayım, dedim. Akşam gazetesinde küçük bir haber buldum. Kaynak belirttiğime göre hemen kopyala yapıştır yapayım:

1 - Eros hem fiziksel hem duygusal aşktır. Aşkın bu türü tutkuyla doludur.
2 - Ludus bir oyun gibi oynanan aşktır. Aşkın bu türünün en önemli parçası eğlencedir. Çiftler, bir araya gelmekten, karşısındakini etkileyip cezp etmekten hoşlanır. Uzun süreli bağlılık sözü yoktur.
3 - Storge ise arkadaşlıktan doğan ve desteğe dayanan aşktır. Güven dolu ve bağlılık gerektiren bir aşktır.
4 - Mania saplantılı aşktır. Duygusal iniş çıkışlar, kıskançlıklar hâkimdir.
5 - Pragma, kalbin değil, aklın kontrol ettiği aşktır. Çiftler seveceği kişiyi mantığıyla seçer, kendisiyle benzer ilgi alanları, ortak değerleri olan birini arar.
6 – Agapi, sonuncusu ve en yücesidir aşkın; özverili, fedakâr, koşulsuz, bencil olmayan aşktır. Kişi kendini sevdiğine adar, karşılığında hiçbir şey beklemeden verir. Onu ‘o’ olduğu için sever.  

Bu engin araştırmanın sonucunda bir şey keşfettim. Bu sosyolog bozuntusu, aşkın en güzel ve en masum halini belirtmeyi unutmuş! Çok ayıp gerçekten. Öğretmenine aşık liseliler, Yalçın Abi’nin programında “Ne olur geri dön Tülaaaay!” diye ağlayan amca, Leon’a karşı mide ağrısı büyüten Mathilda ve daha nicesinin içindeki duygunun şu yukarıdaki maddeler arasında nasıl yeri olmaz??? 
  Gerçi son maddenin içindeki “koşulsuz” ve “karşılığında hiçbir şey beklemeden” sözcükleri birazcık bu aşk türünü tanımlar nitelikte ama olsun efendim! Bence bahsettiğim aşkın en en en güzel hali, agapiden de güzel, ve kendine uygun bir başlığı hak ediyor!

7 Mart 2018 Çarşamba

Ne Düşündüğünü Biliyorum!


  Sağına ve soluna ağaçlar dikilmiş uzunca bir yolun kenarına iliştirilmiş bankta oturuyorum. Üzerimde krem rengi kalın hırkam, ayağımda en sevdiğim botlarım. Her canım sıkıldığında yaptığım gibi toplamışım saçlarımı. Bu yüzden yaprakları buradan oraya savuran rüzgar saçlarıma dokunamıyor. Ben de sükunet içinde etrafın durgunluğuna kapılmış, kendi kalabalığımı düşünüyorum. Yıldız filan kaydığı yok, hatta hava aydınlık. Fakat dilek tutuyorum içimden. Kimselere açıklayamadığım masumca bir dilek bu. Birilerini kurtarmak, birilerinin de beni kurtarmasını diliyorum. Olmayacağını da biliyorum da, naparsın? İnsan istiyor ve isteklerini dizginleyemiyor işte.
  Tam da o saniye sanki bir mucize oluyor, önümden geçen yaprak yığınının arasında mavi mürekkepli bir sayfa görüyorum. Ağır çekimde uzaklaşıyor benden sanki. İç sesim kalkıp o sayfanın peşinden gitmemi emrediyor. Kalkıp peşinden gidiyorum. İki tane büyük adım atıp öne doğru atıyorum kendimi. Tam narin parmaklarımın arasından kayıp gidecekken ani bir hareketle yere kapaklanıyorum ve kağıt benim altımda kalıyor. Değdi mi şimdi buna? Yine yerlerdeyim yerlerde!
  Topuzumdan kurtulan birkaç tel, kıvrılmış, turuncu saçım gözümün önüne düşüyor. Sinirlenip kulağımın arkasına atıyorum. Bu sırada da yavaşça doğrulup kağıdı elime alıyorum. İlk düşüncem: “Yazıyı kim yazmışsa yazısı çok güzelmiş.” İkincisi ise: “Acaba ne yazmış?”
   Civarda kimseler olmadığından kendi başıma kalkıyorum düştüğüm yerden, hep yaptığım gibi. Ayaklarım beni az önce oturduğum banka geri götürüyor, oturuyorum. Rüzgar biraz da dindi sanki. Alınıyorum ona. Az önce bıraksaydı ya esmeyi! Belki de hiç çaba harcamadan uzanıp alırdım elimdekini. Sonra “Aptal!” diye söyleniyorum. Yine nankörlük yaptım işte. Bu kağıdı ayağımın ucuna kadar getiren rüzgara, nankörlük yaptım…
  Etraf o kadar sessiz ki, eğer bu kağıt bir dilekçe ise bile okurken sıkılmam. Çünkü sessizlik benim en büyük eğlencem. Yemyeşil gözlerimi, lacivert olan yazıya dikiyorum. 
Okumaya başlıyorum:

3 Mart 2018 Cumartesi

Oscars 2018 #5: Three Billboards Outside Ebbing, Missouri

Hayatımda gördüğüm en klas protesto hareketini konu alan, 2017 yılında izlediğim en iyi filmi yazıyorum bugün. Nasıl mutluyum anlatamam. Kadro mükemmel, konu harika, mekan seçimleri harkulade! En büyük temennim ise aday olduğu 7 daldaki Oscar’ı da alması. Ay hadi inşallah.

Aslında yukarıda yazdığım tek paragraf bile filmi anlatmaya yetiyor lakin ben yine de konuyu anlatayım. Kızı tecavüz edildikten sonra yakılarak öldürülen Mildred Hayes, kızının katilinin bulunmasında polislerin gerekli özeni göstermemesinden dolayı üç adet bilboard kiralayıp bu durumu eleştiriyor. Bilboardlarda şunlar yazıyor: ”Raped while dying.” , “And Still No Arrests?” , “How Come Chief Willoughby?”
  Sorun şu ki; bilboardlarda bu katili bulmaya önem vermeme durumunun faturası kanser hastası olan şerife kesilince, yaşadıkları kasabada herkes ikiye ayrılıyor. Bir kısım o bilboardların kaldırılmasını isterken, geri kalanlar da Mildred’e destek çıkıyorlar.

28 Şubat 2018 Çarşamba

Oscars 2018 #4: The Shape of Water

Senenin en çok adaylık alan (13 adet) filmi: The Shape of Water. Güzel miydi? Güzeldi. 13 tane adaylık alacak film miydi? Bence değildi. Şimdi gelin de azıcık hikayesine değinelim.

Elise, çocukken yaşadığı kötü bir olay sonucu ses tellerine zarar gelmiş, konuşma engelli biri. Bir laboratuvarda temizlikçi olarak çalışıyor, belli bir düzeni var. Temizlikçi arkadaşı Zelda ve komşusu Giles dışında kimi kimsesi de yok. Bir gün yine temizlik yaparken, laboratuvara getirilen bir su canlısıyla karşılaşıyor. Ardından o canlıyı ziyaret etmeye başlıyor derken aralarında bağ oluşuyor. Hatta insan bile olmayan o yaratığa aşık oluyor Elise.

  Çok sıcak bir aşk filmi olarak da, heyecanlı bir kovalamaca olarak da bakılabilir The Shape of Water'a. Elise'in komşusuyla arasındaki ilişkiye çok iyiydi. O kadar sıcak ve minnoşlardı ki... Keşşşşke benim olsa. Sıkılınca kapısını çalıp, derdine derman arayabileceğin bir kapı komşusu... Gerçi kim istemez ki öyle birini????

25 Şubat 2018 Pazar

Çaput Bağlama Yazısı #5

  Eyyyy 2018;

  Ne ara üçüncü ayına geldik senin biz ya! Biraz sakin ol rica ediyorum. Bu hızla devam
edersen, yine çöp bir yıl olacaksın benden söylemesi. Kimse kayda değer bir şey yapmaya fırsat bulamadan hop bir bakmışız bitmişsin. Sayaç sıfırlanmış.
  Oysa ne planlarım vardı benim. Spora başlayacaktım, her gün bir film izleyecektim, her hafta bir sezon dizi bitirecektim, günde yüz - yüz elli sayfa kitap okuyacaktım, sağlıklı beslenecektim, pozitif olacaktım... Ne mi yaptım? Galiba kocaman ve hiçbir işe yaramayan bir patatese dönüşmekten başka hiçbir şey. Ne diyeyim, seven beni patatesken sevsin :(

  Ama yani şu çağda mükemmel insan  diye bir şey yok ki canım. Herkes İnstagram'da mükemmel.

24 Şubat 2018 Cumartesi

Oscars 2018 #3: Blade Runner 2049

  İzleyen herkesin beğendiği, lakin benim izlerken beğenmek için çırpınsam da güzel bulamadığım bir filmle karşı karşıyayız. İnşallah sorun bendedir de, kötü Ryan Gosling filmi diye bir şey dünya üzerinde yoktur?????
  İlk filmde de Harrison Ford oynuyormuş diye bu filmin son yarım saatine sıkıştırılmış kendisi. Yani şu yana koyduğum afişte Ryan Gosling'in yanında kocaman resmi olduğuna bakmayın diye söylüyorum. Film boyunca ha çıktı ha çıkacak diye bekliyorsunuz. Adam sonlarda çıkıyor.
  Diğer bir az rolü olan da Jared Leto. Onun da afişte fotoğrafı olduğuna bakmayın. On dakika filan oynamış. O sahneler de üst düzey sıkıcıydı, manasızdı ayrıca gereksizdi.
  Tam bir Ryan Gosling şovu olmuş. Bundan şikayet ettiğimden değil elbette. Lakin sıkıldım arkadaş. Bir de uzaktıkca uzatmışlar. Üç saatlik bir çöp. Aksiyon sahnesi bekliyorsunuz. Ondan da beklediğinizi alamıyorsunuz.

  İçimde biriken kötü sözleri döktüğüme göre, filmin konusuna gelebilirim.

19 Şubat 2018 Pazartesi

Oscars 2018 #2: Dunkirk

Herkese merhaba! Bilirkişi olarak Dunkirk ile "Oscars 2018" serisinin ikinci yazısından size selamlarımı iletiyorum. (İlk yazı için bu cümleye tıktık.)

Kendisi sekiz dalda Oscar adayı bu sene. Zaten Christopher Nolan Bey reklam filmi çekse o da Oscar'a aday olur gibi geliyor bana. Benim de en sevdiğim yönetmendir kendisi. Gerek Prestige olsun, gerek Dark Knight serisi olsun, gerek İnception olsun... Her filminin ayrı ayrı hastasıyızzzzz.
Zaten artık kemikleşmiş bir kadrosu var adamın. Her filminde, Tom Hardy, Christian Bale, Cilligan Murphy ya da Leonardo Dicaprio dörtlüsünden biri kesin oluyor. Olsunlar. Hepsi ayrı yiğit, hepsi ayrı delikanlı. Hepsi ayrı canım benim :)

Dunkirk de bu açıdan şaşırtmıyor, bize Tom Hardy ve Cilligan Murphy'i sunuyor. İkisi de birbirinden güzel oyunculuk sergilemişler.
Durun, oyunculara sonra giriş yapacağım. İlk önce kültürümü konuşturmam ve size gerçek bir olay olan Dunkirk'i anlatmalıyım.

14 Şubat 2018 Çarşamba

Vazgeçtim

Eylül 2017 

Hiçbir amaç gütmeden yazmak, yazmaların en güzeli. Hem kendi kendine konuşuyorsun; hem de şayet birileri okursa diye bir kalabalığa sesleniyormuş gibi yapıyorsun. Yüzde yüz kendin olurken, birazcık da maskelerinden bahsedip ele veriyorsun ruhunu.

 Belki de en güzel yönü şudur yazmanın. Sözünü kesen yok, mikrofon sadece sende. Anlatıyorsun istediğini ve  başkasını dinlemek zorunda değilsin. Karşındaki de dinlemek zorunda değil. Beğenmezlerse yazdıklarını, okumazlar sonuçta. Kapatıverirler sayfayı. Ama senin yazdıkların orada öylece durur. 

 Yalnızlığın yakıştığı tek şey kalem sanırım. O kalem oynuyor, oynuyor… Bir ihtimal, hiçbir zaman okunmayacak, bir ihtimal milyonlar tarafından sevilecek kelimeler yazıyor. Yapayalnız, tek başına.
Mükemmeliyet bu işte.  Sadece yazabilmek. En azından benim için böyle. Kelimeler benim bir parçam. Bir kalbe, bir beyne ya da akciğere ne kadar ihtiyacım varsa; cümlelere de o kadar ihtiyacım var benim. Yoksa nefes alamam, düşünemem, yaşayamam. Sadece ortalıkta dolanan, var mı yok mu kimsenin emin olmadığı bir hayaletten farkım kalmaz elimde kalemim, sırtımda da yazacak düşüncelerimin yükü olmasa.

6 Şubat 2018 Salı

Oscars 2018 #1: Lady Bird

Herkese selamlar olsun. Bloga ara vereceğimi söylemiştim, umduğum kadar uzun ara verememiş olsam da kısmen yenilenerek geri döndüm. Hem de yeni bir yazı dizisi yazma kararı aldım.
Bu sene 4 Mart'ta yapılacak olan 90. Akademi Ödülleri'nin ,yani namı değer "Oscars", adaylıkları açıklanmıştı geçtiğimiz günlerde. Ben de adaylığı olan beş adet filmden oluşan bir liste hazırladım. Ve sizle bu filmlerle ilgili düşüncelerimi paylaşmaya karar verdim.

 Zaten aralarından bir iki tanesini adaylıklar açıklanmadan önce izlemişim... Bugün de bana harika vakit geçirten, tam beş adaylığı bulunan ( En iyi kadın oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi film, en iyi yardımcı kadın oyuncu, en iyi özgün senaryo.) Lady Bird'i izledim. Ardından da hemen yazmaya koyuldum. Aşağıya da listemi bırakıyorum, belki aranızdan izlemek isteyenler olur da, işiniz düştüğünde bana film sormak yerine açıp bloga bakarsınız...



8 Ocak 2018 Pazartesi

Kapatıyoruz

Yazıya nasıl başlamalıyım bilmiyorum. Şu ilk cümleyi yazabilmek için bile en az yüz kez silme tutuşunu kullandım. Ama adım adım bu başlığı atmamın sebebini yazacağım size ve sonra bir kapanış yapacağım.

Şu an burada olmamın sebebi, değişme kararım. Kendimi bildim bileli hep bir mucize olmasını diledim. Fakat şu an dönüp bakıyorum da, o mucizeler olsun diye doğru dürüst bir çaba sarf etmemişim. 
Bir de hep kendimi harcamışım. İnsanlar iyi olsun diye kötü durumlar altına girmişim, bazı ilişkiler bozulmasın diye olanları alttan alıp kendimi sinir etmişim, böyle böyle de dış dünyaya karşı duvarlar örmüşüm.