26 Aralık 2017 Salı

Gökyüzü Treni

Bir yolculuğa çıkmışım. Çifter çifter dizilmiş koltukların birinde, cam kenarında oturmuşum; gözlerim dışarıda, hiçliğin arkasındaki olguları anlamaya çalışıyor. Bembeyaz bir örtü var. Nur desem değil, kar desem hiç değil. Sanki bindiğim bu taşıt havalanmış, bulutların arasına girmiş ve katiyen oradan çıkmayı becerememiş.
  Etraf sessiz ama iç sesim çok geveze. Sus diyorum, susmuyor. Bir de terbiyesiz, o kadar çok küfür ediyor ki… Bu yolculukta yanıma oturan kadına sinirlendi az önce. Kadının insanları manipüle etmeyi seven, yükseklerde hissedebilmek için etrafındakinlerin sırtına basmayı yeğleyen biri olduğunu fısıldadı kulağıma. Şimdi de ona sövüyor. Ama kadın şöyle bir omzunun üzerinden baksa, hemen affediverecek; biliyorum. İki yüzlü iç sesim benim!

17 Aralık 2017 Pazar

The Ottoman Lieutenant


Ben geldiiiiiim! Uzun bir zamandır hep kendi düşüncelerimi yazmışım,bu sebepten, kendimi bir şey sanarak aniden film eleştirmenine dönüştüğüm yazılarım özlenmiş. Bu hafta da sırf buraya adam akıllı bir film yazabileyim diye tam dört adet film izledim. Aralarından, uzun zamandır izlemek için vakit kolladığım, ilk Türk - Amerika ortak yapımı olan "The Ottoman Lieutenant" isimli filmi seçtim.

   İlk önce kötü yönünden başlayayım da sonra filmi ölümüne övdüğüm kısma geçince kötü şeyleri unutun.

  Film özünde basit bir aşk hikayesi. Gayet öngörülebilir, hiç merak uyandırmayan bir senaryosu var. Lillie (Hera Hilmer), eşitlikten yana olan genç bir hemşiredir ve Van'daki bir Amerikan Hastanesi'ne bağış yapmak istiyordur. Bir salak olarak da Amerika'daki rahat ortamını bırakıp 1914 yılında klasik bir dünyayı değiştireceğim hayaliyle Van'a doğru yola çıkar. Jude (Josh Hernett) da Lillie ile ,Amerika'daki, bu hastane ile ilgili bir konferansta tanışmış olan doktordur.

9 Aralık 2017 Cumartesi

Eski ve Yeni

Aslında şöyle bir bakarsak hayata, eski ve yeni olan ögelerden oluşur yaşantımız. Eski sevgili, eski arkadaş, yeni ev, yeni yıl... Geçmişe "mazi" derler ya hani, eskiye de gitmiş denmeli bence. Elimizden gitmiş insanlar, elimizden kaymış an(ı)lar değil mi eski kalan her şey?

Ah be 2017, sen de artık geçmişe karışıyorsun işte. Gitmiş insanlar, yaşanmış acı ve mutlulukları da sarıp sarmalayıp, üzerine bir de kapıyı çarpıp çıkıyorsun hayatımızdan. Terk eden hoyrat bir sevgili gibi, soğuk ocak ayının kollarına atıyorsun bizi. Ayıp değil mi bu yaptığın?
Değil. Ne çektik senden yahu! Her mevsimin ayrı dert. Bilim desen yerlerde, instagram fenomenleri yazar oldu çıktı, yurt dışına mali durumumuzu batırmadan gitmek gibi bir ihtimal ortada kalmadı, hayallerimiz imkansıza yaklaştı.

17 Kasım 2017 Cuma

Elvedalar


"Hiç düşündünüz mü? Ölen bir insanı gerçekten bir kez daha görebilir misiniz? Ölen bir okula gidebilir misiniz?Ölen bir evde uyuyabilir misiniz? O yıllar öldü. O yılları bize öldürecek biçimde yaşattılar."

Okurken içinde kendimizi bulduğumuz satırlar keşke sonsuza kadar uzasa gitse. Ne güzel yazmış Tezer Özlü... Ne güzel anlamdırmış bu satırların basılmasından tam 19 yıl sonra doğacak bir kızın aklındaki düşünceleri, hem de daha o kız bile daha anlamdıramazken...

7 Kasım 2017 Salı

İstanbul Seni Hapsetmiş

Gri taşlardan oluşan, yer yer kırılmış bir döşemeye sahip; sıra sıra, sarılı- yeşilli, sonlara doğru bordolu apartmanların arasına sıkışmış; üzerinde yazları mavinin en güzel tonunu, kışları ise sadece gri bulutları taşıyan; bir şehrin; henüz adı konulmamış sokağın başında duruyorum şimdi. Omzumun üzerinden sağ tarafımdaki binaya bakıyorum. Bu sarı binanın giriş kapısına ulaşmak için birkaç basamak çıkmak gerekiyor. Yorgunum, çıkamıyorum.
İlgimi giriş katındaki, siyah parmaklıkların arkasındaki beyaz pencere çekiyor. Orada artık tanımadığım insanlar oturuyor. Hayal meyal hatırladığım o buz gibi evin içindeki yaşantıları merak ediyorum bir süre. Acaba nereli bu yeni aile? Çocukları var mı, varsa kaç tane? Yaşadıkları yerden mutlular mı bu insanlar? Her akşam sofralarında sıcak yemekleri ve yemekleri kadar sıcak gülücükleri oluyor mu?

30 Ekim 2017 Pazartesi

Tek Olmak

Şiirsel bir yorgunluk düştüyse üzerime, bugün biraz güzel konuşmak isterim. Blogu açtığımdan beri  ciddi olmayan, şakayla karışık yazılar yazmışım çoğunlukla. Ya da birilerine karşı duyduğum öfkeyi dökmüşüm satırlara.
Uzun zamandır, hiçbir şey anlatmadan, bir amaç gütmeden yazmamışım. Yazmışım da aslında, burada paylaşmamışım. Sanırım bu tür bir yazı için doğru bir saat 23.36...

Siz hiç, gerçekte çok şey yaparak hiçbir şey yapmamış gibi hissettiniz mi? Bana ara ara oluyor öyle. Nasıl yazsam, bu duyguyu anlatabilirim, inanın bilmiyorum. Lakin tutacağım bir köşeden, başlayacağım size bu durumu anlatmaya...

Bulunduğumuz dönem bir koşuşturmacadan ibaret. Küçük resimden başlamak gerekirse, günün her saati, diğer saatlerde yapacağımız işe yetişmekle geçmiyor mu? Evden işe gitmek için çıkıyoruz, işi eve gitmek için yapıyoruz gibi... Demek istediğim farkında olmasak da bizi oradan buraya, buradan öteye, öteden beriye savuran, irili ufaklı bir sürü amaç var.
Büyük resmin durumu daha vahim. Günlerimiz değersiz bir şeymiş gibi koşuşturma yollarında harcarken, daha büyük bir şeye kurban gittiğimizin farkına bile varmıyoruz: Düzen.

22 Ekim 2017 Pazar

Bu Kaçıncı Yaş?

Şu blogu açtığımdan beri, her doğum günümde üşenmeden yazdığım "canım kendim" yazısını elbette bu sene de yazacaktım. Yazıyorum işte. (Geçen seneki yazı için tıklayabilirsiniz.)

İşte geldim buradayım, ben bu işte ustayım!!

Vallahi her sene dışarıdan ördüğüm duvarlar daha daha büyüyor bence. Geçen sene filan alttan alttan hep göndermeli şeyler yazmışım ama bu sene, en azından şu andan itibaren, kimseyle bir alıp veremediğim yok. Hayatımın yeni bir aşamasına geçtim ve sanırım hayatta olan, olmaya devam eden şeylerden en sevdiğim kısım bu yeni aşama kısmı. Alışmışlık hissi de güzel elbette ama ben artık düşe kalka öğrenmek, yanıla yanıla doğruyu bulmak istiyorum.

Eminim ki yeni yaşımda o tüm kötü yanılgılarımı bile benimseyip seveceğim.

7 Ekim 2017 Cumartesi

Film Tadında 5 Şarkı Klibi

Bu güzel cumartesi günüden herkese merhabalar!! Öğlene kadar uymalı, günün geri kalanını tembellik yaparak geçirmeli günlerin hastasıyızzz.

Burayı öyle çok boş bırakmaya gelmiyor. Hemen okunmalar düşüyor. Bu nedenle size, uzun zamandır yazmak istediğim bir yazıyla geldim. Bakalım beğenecek misiniz?

Konuya geçmeden önce küçük bir duyuru da yapayım da içimde kalmasın sonra. Bir önceki yazımda artık blogun okunmasının artmasını istediğimi söylemiştim ya, işte o planımı hayata geçirmek için küçük bir adım attım: Bir Twitter adresi açtım. ("Twitter" yazısına tıklayarak ulaşabilirsiniz) Lakin ne zormuş takipçi kasma olayı. İlk gün 200 kişi takip ettim, sadece iki kişi geri döndü, o iki kişiden biri de benim şahsi hesabım. Biliyorum, blogun reklamını yapmak için açtım o hesabı. Tam tersi olarak buradan twitter hesabının reklamını yaparken buluyorum kendimi şu an.
Hayat işte...

Kısaca açıklamamı yaptığıma göre, izlerken yanlışlıkla film açtığınızı sanacağınız, 5 güzel klibi sizinle paylaşabilirim. Bakalım ne düşüneceksiniz?

4 Ekim 2017 Çarşamba

Çaput Bağlama Yazısı #4

Yılın benim için en özel ayına giriş yaptık: EKİM.
Sonbahar olmasından mı, yoksa içinde doğum günümü barındırmasından mı bilmiyorum ama her ekim ayına girişimizde içim umut ve güzel düşüncelerle dolar. 

Lakin ki bu sene ekim ayı bana pek de öyle hissettirmedi. Bir kere daha ilk haftasından kaptım şifayı, evde ölü eşek gibi yatıyorum. Ne kitap okuyasım ne de film izleyesim geliyor. Evden çıkmak için kendimi ikna etmeye çalışıyorum. Öyle bi karamsarlık, öyle bi bıkkınlık.

Durum bu olunca, öyle eski Çaput Bağlama Yazılarıma göz gezdirdim az önce. Bu yazıyı yazarken istediğim şeylerin neredeyse hepsi olmuş. Baktım ki istatistikler oldukça olumlu, şu karamsar havadan sıyrılıp eskiden olduğu gibi olumlu hissedebilmek için yeni bir Ç.B.Y. yazıvereyim dedim.

İyi mi ettim acaba?

(Daha önceki yazıları okumak için numaraların üzerine tıklayabilirsiniz: #1, #2, #3)

27 Eylül 2017 Çarşamba

Üni Yolları Taştan, Gerisi Güllük Gülüstanlık… Mı?

Hellooooo, ben geldim! Size müthiş bir yazı yazacağım, okuma yanında yat. Şaka şaka, sıradan benin sıradan bir yazısı olacak, öyle çok şaapmaya gerek yok.

Vallahi daha üniversiteyi deneyimleyemedim. Lakin kendimi bütün sosyal medya hesaplarımdan inşaat mühendisi ilan ettim bile. Bakalım hayırlısı. Okulun açılmasına bir ay kaldı. Belki ilk günümü anlatan bir yazı yazarım sanki çok merak ediyormuşsunuz gibi... Gerçi kesin benim en önemli günüm süper sıkıcı olur ama neyssse.

Konumuz YGS-LYS serüveni. Ay şu üç harften oluşan iki şeyi düşünmek dahi midemi bulandırıyor. Stres oluyorum üzerimden o büyük yükün kalktığını bilmeme rağmen.  Başıma ağrılar giriyor.
Aman ha siz katiyen stres olmayın. Adam akıllı, o güzel kafanızı aptal test kitaplarından tek bir saniye bile kaldırmadan, çılgınlar gibi ders çalışın. Çünkü sistem bize robot olmamazı emrediyor. Robot, hazır ol! Sağa dön! Kalemleri al! Ateş!

22 Eylül 2017 Cuma

İliklerinize İşleyecek: To the Bone

Netflix hayatında ilk defa güzel bir film yapmış, bana da yazmak düşer. Şu ana dek izlediğim hiçbir Netflix filmini beğenmemiştim. Dizilerinin mükemmeliyetine karşın, düşük bütçeli rezalet yapımlar ortaya koymuş diye düşünüyordum, "To the Bone" isimli filmi izledikten sonra bu düşüncemden vazgeçtim.

Baş rol, İnstagram'da her hareketini takip ettiğim Lily Collins'e ait. Film, yeme bozukluğu olan insanlar adına çekilmiş bir dram filmi. Anoreksiyalı bir birey olan Ellen'ın, bu hastalıktan kurtulma çabasını sakin ve etkileyici bir dille anlatmışlar.
Olaylar Ellen'ın son çare olarak çok başarılı bir doktora görünmesi ve doktorun onu kliniğine kabul etmesiyle başlıyor. Ondan sonra, aşık olmalar mı dersiniz, vazgeçişler mi, hayal kırıklıkları mı...? Bir sürü şey başına geliyor Ellen'ın.

17 Eylül 2017 Pazar

2017 Yaz Kitaplarım 7: Ateşin Şarkısı

Ah be, bu başlığı ilk attığım haziran günü dün gibi sanki... Şimdi bu yazın son kitap yazısını yazıyorum. Üzerime bir hüzün çöktü bile. Oysaki bu kitabı başından sonuna dek havuz başında, güneşin altında, temiz klor kokusu eşliğinde okumuştum. Şimdi ise kırmızı sandalyemde oturmuş sıkıntıdan patlayarak yazıyorum.
Tatil bitti diyorum da, benim okulum tam bir ay sonra başlıyor. Ama yüzsüz yüzsüz, ekim ayında "Yaz Kitaplarım" diye başlık atamayacağımdan bu senenin kitap koleksiyonunu kapatıyorum.

Son kitabın adı başlıkta da gördüğünüz üzere Ateşin Şarkısı. Yazarı, polisiye-gerilim romanlarının ustası Tess Gerritsen. Bilmeyenler bir zahmet Google amcaya uğrayıp cahilliğini gidersin.

Aylar önce elime geçen bu kitabı okumak bu günlere nasipmiş. Lakin ki kitaba hiç elim gitmemişti. Nedeni ise kapağı sanırım. Bu kadar basit ve göze hiiiç hitap etmeyen bir kapakla daha önce karşılaşmamıştım. Diğer ülkelerde basılan versiyonlarının kapağına bak, bir de bizim ülkemizdeki rezilliğe... Ay çıvdıvıcam.

Kapak tasarımı hakkındaki düşüncelerimi beyan ettiğime göre önemli kısma giriş yapabilirim:
Kitabın içeriği...

6 Eylül 2017 Çarşamba

Yazın Favori 5 Şarkısı 2017


Herkese selam, sana hasret... Şaka şaka kimseye hasret olduğum yok. Belki biraz vizyonlu insana hasret kalmış olabilirim ama onu da hallederim ben yakında.
Başlıktan da anlayacağınız üzere, neredeyse arkamızda bırakmış olduğumuz yaz mevsiminin ennn iyi, ennnn coşturan beş şarkısını seçme hakkını kendimde buldum. Ne de olsa çok iyi bir müzik kulağım var. Hatta ve hatta Acun geldi dedi ki "Bu sene O Ses'te juri ol!" ben kabul etmedim.

Yalnız belirteyim, listeyi oluşturmak  bayaa zor oldu. O kadar renkli bir yaz geçirmişiz ki şarkı yelpazesi bir hayli geniş. Neyse ki, bendeniz çok güzel bir liste hazırladım. Elbette kimseyi umursamadan kendi sevdiğim, dinlediğim şarkıları yazdım. Bu yüzden baştan belirteyim, zevkime söz söyleyecek varsa sağ üstteki çarpıyı kullanarak sitemi terk etsin.

İşimize bakalım. Buyurun bu yaz arka planda hayatımıza eşlik eden şarkılar:


30 Ağustos 2017 Çarşamba

2017 Yaz Kitaplarım 6: Kürk Mantolu Madonna

İtiraf ediyorum, evet bu yaz okudum. Hatta az önce bitirdim Kürk Mantolu Madonna’yı. Lakin “Keşke önceden okusaymışım!” filan demedim. İyi ki şimdi okumuşum. Şu zamanda tanımışım Maria Puder’i, Raif Efendi’yi!

Daha önce okusam anlamazmışım hem. Kitapta şu an kullanabilirliğini yitirmiş öyle güzel kelimeler var ki, önümde açık bir sözlük olmadan okumak manasız bir karar olurmuş. Önceki ben de üşengeçliğinden sözlük filan açmazdı muhtemelen. Bu yüzden canım kendim, yine inanılmaz bir zamanlama ile almışım kitabı.

Konusunu açıklamama gerek var mı yoksa siz de gazeteci Fundagillerden misiniz? Hani şu malum Madonna’yı, La İsla Bonita’yı söyleyen popüler kültür Madonna’sı sanan gazeteciden bahsediyorum. Kitabı okumamış olmama rağmen böyle bir aldanmaya hiçbir zaman kapılmadığım için de ayrıca bir tebrik kendimeeee…

24 Ağustos 2017 Perşembe

Müzik Kutusu #3: The Civil Wars

Ne yapsam ne yapsam diye kendimi kahrederken, uzun zamandır yazmadığım ama sürekli yazmak
istediğim bir yazı yazayım dedim: "Müzik Kutusu".



Bu yazı köşesinin ilk iki bölümü olan Alex ve Sierra ve Halsey yazımı isimlerin üzerine tıklatarak okuyabilirsiniz canlarım.

Benim gibi öyle çok ünlenmemiş, pek fazla hareketli olmayan dinlendirici şarkıları seviyorsanız dikkat kesilin. Efsane bir grup tanıtacağım şimdi size. The Civil Wars.
Öyle ünlenmemiş dediysem de bizim ülkemizden bahsediyorum. Çünkü  Dünya'nın en önemli müzik ödülü olan Grammy'i bir kaç kez evine götürmüş The Civil Wars. Yani eziklemek ne haddime?

23 Ağustos 2017 Çarşamba

2017 Yaz Kitaplarım 5: Kadının Adı Yok


Hayatım boyunca okuduğum kitaplardan enn ama ennn etkilendiğim 184 sayfalık bir kitaptan bahsedeceğim bugün. Okuyup bitirmem bir günümü aldı. İnanın elimden bırakamadım. Çok da iyi ettim, aferin bana. Ne güze yazmış Duygu Asena! (Kafiyeyi bilerek yapmadım.)

Nasıl başlayayım, neresini öveyim bilmiyorum. Bildiğim tek şey, kadın olarak ayakta durabilmek için birlik olduğumuz şu günlerde toplumun her bireyinin, kadın erkek ayırmaksızın, okuması gereken bir kitap bu. Ben kendisini annemin başucundan ödünç alarak okumaya başladım. Kitap milattan öncelerden kalmış belli; sararmış sayfaları, eski kapağı ile ayrı bir atmosfer kattı okumama. Sanırım eskimiş kitapları okumayı daha çok seviyorum. Genelde ikinci elciden kitap almamın sebebi de bu olmalı.

Konun dışına çıkmayalım. Hatta tam içine girelim. Ben size kitabı azıcık anlatayım:

20 Ağustos 2017 Pazar

Sana ne? Bana ne?

Hava o kadar sıcak ve bunaltıcı ki, yaz mevsimini kendime hatırlatmadan geçirdiğim tek bir dakika geçmiyor. Neyseki Sezen var, şarkıları var, blog var, klavye var da öyle her şeyi pek dert etmiyorum. Mutluyum. Odamdaki güzel köşeme çekildim. Hava sıcak ama onun dışında her şey tam. Ben de tamım.

Şu sıralar aşırı iğrendiğim bir durum var aslında. Bence masaya yatırılıp tartışılması gerekiyor.  Böyle cidden tartışılması gerekiyor ama öyle böyle değil.

Bugün İnsta-story dediğimiz, hayatımıza henüz eklenmiş çakma Snapchat’te rezalet bir şey gördüm. Eski okuldan, benden sadedce  bir yaş küçük kız paylaşmış bunu. Nasıl anlatayım bilmiyorum.  

19 Ağustos 2017 Cumartesi

2017 Yaz Kitaplarım 4: Beyoğlu'nun En Güzel Abisi

Selamlar olsun eyy güzel okurlarım. İnşaat mühendisiniz geldi. Hem de uzun zamandır yazmaya üşendiği kitap yazısı ile...

Ne var ne yok? Hayat nasıl? Benim yazmak istediğim o kadar yazı var ki, tam da tüm ilham perilerimle klavye başına oturacakken hop sen benim bilgisayar bozul! Kaldım mı öyle bir başıma... Zaten odamdaki de bozulmuştu taa yazın başında, oturma odasındaki de bozulunca iki gündür filan aç susuz kalmış gibi perperişan oldum. Neyse ki bugün iki bebeğimle de kavuştuk.

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi: Nevzat Başkomiser! Açıkçası şu ana dek Ahmet Ümit'in iki kitabını okudum. İstanbul Hatırası da okuduğum diğer kitabıydı. Ve bana polisiye kitaplarını sevdirdi. İstanbul Hatırası nedeniyle ilerideki en büyük hayalimi biçimlendirdim ben. O kitapla alıştım "Katil kim?" serüveninde karakterlerden önce düşünüp, ipucu aramaya. Lakin sanırım hiçbir zaman Başkomiser Nevzat'ın zekasına yetişemeyeceğim.
  Yazmak istediğim pek bir şey yok aslında kitapla ilgili. Neredeyse mükemmel olan bir romanın üzerine ne yorum yapılabilir ki? Lakin eklemeden geçmemeliyim İstanbul Hatırası daha bir güzeldi, daha sürükleyiciydi. Kesinkes okuyun derim, nokta.

10 Ağustos 2017 Perşembe

Mini - Dizi: Big Little Lies

Herkese selamlar olsun. Dizici başınız geldi! Hem de efsane bir mini dizi önerisiyle... Öyle ki, bu önereceğim dizi resmen yıldızlar geçidi. Alexander Skarsgard, Nicole Kidman, Reese Witherspoon, Zoe Kravitz, Shailene Woodley ve nicesini bir arada izleme ayrıcalığına erişiyoruz.

Her karakter başka başka sorunlarla kutuplaşırken dizinin mercek tuttuğu sorunlar, aile içi şiddet ve çocuk psikolojisi gibi temel kavramlar olmuş. Mükemmel hayatların, mükemmel kusurları olur ilkesiyle birçok ayrı konu alt alta incelenmiş, izleyiciye kusursuzluğun harika bir illüzyon olduğu algısı verilmeye çalışılmış.

Her şey bir yana, izleyiciyi vuran silahları ortam seçimleri olmuş kesinlikle. Gün batımında, okyanus manzaralı teraslar, bohemden tutun süper kaliteliye kadar geniş yelpazede döşenmiş, karakterlerimizin evleri, kızların oturduğu küçük kafe derken günlük hayatımızdaki kusurları inceleyen bu dizinin böylesine kusursuz olması ilginç.

27 Temmuz 2017 Perşembe

Dön Pedalım Dön


Dünya'nın en yetenekli sporcusu burada! Şaka şaka, spor kim ben kim Allah aşkına? Ben ki, daha manşet atmak gibi hiç komplike olmayan basit bir eylemi bile gerçekleştiremezken, sporcu olmak nedir yani?

Lisede öğlen aralarında kankalarım koca bahçenin tam ortasına gerilmiş fileden, güzelim voleybol toplarını estetik bir şekilde karşıya geçirirken onlara katıldığımda gülmeye başlıyorlardı. Çünkü girdiğim her takımın kaybedeceği yüzde yüz kesin bir sonuçtu. Evet, benim olduğum hiçbir takım kazanamadı ve yine evet, sadece voleybolda yeteneksiz değilim.

Basketbol, futbol gibi ultra sporlar hadi neyse de, ben masa tenisi filan da oynayamıyorum. Eski okulun zemin katında bir masa tenisi için yeterli ekipmanlar vardı mesela. Bir grup arkadaşım da orada takılmayı çok seviyorlardı, ben de bir ara onların peşine takılayım dedim. Facia! Bir insan tenis raketini bile tutamaz mı arkadaş? Hayır, bilerek yapsam neyse de bilerek de yapmıyorum. Yetenek sıfır! SIFIR.

En son spor denememi, geçen yıl kick boks kursuna yazılarak yaptım. Bir ara annemle pilatese filan da gitmiştik ama tahmin edildiği üzere ona da tutunamamıştım. Oysaki kick boks baya iyi gidiyordu. Hoca yeteneksizliğimi keşfetmişti, bu yüzden iyice bir destek veriyordu bana.
Ancak bir ay dayanabildim. Sonra o olay da yalan oldu.

24 Temmuz 2017 Pazartesi

2017 Yaz Kitaplarım 3: Kurtarıcı

Seriden üçüncü yazıyla karşınızdayım! Bu yaz okuduğum üçüncü kitap hakkında söylemek istediğim ilk şey; adının banelliğinin aksine çok sıra dışı ve olağanüstü olduğu... Öyle güzeldi ki, kitabın ait olduğu serinin vazgeçilmez baş karakteri Harry Hole'a bir kez daha aşık oldum diyebilirim.

İlk izlenimimi anlattığım paragrafı geçtiğimize göre, size bu kitap serisinin macerasını anlatayım azıcık. Yazar Jo Nesbo ile geçen yaz, annemin polisiye olduğu için bana getirdiği Leopar ile tanıştım. Elbette sadece yazar değil, az önce bahsettiğim polis Harry Hole ile de tanışıklığımız bu kitaptan kaynaklanıyor. Hatta ve hatta geçen yaz kitap ile ilgili görüşlerimi "2016 Yaz Kitaplarım" başlığı altında size bildirmiştim.
Seriye son kitabı okuyarak başlamış olmam beni durdurmadı, Harry'yi içeren tüm romanları karman çorman elime geçtikçe okumaya başladım. Tüm kitaplar Türkçe'ye çevrilmemiş ve çeviri sırası da karışık. Yani serinin kronolojik sırası ile ülkemizde satılmaya başlanan kitapların sırası bambaşka. Bu yüzden dert edinmeden okudum ben de her şeyi.
Şu an hala Harry Hole serisine ait okumam gereken iki kitap var. Birini iki hafta önce ikinci el bir kitapçıdan aldım. Ötekisini de bulduğum ilk yerde edineceğim.
Sanırım seriyi bitirmeye korktuğumdan da birkaç kitap sonra elimde olan kitabı okumaya başlarım. Harry, bu kadar mükemmel bir karakter olmak zorunda mısın?

18 Temmuz 2017 Salı

Stranger Things

Başlıktan anlamayanınız dev cahildir, dizi önereceğim size bugün. 19 Emmy adaylığı, ponçik oyuncuları ve efsane görüntüleri ile Stranger Things benin favori dizim oldu bile!

Ey yüce Netflix, iki dizini izledim, ikisi de mükemmel. Sen güzel bir detay olmayacaksın da kim olacak?

Her zaman yaptığım gibi, yazıya yine dizinin konusunu anlatmakla başlayacağım. 1980'lerde, küçük bir kasabada geçiyor dizi. Sezon boyunca kovaladığımız olaylar silsilesi ise, ilk bölümde anormal bir şekilde kaybolan çocuk Will ile başlıyor.
Will kayboluyor ama ortaya bir de gizemli bir kız olan Eleven çıkıyor.

Başta şerif Hopper olmak üzere, Will'in yakınları ayrı ayrı gruplaşarak, kayıp çocuğumuzun peşine düşüyor ve olaylar fantastik bir hal alıyor.

3 Temmuz 2017 Pazartesi

2017 Yaz Kitaplarım 2: Kelebek Adası

 
 Herkese merhaba! Dün uzun zamandır geçirdiğim en güzel pazar günüydü. Bütün gün odamda kıvrılıp güzel bir müzik eşliğinde kitap okudum.
  Aslında sırada yazacağım kitap Jo Nesbo'nun Kurtarıcı isimli bir kitabıydı. Kitaba başladım, gayet de güzel ilerliyordu ama dün sabah bir anda canım Kelebek Adası'nı okumak istedi. Kitap adeta beni kendine doğru çekti ve sabah başladığım kitabı akşam üzeri bitirdim.

Saraj Jio, en sevdiğim yabancı yazarlardan biriydi. Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü artık o kadar da çoook sevmiyorum kitaplarını. Yazdığı her şeyi okuyunca yazarın kendini tekrar ettiğini fark ediyorsunuz. Tüm kitaplar birbirine karışıyor, hatta bazen bir kitabın karakterlerini diğer kitaba aitmiş gibi hissediyorsunuz.

Yine de Türkiye'ye sevgisi, içten ve sıcak kanlı olmasından dolayı ona karşı bir saygım var. Size daha önce Sarah Jio'nun imza gününde yaşadığım aksiyonları anlatmıştım hatta.Koyu renkli kısma tıklayıp da okuyabilirsiniz.


30 Haziran 2017 Cuma

Çaput Bağlama Yazısı #3

En son Çaput Bağlama Yazısını geçen temmuzda yazdığımı görünce, bugün bir yenisini yazma
vaktimin geldiğini anladım. Gerçi size ne benim yeni ayda beklentimden, zerre kadar umursamamanız lazım. Ama bloga konu, bana da yazacak şey olsun işte... Zaten çok okuyuculu, efsane fenomen bir bloga sahip olmadığım için istediğim her şeyi sansürsüz yazabilirmişim gibi geliyor.
Amaan, çok okuyucum olsa da istediğim her şeyi yazarım kime ne? Özgür ruhum,  canım kendim...

Çok uzatmadan, sizi de baymadan dileklerimi bir bir sıralayım bari. Ay haydi okurken kolay gelsin size!
 (Diğer Ç.B.Y. için, buraya ve buraya tıklamanız yeterli.)


20 Haziran 2017 Salı

2017 Yaz Kitaplarım 1: Türk Kızının 50 Tonu

 Herkese merhaba. Sizi bıktırmak için buradayım! Daha dün yeni yazı paylaştım biliyorum fakat duramadım ne yapayım?
Geçen sene bir yazı dizisi hazırlamış, tüm yaz boyunca okuduğum kitaplarla ilgili yorumlarımı sizinle paylaşmıştım hatırlarsanız. Bu sene de aynısını yapma kararı aldım. Buyurun bakalım ilk kitaba...

  Artık pinkfreud hayranı olduğumu bilmeyen kalmamıştır zira 234567 tane yazımda bu durumdan bahsettim. Bu hayranlığım nedeniyle, yazın açılışını onun son kitabı"Türk Kızının 50 Tonu" ile yapmak istedim. Aslına bakarsanız kitabı birkaç ay önce indirimde görüp de, kendimi tutamayarak almıştım. Lys koşuşturması beni ele geçirdiğinden ve kitap okumaya pek vaktim olmayacağından bir süre rafta öylece bekledi, fakat ben yine dayanamayıp sınavdan önce yarıladım kitabı.
  Dün de kitabın diğer yarısını bitirince, pinfreud'un kitaplarını eğlenerek okuduğumu fark ettim. Öylesine doğal yazıyor ki, bir çırpıda bitiresiniz geliyor kitabı.

19 Haziran 2017 Pazartesi

Dizi Önerisi: 13 Reasons Why

Resmi olarak yazın ilk gününden merhaba. Henüz doğru dürüst kahvaltı bile yapmadan size çok çok çok güzel bir dizi önereceğim: 13 Reasons Why.

Dizi, intihar eden Hannah Baker'ın ölmeden önce doldurduğu, intiharının sebeplerini anlatan on üç kaseti Clay Jensen'ın devralmasıyla başlıyor. Clay kasetleri dinledikçe kendinin, Hannah'ın intiharına neden olan 13 kişiden biri olduğunu anlıyor. Anladığı bir diğer şey ise, kasetlerin kendinden önceki kişiler tarafından dinlendiği ve  kasetleri kendinden sonraki kişiye devretmek zorunda olduğu...
Genel olarak verilmek istenen mesaj, diğerlerinin yaptığı küçük yanlışların büyüyerek çok büyük hatalara sebep olabileceği. Yani diyor ki, kalp kırmadan önce beş bin kez düşün.

Dizi kitaptan uyarlama. İnternetten okuduğum kadarıyla birebir aynı işlenmemiş, bu yüzden en kısa zamanda kitabı da alıp okumayı planlıyorum. Fakat ondan önce ciddi manada diziyi izlemeniz gerek. Dışarıdan bakıldığında 0-15 yaş ergen dizisi gibi görünse de içerisinde o kadar çarpıcı ve etkileyici sahneler barındırıyordu ki bir ara kendimi ekrana bağırırken buldum.

10 Mart 2017 Cuma

Meyve Veren Ağaç

Uzun zamandır yokum. Gözünüz yollarda kalmamıştır elbet fakat ben bu sokaktan geçmek
istedim bugün. Yine içimi dökeyim, duygularımı sizinle paylaşayım iki latife edip son noktayı koyayım diyorum. İster misiniz?
  Aslında değinmek istediğim birçok konu, boğazımda düğümlenen birçok sözcük var. Hangisinden başlayayım bilemiyorum. Ama sanırım ipin ucundan tutmam gerekiyor.

 Öncelikle kişisel birkaç sıkıntımı dile getireyim. Her yazıda söylenecek, laf söyleyecek bir iki vasıfsız insan buluyorum maalesef ki. Tut kendini diye tembihliyorum asi parmaklarıma ama nafile... İllaki ağızlarının payını vermem gerekiyor.
 Şöyle ki; üç beş beyin yoksunu varlık  duyduğuma göre yazdıklarımı "boş iş" olarak nitelendirmiş. Okuma o zaman beyinsiz??? Ben mi zorluyorum sanki aç vaktini harca diye. Boş iş dediğin şeyde benim hayallerim ve emeklerim yatıyor. Sizde ise ne hayal kuracak kadar zeka ne de emek verecek kadar yetenek var.
 Her türlü eleştiriye açığım aslında. Twitter'da da yazdım. İsterlerse yazdıklarıma iğrenç desinler.


11 Şubat 2017 Cumartesi

14 Şubat... Ne?

  Çok şık olan başlığımdan anlayacağız üzere bugünkü konumuz 14 Şubat Sevgililere Sövme Günü...

Değil miydi bunun açılımı böyle ya? Ben öyle biliyordum...
  Çünkü emin olun şu 14 Şubat muhabbetini sevgilisi olan insanlardan daha çok yapıyoruz. Kraldan çok kralcıyız anlayacağınız... Yok efendim neymiş "Kapitalist toplumuuun, kapitalist düzeniiii!" Her haltı kapitalizme atın zaten. Demiyorsunuz ki vasıfsızın teki olduğum için sevgilim yok, üzerimdeki ezikliği atmak için kendimi teselli etmeye çalışıyorum diye!
  Yani elbette gerçek anlamda, 14 Şubat Aziz Sevgililer Gününü, (Böyle de mi değildi açılımı?) gerçekten kapitalizmin modern insana dayattığı bir gereklilik olarak gören, okumuş yazmış ve en önemlisi üzerine kafa yormuş insanlara sözüm yok. Onlar zaten aşmışlar. Gitsinler elit bir yere, çekmesinler bu IQ seviyesi eksi yüz trilyon olan insanların mıç mıç ilişkilerini.

30 Ocak 2017 Pazartesi

Westworld: TOP 5


Herkese merhaba. On beş tatil benim için pek de tatil gibi geçmemesini göz ardı edebilirsek her şey güzel. Bir kere en sonunda Westworld'ün ilk sezonunu tamamıyla bitirebildim. Büyük başarı değil mi?
  Biliyorum, daha önce dizinin tüm bölümleriyle ilgili bir düşünce yazısı yazacağımı söylemiştim fakat Ben Barnes'ın dünyanın en iğrenç karakterine can verdiğini anlayınca ( diziye başlama sebebim Ben Barnes'tı maalesef ki...) elim bir türlü klavyeye gitmedi. Bu yüzden yazı dizisi yalnızca iki bölümcük sürebildi. İsterseniz onları da buraya ve buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.
 Aslında Westworld'le ilgili bir şey yazmayı düşünmüyordum fakat sezonu bitirdim ve diziye HAYRAN kaldım. Kazandığı tüm Emmy'leri filan her şeyi haketmiş mübarek.
 Bu yüzden daha önce Game of Thrones dizisi için yaptığım gibi bir 'TOP' listesi hazırlama kararı aldım. Umarım ilginizi çeker...

"This violent delights have violent ends."

Not: Bol bol spoiler olacak, haberiniz ola...

20 Ocak 2017 Cuma

Her Şeyin En İyisini Ben Bilirim Figürü


Herkese selamlar. Okula gidip karnemi bile almaya tenezzül etmediğim müthiş yağmurlu bir gündeyim ve en nefret ettiğim insan tipini yazmaya karar verdim size. Hayırlar olsun inşallah.

  "Evlerden ırak." , "Aman Allah düşmanımın başına vermesin." , "Yüzünü şeytan görsün." gibi gibi bir sürü atasözüyle nitelendirmeye layık gördüğüm; göz göze geldiğim an sinirden tüylerimin diken diken olmasına neden olan koca kafalı "Her şeyin en iyisini ben biliyorum!" tipli insan figürleri hakkında görüş bildirmek istiyorum. Dünya üzerindeki en aşağılık karakter listemde beşinci sırada filanlar çünkü.
  Geçtiğimiz okul dönemi boyunca bu tip bir insanla sık sık aynı ortamda bulunduğum için iyice kusacağım modundayım zaten. Bir insanın her konu hakkında görüşü olur mu arkadaş? Yok boğazlarım acıyor diyorsun doktor misali reçete veriyor, yok gündemle ilgili yalan yanlış haberleri sırf kendi söyledi diye bize aşılamaya çalışıyor, yok bir ünlünün geçmişini yeniden yazıyor... Aman aman vallahi düşündükçe istemsiz olarak suratımı buruşturuyorum.

Bir kere bırakın düşünceyi, her olayla ilgili bir anısı var. Sanki aksiyon filminin başrol oyuncusu
karaktersiz. Böyle ekşınlı bir hayat cidden imkansız yani. Bıçaklanmadığı mı kalmış, hırsızlığa uğramadığı mı kalmış, kaza geçirmediği mi kalmış? Hiçbiri kalmamış efendim. Mübarek on yedi yıllık ömründe Görevimiz Tehlike'deki Ethan Hunt'ın yaşamadığı kadar aksiyon yaşamış. Bir de göz kırpmadan öyle bir  sıralıyor ki bu hayallerini bana, sanki gerçekmiş gibi. Yuh artık.

  Yaşadığı Ethan Hunt hayatının yanında bir de premses hikayelerini anımsatan bir aşk hayatı da var bu kişinin. Tövbebismillah. Eski sevgilinin okul çıkışlarında beklemesinden tutun, gizli gizli onun fotoğraflarını çeken başka bir eski sevgilinin kardeşine kadar uzun bir yelpazede size müthiş masallar anlatıyor. Yeller alsın!


Yalnız tek özendiğim şey dik duruşu. Abi bir insan hiç mi düşünmez Ben bu kadar sallıyorum acaba karşımdaki bana cidden inanıyor mu?" diye... Ya da ne bileyim en azından bir suçluluk hissedersin. O da yok. Söylediğine inanmadığını ima edince geri adım atmak da yok. Öf valla düşündükçe daral geliyor.

Ama ben bu insanın ciddi manada psikolojik tedavi almasının şart olduğunu düşünüyorum. Zira anlattığı hikayeler akıl sağlığı yerinde olan birine iyi bir roman malzemesi olabilir.

Açıkça itiraf etmem gerekirse ilk zamanlar anlattıklarının hepsine inandım. Siz olsanız siz de inanırsınız ama. Gözlerinizin içine bakıyor, gülümsüyor ve başlıyor uydurmaya. Siz de öyle alık alık, koyun gibi oha filan oluyorsunuz.
Ardından hikayelerin ardı arkası kesilmiyor ve BAM! Artık gözlerinizin önündeki perde açılıyor. "Bu kadar şey nasıl oldu da gerçekleşti?" diye soruyorsunuz kendinize.

Sizin etrafınızda böyle biri var mı bilmiyorum. Ama çoğu insanın bir kez de olsa her şeyin en iyisini bilen hatta bilmekle sınırlı kalmayıp her şeyin en iyisine sahip olan (öyle olduğunu sanan) biri karşısına çıkmıştır. Henüz çıkmayanlara benden tavsiye:
Onu gördüğünüz zaman yavaşça arkanıza dönün, ve koşarak oradan uzaklaşın. Çünkü uzun vadede, onun o tip bir insan olduğunu bilmeyen insanlara karşı yalan atma kabiliyetini kullanarak sizi kötüleyebilir.

Bu kişiyle yüz yüze olduğum kısa zaman içinde bir şey düşünmeden edemedim. Neden? Bir insan neden olmayan şeyleri olmuş gibi gösterir, olup olmadık yerde iki kişinin konuşmasına dalıp tüm dikkati üzerine çekmeye çabalar gibi birçok sorunun cevabını aradım kendi içimde.
Sanırım buldum da. Aşağılık kompleksi denen illet yüzünden.
Peki nedir mi bu aşağılık kompleksi? Sizi Vikipedi'nin konu hakkındaki yazısının  ilk cümlesiyle aydınlatayım: "Aşağılık kompleksiBireysel Psikoloji ekolünün kurucusu Alfred Adler tarafından ortaya atılan ve kişinin bazı yönlerde kendini diğerlerinden aşağı hissetmesine neden olan karmaşa."


Yani bu insan kendini yetersiz hissettiği için bu yalanları atıyor. Olması gerektiği gibi başarılarıyla ya da karakteriyle gündeme gelemediği için hayal dünyasından çıkma hikayeleri bize anlatıyor. Birinin ona alkış tutmasını istiyor. 

İnsanları kıskanmaktan öylesine yorulmuş ki artık başkaları da onu kıskansın istiyor. 

Şöyle ki ona yapabileceğim en büyük iyiliği yapıyorum. Ona benim değerli blogumda uzunca bir yazı ithaf ediyorum. Tepe tepe okusun. Ayrıca vazgeçsin şu huyundan artık.


Bugünlük benden bu kadar.

Her şeyi iyi bildiğini sananların evlerden ırak olması dileğiyle...