28 Şubat 2018 Çarşamba

Oscars 2018 #4: The Shape of Water

Senenin en çok adaylık alan (13 adet) filmi: The Shape of Water. Güzel miydi? Güzeldi. 13 tane adaylık alacak film miydi? Bence değildi. Şimdi gelin de azıcık hikayesine değinelim.

Elise, çocukken yaşadığı kötü bir olay sonucu ses tellerine zarar gelmiş, konuşma engelli biri. Bir laboratuvarda temizlikçi olarak çalışıyor, belli bir düzeni var. Temizlikçi arkadaşı Zelda ve komşusu Giles dışında kimi kimsesi de yok. Bir gün yine temizlik yaparken, laboratuvara getirilen bir su canlısıyla karşılaşıyor. Ardından o canlıyı ziyaret etmeye başlıyor derken aralarında bağ oluşuyor. Hatta insan bile olmayan o yaratığa aşık oluyor Elise.

  Çok sıcak bir aşk filmi olarak da, heyecanlı bir kovalamaca olarak da bakılabilir The Shape of Water'a. Elise'in komşusuyla arasındaki ilişkiye çok iyiydi. O kadar sıcak ve minnoşlardı ki... Keşşşşke benim olsa. Sıkılınca kapısını çalıp, derdine derman arayabileceğin bir kapı komşusu... Gerçi kim istemez ki öyle birini????


 Giles dışında, Zelda da mükemmmmmmmmel bir karakterdi benim için. Octavia Spencer canlandırmış. Sen ne muhteşem bir kadınsın Octavia reis! Geçen sene Hidden Figures'teki rolü ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Oscar'a adaydı, alamamıştı. O film var ya, izlediğim en ilham veren filmdi. Tavsiye ederim. Bu sene de Zelda sayesinde yine aday. Umarım artık alırsın o ödülü. Umarım, umarım, umarım, umarım...
  Ne desem ki başka... O canlının makyajı çok güzel yapılmıştı. Sally Hawkings'in oyunculuğu
güzeldi ama aday olduğu En İyi Kadın Oyuncusu Oscar'ını alır mı? Vallahi ben de konuşmayan ve sakin bir kadın rolünü oynayabilirim. Herkes oynar. Bu sebepten alır almaz konusunda biraz çekimserim.
Nasıl olur da bahsetmem! Filmin kötü adamını unutmuşum! Richard Strickland. Bu garabet ve psikopat adam bizim iyi kalpli deniz yaratığını öldürüp üzerinde deneyler yapmak istiyor. Peki ya  kendisine hayat veren Michael Shannon'un baş rolden daha iyi bir oyunculuk sergilemiş olması??? Lakin hiç adaylığı yok. Offf sinirlerim bozuldu.

 Başka ne desem, filmle ilgili neyi gömsem, neyi yüceltsem??? Öyle üzerine heyecan yapıp satır satır yorum yapılacak bir film asla değildi ki... Sonu da tahmin edilebilirdi. Senarist kıyamayıp herkesin gönlünü yapmış.

 Mekan seçimleri, kostümler, makyajlar... Bakın bu üç şey kusursuzdu. Özellikle Elise'nın evinin altındaki sinema salonunu ve Glies'in sürekli gittiği turtacı dükkanına ba-yıl-dım. Keşke bizim evin yakınlarında da bir sinema salonu ve turtacı olsa!

Yönetmen ve senarist Guillermo Del Toro hakkında da bir şey demem gerekirse bir şey diyemem vallahi. Önceden Hellboy ve Crimson Peak gibi çok çok çok güzel olmayan, orta dereceli filmleri yönetmiş. Bana göre The Shape of Water da orta dereceli bir filmdi. Nasıl bu kadar patladı anlayamadım. Belki de yine çok beklentiyle izlediğim için bana böyle geldi. Bilmiyorum a dostlar, bilmiyorum.
 Bu arada yazıyı bitirmeden ufak bir not düşeyim; filmin senaryosunun çalıntı olduğunu düşünenler var. Hatta şu an mahkemelik oldular bu yüzden.

  Kaç tane ödül alır, daha kaç sene konuşulur hiçbir fikrim yok. Lakin ben 7 adaylığı olan Three Bilboards, Ebbing Missouri (Şu filmin ismini yazana kadar ölüyorum, neden bu kadar uzun??) filmini daha çok sevdim. Hatta açıp tekrar tekrar izleyebilirim. Bence T.B.E.M. (kusura bakmayın artık kısaltmak zorundaydım) daha çok ilgiyi hak ediyor. Sıradaki Oscars yazısında da onu misafir edeceğim.

 Şu filmdeki yaratık kadar güzel bir aşka sahip olmak dileğiyle...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder