Kanadalı bir
sosyolog 70’li yıllarda aşkın halleri ile ilgili bir araştırma yapmış ve 6 adet
hali olduğunu bulmuş. Bu gereksiz bilgiyi nereden biliyorsun diye soracak
olursanız, biliyorum işte. Geçen gün de bu bilgi aniden aklıma geldi. Malumunuz
günümün neredeyse dörtte biri yollarda yapayalnız geçiyor. Hal böyle olunca da
insan çok düşünüyor. Çok düşündükçe de geçmişte bildiğim gereksiz şeyleri aklının
ücra köşelerinden çıkarıp çıkarıp ısıtıyor. Isıttıkça da yemek istiyor. Yedikçe
de doymuyor. (Acıktım mı ben ya?)
Neyse işte. Ben de bu altı durumu biraz araştırayım, dedim. Akşam gazetesinde küçük bir haber buldum. Kaynak belirttiğime göre hemen kopyala yapıştır yapayım:
Neyse işte. Ben de bu altı durumu biraz araştırayım, dedim. Akşam gazetesinde küçük bir haber buldum. Kaynak belirttiğime göre hemen kopyala yapıştır yapayım:
1 - Eros hem
fiziksel hem duygusal aşktır. Aşkın bu türü tutkuyla doludur.
2 - Ludus bir oyun gibi oynanan aşktır. Aşkın bu türünün en önemli parçası eğlencedir. Çiftler, bir araya gelmekten, karşısındakini etkileyip cezp etmekten hoşlanır. Uzun süreli bağlılık sözü yoktur.
3 - Storge ise arkadaşlıktan doğan ve desteğe dayanan aşktır. Güven dolu ve bağlılık gerektiren bir aşktır.
4 - Mania saplantılı aşktır. Duygusal iniş çıkışlar, kıskançlıklar hâkimdir.
5 - Pragma, kalbin değil, aklın kontrol ettiği aşktır. Çiftler seveceği kişiyi mantığıyla seçer, kendisiyle benzer ilgi alanları, ortak değerleri olan birini arar.
6 – Agapi, sonuncusu ve en yücesidir aşkın; özverili, fedakâr, koşulsuz, bencil olmayan aşktır. Kişi kendini sevdiğine adar, karşılığında hiçbir şey beklemeden verir. Onu ‘o’ olduğu için sever.
2 - Ludus bir oyun gibi oynanan aşktır. Aşkın bu türünün en önemli parçası eğlencedir. Çiftler, bir araya gelmekten, karşısındakini etkileyip cezp etmekten hoşlanır. Uzun süreli bağlılık sözü yoktur.
3 - Storge ise arkadaşlıktan doğan ve desteğe dayanan aşktır. Güven dolu ve bağlılık gerektiren bir aşktır.
4 - Mania saplantılı aşktır. Duygusal iniş çıkışlar, kıskançlıklar hâkimdir.
5 - Pragma, kalbin değil, aklın kontrol ettiği aşktır. Çiftler seveceği kişiyi mantığıyla seçer, kendisiyle benzer ilgi alanları, ortak değerleri olan birini arar.
6 – Agapi, sonuncusu ve en yücesidir aşkın; özverili, fedakâr, koşulsuz, bencil olmayan aşktır. Kişi kendini sevdiğine adar, karşılığında hiçbir şey beklemeden verir. Onu ‘o’ olduğu için sever.

Bu engin araştırmanın sonucunda bir şey keşfettim. Bu sosyolog bozuntusu, aşkın en güzel ve en masum halini belirtmeyi unutmuş! Çok ayıp gerçekten. Öğretmenine aşık liseliler, Yalçın Abi’nin programında “Ne olur geri dön Tülaaaay!” diye ağlayan amca, Leon’a karşı mide ağrısı büyüten Mathilda ve daha nicesinin içindeki duygunun şu yukarıdaki maddeler arasında nasıl yeri olmaz???
Gerçi son maddenin içindeki “koşulsuz”
ve “karşılığında hiçbir şey beklemeden” sözcükleri birazcık bu aşk türünü
tanımlar nitelikte ama olsun efendim! Bence bahsettiğim aşkın en en en güzel
hali, agapiden de güzel, ve kendine uygun bir başlığı hak ediyor!
E, bana da ne yapmak
düşer? Bu aşkın en güzel hali diye nitelendirdiğim duygunun gönlünü alabilmek
için, ona yukarıdakiler gibi afilli bir isim takıp, kendisine uzunca bir yazı
yazmak düşer efendim. Kırk yıl önce Kanadalı sosyologun yaptığı hatayı, on
sekiz yaşında ve daha üniversiteye giden bir kız temizliyor. Yazıklar olsun!
(Shame on you! )
-Ay şimdi biri çıkıp da demesin Platon ona isim koymuş filan
diye. Azıcık efkarla karışık dalga geçeceğiz şurada. Bu sebepten lütfen daha
önce platonik aşkla ilgili ortaya atılmış tüm teoremleri unutun.-

Biraz daha acı anlatmam gerekirse; siz her gün onun için uyanıp, güne onun için
başlarken… onun için gülümserken, onun için ilginizin olmadığı bir şeye
ilgiliymiş gibi davranırken… onun gözünün içine sanki dünya üzerindeki en güzel
gözmüş gibi bakarken, onun söylediği her kelime ile dudaklarının aldığı şekli
ezberlemeye çalışırken, o gülerken yüzünde beliren kırışıklıkları sayarken…
onun bakış açısında sizin öylesine sıradan bir kimse olmanız.
Yalnız bu yedinci maddeye dahil olabilmek için, karşınızdakinin sizi ve elbette
sizin onunla ilgili düşüncelerinizi bilmemesi şart. Hatta tek şart da bu. Eğer
bilirse ya da bir şekilde anlarsa, yallah başka maddeye arkadaşlar. Bu yedinci
kısım sadece bize ait. Lütfen fazlalık yapmayın.
Ama çok tatlıdır ya!
Bu “anrukaydıt” hadisesi… Böyle kendi kendinize hayaller kurarsınız. Masum
demiştim ya en başta, he işte masum olmanın da en masum hali. Masumluğun artık
kendini aşmış hali. Boynu bükük, mazlum mazlum onu düşünürsünüz eliniz kolunuz
bağlı. Kimse size, onu sev, demez. Kimse, bilakis de o kişi, sizin onunla
ilgili hayallerinizi yıkamaz. Gözlerinizin önünde ona karşı hep bir perde olur.
Onu sürekli amansız bir büyü altında görürsünüz: “Mükemmel”.
En mutlu anınızda, arkadaşlarınızlayken, ya da
yalnız başınızayken; yemek yerken, kitap okurken, film izlerken, temizlik
yaparken, koşarken, hastayken, sağlıklıyken, kola içerken, ölürken bir anda
aklınıza gelir. Gözler dolar. Sinirlenirsiniz. Kendinizi içinde kımıldayacak az
bir boşluk bile olmayan bir hücrede gibi hissedersiniz. Kurtulmak imkansızdır.
Umut yoktur. Artık onda tutuklu kalmışsınızdır.
Aşkın, tam olarak aşk olduğu haldir.

O kadar doluyuz ki anrukaydıtlar olarak, ne yazsam bu
yaşadıklarımızın acısını çıkaramayacağım.
Cesaretiniz ve
özgüveniniz hiç olmaz mesela. Kendinizi dünyanın en aciz ve saçma yaratığı
olarak hissedersiniz. Dokunsalar tuzla buz olacak değersiz geri zekalı bir
şeysinizdir. O, yanınızda olmadığından mütevellit ne kadar kalabalığa
karışırsanız karışın yalnızsınızdır. Çevreye adapte olamazsınız.
Bu yedinci maddeye bir hastalık olarak da yaklaşabiliriz.
Gündüz de görülür ama özellikle geceleri nükseder. Uykusuzluk, manik-depresif
bir hal, daima düşünceli olma gibi belirtileri vardır. Eğer hemen tedavi
edilmezse saplantı halini alır. Parazit gibi yayılır, Allah korusun. Tedavisi
mi? Sanıyorum ki doktorlar reçeteye “kavuşmak” isimli bir ilaç yazıyorlarmış.
Hemen geçiyor, diyorlar. Tam bilmiyorum.
Peki, bu hastalıktan
muzdarip okuyucularıma soruyorum: Bir
kilo demir mi ağır yoksa ne yaparsanız yapın onun sizi görmemesi mi?
Aslında daha anlamlı
şeyler yazmak isterdim bu kavramla ilgili. Bunun yerine, Necip Fazıl Kısakürek
Bey’in, benim ve benim gibilerin sustuklarını yansıttığı şiirini paylaşmak
istiyorum.
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder