18 Temmuz 2017 Salı

Stranger Things

Başlıktan anlamayanınız dev cahildir, dizi önereceğim size bugün. 19 Emmy adaylığı, ponçik oyuncuları ve efsane görüntüleri ile Stranger Things benin favori dizim oldu bile!

Ey yüce Netflix, iki dizini izledim, ikisi de mükemmel. Sen güzel bir detay olmayacaksın da kim olacak?

Her zaman yaptığım gibi, yazıya yine dizinin konusunu anlatmakla başlayacağım. 1980'lerde, küçük bir kasabada geçiyor dizi. Sezon boyunca kovaladığımız olaylar silsilesi ise, ilk bölümde anormal bir şekilde kaybolan çocuk Will ile başlıyor.
Will kayboluyor ama ortaya bir de gizemli bir kız olan Eleven çıkıyor.

Başta şerif Hopper olmak üzere, Will'in yakınları ayrı ayrı gruplaşarak, kayıp çocuğumuzun peşine düşüyor ve olaylar fantastik bir hal alıyor.




Size yavaş yavaş bahsettiğim grupları açayım, söz spoiler vermemeye çalışacağım.

Will'in kayboluşunun anormal olduğunu ilk anlayan kişi Will'in anneciği Joyce oluyor. Vallahi kadın
Demogorgon'la göz göze gelmesine rağmen oğlu ile konuşabilmek için bir düzenek bile kuruyor, ben olsam arkama bile bakmadan kaçardım herhalde.
İlk başlarda ona kimse inanmasa da sonradan ekibine Şerif Hopper katılıyor.

Hopper, klasik içkici, geçmişinde trajik bir olay yaşamış zeki ama umursamaz biri. Bütün karakterleri sevsem de kanım en çok ona ısındı benim. Çoğu sahnede herkes ölsün sen kal yiğidim diye dua ettim, vallahi.

Will'in arkadaşı olan üç bıcırık ve Eleven'a gelirsek söyleyecek pek bir şeyim yok. Ormanda Will'i arayan Mike, Dustin ve Lucas, saçları kısacık kesilmiş bir denek gibi ortada dolaşan Eleven'la karşılaşıyorlar. Eleven'ın olaylarla bağlantılı olduğunu fark edince de onun üstün yeteneklerinden yardım istiyorlar.
O yaştaki minnacık çocukların oyunculuk yeteneğine hayran kaldım! Eleven'a can veren Milly Bobby Brown zaten efsaneydi, mükemmeldi ama Dustin? Allah'ım ekrana girip çocuğun yanaklarını ısırmak istedim. Bir insan ancak bu kadar ponçik olabilirdi.

Oyunculuktan bahsetmişken, az önce en sevdiğim karakter olduğunu belirttiğim Şerif Jim Hopper'ı hayata geçiren David Harbour abimiz de mübarek döktürmüş. Oyuncuları kim bulduysa helal olsun yemin ederim. Bir adama bir rol ancak bu kadar güzel otururdu. Resmen gerçek hayatta da içkici bir Şerif olduğuna inanacaktım adamcağızın.
David Harbour'un başka filmi varsa onu da izlemek istedim ama baş rol olduğu düzgün bir yapım bulamadım. Ama bu projeden sonra yıldızının parlayacağından EMİNİM.

Bir diğer grup ise Nancy ve Jonathan'ından oluşuyor. Gerçi en son bölümde aralarına artı bir kişi daha katılıyor ama spoiler vermek istemediğim için sustum.
Nancy Mike'ın ablası, Jonathan ise kayıp çocuk Will'in abisi. Yorumlarda herkesin Nancy'den nefret ettiğini okudum ama ben sevdim kendisini. Cesur ve iyi bir karakter yaratmışlar. Aynı şekilde Johantan da iyiydi. Gerçi yaratık konusunda annesine inanmayıp, Nancy'e inanması bana biraz komik geldi, olsun.

Filmde en dandik yer bence Demogorgon'un tipiydi. Kendisi iyi hoş bir canavar olmuş ama keşke azıcık daha yaratıcı çizselermiş. Ne bileyim, bakmaktan korkabileceğimiz bir tipi olabilirmiş mesela. Bana canavardan etçil yer bitkilerini anımsattı.
Onun dışında mekan seçimleri çok güzel. Joyce'un oğlunu bulabilmek için renkli ışıklarla donattığı evinde geçen sahneler izlemekten en zevk aldığım sahneler oldu. Onun dışında da, Mike'ın evini çok sevdim.
On üzerinden bir puan verecek olsam dokuz buçuk alır benden bu dizi. İkinci sezon da ekimde geliyormuş. Oh ne ala Mualla vallahi!

Diğer yandan dizinin soundtrackini de dinlemenizi öneririm. Netflix'in projelerinde müzik unsuruna çok önem veriliyor sanırım. İzlediğim iki dizide de müzik seçimleri muazzamdı. (Diğer dizi olan 13 Reasın Why yorumumu buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.)

Benden bu kadar. İşte dizi, işte düşüncelerim. İzleyip izlememek size kalmış!

Güzel bir gün olması dileğiyle...


1 yorum: