
Artık üstü kapalı yazmak istemiyorum bazı şeyleri. Yer belirtmek, tarih atmak, isim vermek istiyorum. Sonra çok özel diyorum. Bu yaşadıklarım benim olsun. Kimseler dokunmasın, bozmaya yeltenmesin. Dağılmasın gökyüzündeki parlak tanecikler gibi etrafa. Ne olurdu bütün yıldızlar yan yana olsa?
Hepsi, bir bütün olarak bana ait kalsın. Benim panik odam olsun. Korktukça atayım kendimi içine. Kilitleyeyim kapısını. Kimseler açamasın diye kapının arkasına ağır bir şeyler de koyayım. Umutlarım, hayallerim de benimle saklansın. Dört duvarı projektörle aydınlatalım ve anılarımız dönsün dursun. Dönsün dursun.
Ya geleceğe atalım kendimizi, ya da anıların gölgesine... Bir an önce.
“Ne olacaksa olsun artık." Bunun kadar çaresiz bir cümle hiç duymadım. İçinde kötü olayları barındırsa bile geleceğe boyun eğmek için kullandığımız, şimdiki zamanın bunaltıcı havasından tek başımıza kaçabilmemiz için yaktığımız bir ağıttır bu cümle. Yaratıcıya sesleniştir. O anıları oynattığımız panik odasının başımıza pat diye; aniden ama gürültülü bir şekilde yıkıldığı anda ağzımızdan çıkar.
Çoğu zaman çaresizliğimizin açtığı yaraya merhem olmaz. Biz etrafımızda anılarımızdan kalan enkazla öylece oturmaya devam ederiz. Artık etrafında örülmüş bir duvar olmayan, hiçbir şeyi korumayıp üstüne üstlük hala dik duran o kapıya bakakalırız. Bu dik duruşun amacını irdeler, sonuca varmaya çalışırız. Yine de o kapı koluna tutunuruz. Manasız olsa da yine o eşikten geçeriz artık açık hava müzesine dönmüş odamıza ulaşabilmek için.
Aynı eşiği aşındırmayı yalnızca ne zaman bırakırız biliyor musunuz?
Kavuştuğumuzda.
Giden biriyle kavuştuğumuzda. Mutlulukla kavuştuğumuzda. Güzel günlerle kavuştuğumuzda. En
önemlisi kendimizle kavuştuğumuzda.
Ben size denize yakın bir yerde, aylar sonra, birbirine yeniden sarılabilen bir çiftin hikayesini yazmak istedim bugün. Her şeyin, güzel günlere dair olan inanç sayesinde daha da iyi olabileceğini anlatacaktım. O hikayeyi de kendime saklamak istedim. Daha doğrusu o hikayeye saklanmak istedim. Yazamadım.

Her olay yaşandığı saniyelere hapsolmuştur. Olacak olan şey bile aslında şu dakikanın sınırları içinde nefes alabilen ihtimaller bütünüdür. İhtimallerimize sığınalım, anılarımızın panik odasını terk ederek.
Kavuşmak... Kavuşmak ise benim için ihtimallerin en güzeli. Ne diyebilirim ki bunun üzerine? Bana en son sarıldığında olduğu gibi sıkı sıkı, sanki hiç ayrılmayacakmışız gibi sarılman... Benim her tereddüt ettiğimde, umutsuzluğa sürüklendiğimde o güzel sarılma anını hatırlamam... Hikayesini kendime saklarken, herkese o an hissettiklerimi anlatabilmek isterdim. Kelimelerin tükendiği bir duyguymuş, bunu da yapamadım.
Ama düşünsene canım, bu yazıyı okurken ne demek istediğimi tam anlamıyla bir tek sen anlayacaksın. O duyguları da sen anlayacaksın. Zaten beni bir sen anlasan, bana yeter.
Peki ya sonrası? İhtimallerin gerçeğe dönüşmesi? Onu da vakti gelince yazarız.
Belki...
Kavuştuğunuzda, beklediğinize değmesi dileğiyle....
Artık ecramlar değil tozları kalmıştı ortada,ve sen itiraz ederken ayrılıklarına nasıl senin yada birlikte olabilirlerdi,ama olabilirdi gölgeler gelecegin toprağı hemde bir an önce...oysa saklamak değil bir oda yaratmak değil güneş olmak gerekti anıların gölgesine.tuttum sarılırcasına sana o güneşi,bende duvarlar değil kapılar yıkıldı sevdiğim.
YanıtlaSilKavuşmak için değil beklemek için sahil kıyılarını bir kapı eşiği gibi aşındıranların anlaşılmaya değer olması hüzünü ile...
YanıtlaSil