
İnsan yine de yazmaya devam ediyor. Durduramıyorum. Bazen tıkanıyorum. Bazen yazdıklarım sosyal medya fenomenlerinin saçma kitaplarına benziyor. Bazen gece uyku tutmuyor iki satır karalamadan. Bazen sessiz diye konsantre olamıyorum, bazen gürültülü diye. Ama eninde sonunda yazıyorum. Dünyada bir ben kalsam, okutacak bir kişi bile olmasa; yine de yazarım, yine de yazarım.
okumadığına o kadar eminim ki. Ben de, sırf ondan geri dönüt alamıyorum diye kendi kendime yazıyormuşum gibi hissediyorum. Bu hissin nedenini bilmiyorum.
Fakat ara sıra sorgulamadan da edemiyorum: "Gerçekten bu kadar insan var mı?", diye. Aklım almıyor, bu kadar farklı düşünce, bu kadar farklı bakış açısı olmasını. Bazen durakta otobüs beklerken ya da yol kenarda bir bankta otururken insanların koşuşturması bana hep biraz güzel gelmiştir. Dertleri düşünceleri tahmin etmeye çalışırım. Herkesin başka başka hikayeleri varken, şu sıralarda her adımda bir yazar ile karşılaşmamız o kadar doğal ki.
Hepinize bir kere sormuşlardır: Özel bir yeteneğiniz olsa, yeteneğinizin ne olmasını isterdiniz?
Ben hiç şüphe etmeden, akıl okumak dedim şu ana dek. Küçükken bunun sebebi, sınav sırasında kopya çekmekti. Yakalanma korkusundan, hiç kopya çekemedim öğrencilik hayatım boyunca.
Biraz daha büyüdüm, hoşlandığım çocuk da benden hoşlanıyor mu, onu öğrenmek için düşünce okumak istedim.
Şu sıralar sadece anlayabilmek için istiyorum. Keşke öyle bir gücüm olsa. Bazı hareketlere anlam vermek öylesine zor ve yorucu ki... İnsanların kafalarının üzerinde bir bulut oluşsa da hikayelerini direkt olarak okusak. Bizimle ilgili ne düşündüklerini, yalanlar olmadan, ikiyüzlülükler olmadan öğrenebilsek.
Hayatın kopyasını çeksek, insanların bizden hoşlanıp hoşlanmadığını kısa yoldan öğrenerek.
Kötü insanları ayrıştırsak hayatımızdan. İnkar etmeyelim, aklı başında herkesin ihtiyacı olan bu. Kötü insanları ayrıştırmak.
En azından empati yeteneğinden yoksun olanlardan kurtulmak.
Hem daha çok yardım ederim insanlara. Dertlerini, onlar anlatmadan anlayabilirim çünkü. Yakınlarımı ve kendimi daha iyi korurum. "O seninle ilgili iyi şeyler düşünmüyor, uzak dur." derim birine. "İyi biri, şans ver." derim ötekine.
Ama yalan da söylemeyeyim, en çok kendime çalışırım. Düşünme okuma gücümün verdiği yetkiye dayanarak sürekli bir şeyler yazarım. Duymak istediğiniz şeyleri söylerim. Yapmamı istediğinizi yaparım. Sizler için daha bir insan olurum belki. Kendime de yaranırım böylece.
Bazen de diyorum ki; keşke benim de aklımı okuyabilseler. Söyleyemediğim çok şey var. Hepimizin öyle değil mi? Anlatmak istediğimde de, hitap etmek istediğim insanı karşımda bulamıyorum genelde. Buradan yazınca da... Ne bileyim çocuk gibi hissediyorum kendimi. Hani eskiden, Facebook üzerinden göndermeli durum paylaşılırdı ya, işte öyle yapıyorum sanki. Yalnızca kendi internet sitemden uzun uzun yazıyorum.
Kısacası anlamak bir yana dursun, anlaşılmak daha önemli. Öyle isterdim ki, sadece bir kişi beni yüzde yüz anlasın. Şimdi böyle deyince de kendimi "Off kimse beni anlamıyor ya!" diye yakınan liseli bir kız çocuğu gibi hissettim.
İnsanlar sizinle ilgili bir kez hüküm verdiklerinde, onların izlenimlerini değiştirmek çok zor oluyor. Yani bir kez "bencil" olduğunuzda, bir kez "iyimser" olduğunuzda, bir kez "yılışık" olduğunuzda, bir kez damgalandığınızda; o damga ile yaşlanma olasılığınız çok yüksek.
Şimdi geçin ayna karşısına, yüzünüze bakın, kollarınıza, gövdenize... Kaç tane damganız var? Kaç kere kendinizi açıklamanıza izin verdiler? Kaç kere sordular size? O damgalardan kaç tanesi doğru yerde?
"Anlaşılmak" diyordum. Çok zor. İnsanı çok yıpratıyor. Bazen duruyorsunuz, hiç ummadığınız kişi, ummadığınız anda "Ya ben seni anlıyorum." desin istiyorsunuz. Sonra küçük bir sarılma. Birazcık iyi temenni, biraz teselli edilmek.
Saçmaladım. Çok basit cümleler yazdım bu yazıya. Affola. Yazmasam olmayacaktı. Ya böyle yazacaktım ya da...
Ya da insanların ne kadar iki yüzlü, alçak varlıklar olduğuna saydıracaktım. Kısmet bunaymış.
Bunu genelde istemem yazı yazarken, ama sizin bu konuda ne düşündüğünüzü merak ettim. Anlamak mı, anlaşılmak mı? Hangisi sizce? Beni tanıyanlar mesaj atabilir, mesaj atamayanlar yazıya yorum yazabilir. Blogun twitter adresinden de ulaşabilirsiniz. (buraya tıklayarak) Gerçekten, bu konuda neler düşünüyorsunuz merak ettim. Yerli yabancı, genç yaşlı, kadın erkek, küs barışık... Herkes yazabilir :) Hatta yeteri kadar insan bana ulaşırsa, yazıları derleyip isim vermeden yayımlayabilirim de. (Muhtemelen yeterli sayıya ulaşmaz.)
Günün birinde anlaşılmak dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder