Şiirsel bir yorgunluk düştüyse üzerime, bugün biraz güzel konuşmak isterim. Blogu açtığımdan beri ciddi olmayan, şakayla karışık yazılar yazmışım çoğunlukla. Ya da birilerine karşı duyduğum öfkeyi dökmüşüm satırlara.
Uzun zamandır, hiçbir şey anlatmadan, bir amaç gütmeden yazmamışım. Yazmışım da aslında, burada paylaşmamışım. Sanırım bu tür bir yazı için doğru bir saat 23.36...
Siz hiç, gerçekte çok şey yaparak hiçbir şey yapmamış gibi hissettiniz mi? Bana ara ara oluyor öyle. Nasıl yazsam, bu duyguyu anlatabilirim, inanın bilmiyorum. Lakin tutacağım bir köşeden, başlayacağım size bu durumu anlatmaya...
Bulunduğumuz dönem bir koşuşturmacadan ibaret. Küçük resimden başlamak gerekirse, günün her saati, diğer saatlerde yapacağımız işe yetişmekle geçmiyor mu? Evden işe gitmek için çıkıyoruz, işi eve gitmek için yapıyoruz gibi... Demek istediğim farkında olmasak da bizi oradan buraya, buradan öteye, öteden beriye savuran, irili ufaklı bir sürü amaç var.
Büyük resmin durumu daha vahim. Günlerimiz değersiz bir şeymiş gibi koşuşturma yollarında harcarken, daha büyük bir şeye kurban gittiğimizin farkına bile varmıyoruz: Düzen.
Düzenden yakınan yakınana, ben düzene kızmayacağım. Düzenin bizi "herkesleştirmesine" karşı öfkeliyim, bu konuyu tartışacağım burada, kendi kendime.
Çocukluğumdan bu yana hep, ama kelimenin tam anlamıyla hep, özel ve tek olmak istemişimdir. Birinin tek sevdiği olayım, sınıfın en özel öğrencisi olayım, tek çocuk olayım, ilgilendiğim şeyde en özel işler benden çıksın... İlgi manyağı şımarık bir kız çocuğu var içimde. Gerçi kimin yok ki?
Acı ama gerçek, hiçbir zaman özel hissetmedim.
Bu durumun nedenini de uzun zamandır düşünüyorum aslında. Kendimce de bir yanıt buldum. Artık dünya öylesine globalleşti ki, bir sınıfta üç dört tane yazar, beş altı tane motorcu, yedi sekiz tane de dağ tırmanıcısı bulabiliyorsunuz (!)
Bu çeşitlilikle özel olmak bir yana dursun, bazen "Ya acaba benden bir tane mi var?" diye düşünmüyorum değil. Böylece, sevdiğim işleri, gerçekten tüm kalbimi ortaya koyarak yaptığım hatta belki de beni hayata bağlayan o küçük hobilerimi kimliğim gibi üzerimde taşıyamıyorum. Çünkü beni ben yapan şeyleri tam üzerime alıp, kendimi o şekilde tanıtacakken, o şeylerin başkalarını da başkaları yaptığını görmek, benim tüm hevesimi kırıyor.
Çoğu zaman öğüt verdiğimi biliyorum. Bu sefer sadece henüz çözümünü bulamadığım bir problemimi paylaşmak istedim. Ben silik biriyim. İstediğimin aksine, hiç özel biri olup kendimi belli edemedim. Bu karakter eksikliği değil bir var olma şekli. Lisede, en arka sırada oturan, kimsenin adını hatırlayamadığı kız; her sabah otobüs durağında görüp hiç kim olduğunu merak etmediğiniz amca; sesi bile hiç duymadığınız, kafenin bir köşesine kıvrılıp her akşam kitap okuyan çocuk ya da yıllardır hiç durup sevmediğiniz çöpten beslenen bir sokak kedisi... Biz de varız. Herkes gibiyiz, özel değiliz ama varız.
Hep bir filmde, ölmek üzere olan çocuğun, şu dünyada iz bırakamadan göçüp gitme korkusunu düşünürüm. Yok olup gitmek ne kadar da korkutucu. Oysaki filmlerdeki güzel kadınlar ya da Nobel almış bilim insanları hiç unutuluyor mu?
Bu da benim düşüncemi kanıtlıyor. Artık herkes özel değil, artık çoğu kişi birbirine benziyor. Benzersiz olup, siyah beyaz çoğunluğun arasında bir renk olarak parlayanlar ise arkalarında iz bırakıyor.
Ne ile başladım, nereden nereye geldim... Tam istediğim gibi değil fakat düşüncelerimin bir kısmını yansıtabildiğim bir yazı yazdım işte.
Hiç unutulmamak dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder