31 Aralık 2021 Cuma

2021'in Arkasından El Sallayalım

 Her sene yaptığımız gibi bu sene de eski yılı analiz edeceğimiz, yeni yıl beklentilerimizden bahsedeceğimiz
yazımıza hoş geldiniz! Sözcükler zihnimden taşarken yazıyorum bu satırları. Hem bloga ara verdiğimden (özleştik) hem de yazacak, anlatacak çok şeyim olduğundan. E biraz da acelem var tabii.
 Neden mi acelem var? Vallahi seneye bu günü üç saatte sunum hazırlamaya çalıştığım bir gün olarak hatırlayacağım da ondan! Ödevim varmış, sabah öğrendim de...
  Bu son da 2021'e yakışan bir son oldu açıkçası. Tüm yıl olmayan ödevlerimi yetiştirme telaşı içinde geçti sanki. Stres doluydum anlayacağınız. Her açıdan, her gün ("neredeyse" her gün diyelim de abartı kaçmasın) bir gelişme, bir tantana... Ülke gündemi rahat bıraksa, korona salmıyor insanı, korona salsa kişisel problemler, akademik yaşantı falan filan. Beni yıldırdı 2021. Şakasız.

26 Aralık 2021 Pazar

Cıvıl Cıvıl Bir Yeni Sezon, Emily in Paris

  Sizlerle arayı daha fazla açmamak adına, son üç  günümü meşgul edip  hayatıma güzel bir esinti getiren
Cooper’ın bu sezon yaşadığı maceraları tartışalım, diye düşündüm. İnternetin İnstagram cephesindeki magazin bloggerlarının bol keseden kötüledikleri Emily in Paris bu sezonuyla 10/10’luk bir performans sergileyememiş
  olsa da bence tatlıydı. İzlenirdi. Sonuçta genç bir kadının 1 yıllığına Paris’e taşınıp aşkı falan aradığı diziden derin manalar çıkarmak gibi bir gayemiz yok.

  Peki neler oldu bu ikinci sezonda?

18 Ağustos 2021 Çarşamba

Emma Bovary Perspektifinden Mükemmeliyet Arayışı

Emma, okuduğu kitapların etkisi ile, her zaman mükemmeli arayan, tutku peşinnde koşan bencil ve doyumsuz kadın profili çizer Gustave Flaubert'in o en ünlü romanında. İstediğini elde ettiğinde dahi asla durmaz. Öyle bir karakterdir ki, gerek edebiyat evreninde gerekse şu ayaklarımızı bastığımız dünyada (bazı zamanlar da iç dünyamızda) kendisine rastladığımız çok olur.

 Bir rüya içinde yaşama umudu ile Charles Bovary ile evlenmesinin ardından; hiçbir zaman o mükemmel kadın olamayacağını anlayan Emma, pahalı eşyalar, şaşaalı elbiseler ve yine bir o kadar gösterişli "metres"leri ile arayışına devam eder lakin bu yol onu kendi felaketine çıkarır maalesef. Adım adım bu sona sürüklenmesini okumak öylesine ibret vericidir ki, üstüne bir de, bovarizm denen bu illet hakkında yazmak istersiniz. 
 Evet, Madame Bovary edebiyat dünyasına bir terim katmıştır: Bovarizm.

7 Mayıs 2021 Cuma

Sevmek Zanaatı

 Her daim yanımda taşımaya özen gösterdiğim küçük not defterime genelde tarih atmadan yazarım yazacağımı.
Fakat bazen yazdığım kalemin mürekkebinden, notların alakalı olduğu konulara hangi dönemlerde kafayı taktığımı bildiğimden, yani tarihsiz de olsa kendimce bir "not tutma" sistemim olduğundan, zamanı ve neyi nerede görüp de kağıda geçirdiğimi aşağı yukarı hatırlarım. 
  2019 Aralık'ta çok sevdiğim hatta en sevdiğim yazarın kaleminden şu cümleyi geçirmişim satırlara: "Sevebildiğin sürece herkesi sevebilirsin." Altına da eklemişim parantez içinde "(Bu cümle hakkında yaz)"
  Şimdi, sizlerin huzurundayım,  güzel bir gece, 2021'in hala ilk yarısında iken; zamanında canım Tezer Özlü'nün hayata baktığı pencereden süzülen ışığı karanlık tünelin ta öbür ucunda ancak görebilmiş biri olarak. (bence birini okumak, kitaplarını okumak, hayatını okumak yetmez aynı pencereyi paylaşmak için. Konuşabilmek, tartışabilmek, onun kendi zamanında yürüdüğü yollarda, yine onun kendi zamanında ettiği dostluklarla bir yola çıkabilmektir derin bir yazarı anlamak. Aynı Tezer Hanım'ın Kafka'nın, Pavese'nin ayak izlerini kendi yaşantısı boyunca takip ettiği gibi.) 
  Tezer Hanım'ın o kadar da acılarla dolu olmasa da içinde hep hüzün barındıran hayatında, beni etkileyen o kadar çok satırı var ki, aslına bakarsanız çoğu zaman melankolik şeyler yazmamın sebebi de budur. Zaten Tezer Hanım da yazının melankoliden geldiğini savunuyor. "Türk Edebiyatının Gamlı Prensesi" tacına sahip olmasına da şaşırmamalı elbette.

24 Nisan 2021 Cumartesi

Oscars 2021 #5: Sound of Metal

 Merhabalar... Sonunda, son yazı. Pazar günü Trt 2'de saat tam üçte kırmızı halı ile başlıyor törenimiz. Bence yılın en önemli töreni. İleride bir gün benim düğün törenimin olduğu yılda bile, benim için yılın en heyecanlı töreni olarak da kalacak. Abartmıyorum.

  Bu sene iki favorim vardı. Soul ve Sound of Metal. İkisini de sona bıraktım. Lakin bugün sınavlarım bitmiş, sorumluluklarımdan arınmış, rahat bir ben ile Sound of Metal gibi etkileyici bir filmi konuşmak, düşünclerimi sizinle paylaşmak  ve bu senenin Oscars yazılarını bu şekilde noktalamak çok heyecan verici. İnanın büyük bir tutku ile yazıyorum bu satırları. 
  Öncelikle;

22 Nisan 2021 Perşembe

Oscars 2021 #4: Soul

   Dördüncü Oscars köşesi konuğumuz Soul ile herkese selamlar. Yolculuğumuzun sondan önceki yazısında, izleyip de storysini atmayanı dövdüklerini düşündüğüm, muhteşem ötesi animasyon Soul'u inceleyeceğim için çok memnunum. Aslında dördüncü yazının sahibi The Trial of the Chicago 7 olacaktı ki son anda fikrimi değiştirdim. Bu fikir değişikliğinin nedeni 1. Soul'u daha çok sevmem 2. Animasyon filmlere hakim olmama rağmen bloga daha önce hiç animasyon yazmamış olmam 3. Soul'u yorumlamanın daha kolay olması. 
  Kolay çünkü yazı boyunca öveceğim filmi. Öve öve bitiremeyeceğim. En baştan da ekleyeyim. bütün aday filmleri unutun, Soul'u izleyin izlettirin. 
   Çoğu kişinin de favorisi zaten.
   Hayatının dönüm noktası olacak bir  yerde ölüm ile yaşam arasında kalan jazz sevdalısı Joe'nun hikayesini izliyoruz. Yalnız filmi tek bu cümle ile özetlemek büyük ayıp olacak. Çünkü Joe geçirdiği kaza sonrası, kendini henüz dünyaya gelmemiş "ruh" parçacıklarının bulunduğu evrende dünya hayatına gitmek istemeyen 22'yle bulacak, yaşama olgusunun tüm zorluklara rağmen güzel olduğunu 22 ile keşfedecektir. 

20 Nisan 2021 Salı

Oscars 2021 #3: Promising Young Woman

 Aşk olsun, hiç haber vermiyorsunuz Oscar haftası gelmiş! Ben tabii sınavlara, teslimlere gömülmüşüm hayatı unutmuşum. Şimdi de iki saat sonra bir sınavım, yarın da iki tane en zor dersimin sınavı var. Ama buradayım. Çünkü sanırım ilk defa bu sene yazıları törene kadar yetiştirememe ihtimalim var. Filmleri izlemiş olmama rağmen hem de!

 Bu sene bu adaylık yorumlama işini de beceremedim gibi geldi zaten. Yazarken kendimi veremiyorum çünkü cidden çok fazla işim var. Bir türlü boş kalamıyorum. Boş zamanlarımı da yazmaktan çok izleyerek ya da okuyarak dolduruyorum.

  Yazmak, yorumlamak daha çok bilgi birikimi ve beyin egzersizi gerektiyor sanki. 
 
  Bir de bugün ölü gibi uyandım ÖLÜ. Saat dörde kadar hiçbir şey yapamadım dümdüz koltukta oturdum. Yoğun haftalar gelip çatınca sanırım bünyem ters tepki veriyor. Bilmiyorum.

5 Nisan 2021 Pazartesi

Oscars 20211 #2: Nomadland


 Benim kraliçem, sevgili (ama çok çok sevgili, öyle böyle değil) Frances McDormand'ın son filmi Nomadland bugünün şanslı filmi. Aşırı etkileyici sinematografisi, insanın kalbine dokunan konusuyla aslında 2021 adaylarının arasında "sakın kaçırmayın" diyebileceğim  nadir filmlerden.
  Pat diye konuya giriş yapmadan bu sene En İyi Yönetmen dalında, iki kadın birden olmasının kutlandığını belki dağda yaşamıyorsanız duymuşsunuzdur. Sene 2021 oldu hala böyle şeylere seviniyoruz. Türkiye şartlarında yine anlıyorum ama dünyanın en prestijli ödül töreninde bile kaç senedir "kadın adaylık yok" diye diye insanların dillerinde tüy bitti. Ki bence önceki yıllarda ballı çöreğim Greta Gerwig'e büyük haksızlık yapıldı. Neyse bu başka bir yazının, başka bir günün konusu. 
  İşte o iki adaylıktan biri Nomadland sayesinde yönetmen Cloe Zhao'nun. (Öteki Promising Young Woman'ın yönetmeni) Hem de bence güçlü bir aday.

  Şimdi filmin konusuna geri dönebiliriz. 

24 Mart 2021 Çarşamba

Oscars 2021 #1: Mank

 Sonunda yılın en sevdiğim zamanı. Oscar adaylarını yorumladığım zaman. Yeni takipçiler, haspel kader yolu buraya düşenler bilmiyorlardır muhtemelen. Ta 2018'den beri, Genelde şubat ayında yapılan Akademi Ödüllerinde boy gösterecek filmleri yorumluyoruz. Nihayet pandemiden ertelense de bu yılın adaylıkları da açıklandı ki maratonumuza başlayabildik. 
  Geçen senelerin yazılarını merak ettiyseniz veyahut ödül almış/adaylık almış filmleri merak ederseniz yukarıdaki etiket çubuğundan "Oscars" üzerine tıklayabilirsiniz. 
  Bu sene, her şeyin tadı kaçtığı gibi sinemanın da tadı kaçtı. Pandemi sağ olsun. Öyle çok övemeyeceğim çekilen filmleri de... Mecbur birilerine Oscar dağıtmak için birkaç film seçmişler, bizi yemliyorlar gibi bir liste var karşımızda. Yine de bu durumu normal karşılamak gerekiyor. Onlarca filmin vizyon tarihi ertelendi, bir çok set yarıda kaldı. Dün bile Ryan Reynolds çıktı son filmim erteleniyor diye... Yani bitti sanıyoruz lakin bitmiyor bu adi korona. İnsanlar film çekse bile hakkını verebilmek için salonların açılmasını bekliyor. Ben de bu konuda eski kafayım biraz. Netflix filmleri güzel olabilir ama hiçbir şey sinemada izlemenin verdiği o ayrıcalıklı duyguyu veremez.
  Bence "internet çağı" hayatımıza gölge düşürüyor.
  
  Biz konumuza dönelim. Bu sene yorumlamak için yine beş tane aday seçtim. 
Hep favorimi ya yazıların ilki ya da sonu olarak yazıyorum. Bu seneki favorim Sound of Metal... Ama onu en son öveceğim. Bugün konumuz Mank.

15 Mart 2021 Pazartesi

Kesin İzlenecek Filmler #1

 


Güzel bir günden merhabalar. İnsanın karakterini, büyük ölçüde entellektüel birikimi oluşturur bence. Bu birikim de okuyarak, görerek, gezerek ve tüm bunları yapamadığımız zaman "izleyerek" elde edilir.
  Her zaman güzel belgeseller, süper bilgilendirici diziler, tarihi filmler falan izlemek zorunda değiliz elbette.En dandik film bile bizi karışık benliğimizin daha da karışık dünyasına (en azından zeki insanların içinde bir karmaşa olduğuna inanıyorum) kısa bir mola vermemizi sağladığından gönlünüz ne isterse onu izleyin, bu konuda "shaming" yapmayı hiç doğru bulmuyorum.
  Öte yandan her sıkı izleyicinin bir listesi olduğu gibi benim de bir enler listem mevcut. Say say bitmez hatta. Liste uzar da gider. İzledikçe filmler de ekleniyor zaten. Fakat bugün sizinle en sevdiklerimden sadece beş tanesini paylaşacağım. Size "Kesin izleyin" bunları diyorum, çünkü film zevkime çok güveniyorum. 
  Bir yandan da bu filmleri biraz "kendi özelim" gibi görüyorum. Sanki sadece hak eden insanlarla paylaşmalıymışım gibi... 
  Neyse bir kere başladım yazmaya sonunu getireceğim. Listemize geçelim. 

21 Şubat 2021 Pazar

Çaput Bağlama Yazısı #10

  Değerli okuyucularım, hoş geldiniz. Öncelikle bugün, kendi hayatınıza ufak bir mola vererek, benim yazdıklarımı
okumak amacıyla, buraya uğradığınız için teşekkür ediyorum. Aranızda bize yeni katılanlar, bu “Çaput Bağlama Yazısı” başlığının anlamını merak edeceklerdir.
  Zira ta 2019’dan beri hiçbir dileğim yokmuşçasına bu başlığı atmamışım.

  Bir önceki cümleden anlayacağınız üzere canlarım, önümüzdeki 30-35 gün içinde gerçekleşmesini istediğim dileklerimi yazdığım bir yazı dizisi bu. Hani dilek ağaçları olur, istediğinizi içinizden geçirip ağaçlara çaput bağlarsınız ya… oradan esinlendim. Esinlenmiştim,  yani ilk Ç.B.Y.’yi yazdığım 2016’da. (Yuh 5 sene olmuş)
   Açıklamamı tane tane yaptığıma göre, e siz de bugünkü konumuzu anlamışsınızdır artık, asıl yazımıza geçebiliriz. Dilek dileyeceğiz efenim.
   Bir tür totem de diyebiliriz buna.
  Başlayalım.
(Durun! Başlamadan diğer Ç.B. yazılarımı okumak niyetinde iseniz; bu cümleyetıklayabilirsiniz. Veyahut yukarıdaki, başlığın altındaki çubuktan “Çaput Bağlama Yazıları”kısmına da basmakta özgürsünüz.)

Çaput Bağlama Yazısı

 Öncelikle çok yavan bir istekte bulunacağım; Bridgerton tarzı drama istiyorum. Hayatımda değil, dizi olarak. Dük ve Daphne’nin tadı damağımda kaldı. Zaten şu sıralar Jane Austen’e takmış durumdayım. Anlayacağınız ecnebinin “period drama” diye adlandırdığı her şeyi silip süpürme merakı sardı beni.  Küçük Kadınları okudum (Beth…), şimdi Emma’yı okuyorum ama yok. İçimdeki açlık sönmüyor. Aşk istiyorum, soylu zengin aileler, balolar, uzun kıyafetler görmek (okumak) istiyorum. Çok mu şey istiyorum rabbimcim, sen söyle.

7 Şubat 2021 Pazar

hiçbir yerden gelen huzursuzluk


   Bugün odamda yalnız başıma, yatağıma kıvrılmış kitabımı okuyorken kafamı kaldırıp içeri usul usul sızan akşam güneşine baktım.  Bir süredir iyi değilmişim, onun farkına vardım. Yani gerçekten her şey fazlasıyla yolunda ilerlerken “iyi” olamama durumu neyin nesi, pek anlam veremiyorum. Böyle zamanlarda bu anlam verememe duygusuyla harmanlanmış kötü his, etrafımda olup biten her şeyle bir öfke harbine girmeme neden oluyor.

    Geçen kendi kendime şöyle dedim; size de yazacağım:  “Her insan kendi içinde bir denge bulmaya çalışıyorken, iç dünyasının dışındaki her şey de o dengeyi bulmasını engelleme çabasında.”
    Evimde, odamda oturuyorken bile bir şeyler, belki birinin kötü enerjisi (bilmiyorum,  bu tür şeylere inanır mısınız…) huzurumu alıp benden kaçırabiliyor. Veyahut bunun  psikolojik bir açıklaması vardır. Dandik bir hastalık ismi uydurmuşlardır. “Tükenmişlik” sendromu gibi mesela… Üzerine binlerce şakalı twit atılabilecek, herkesin “ay bu bende de var” diyebileceği bir tür rahatsızlık.
     Ben buna hiçbir yerden gelen huzursuzluk diyorum. Lakin aslında biraz oturup düşündüğümde hiçbir yerden değil, düşünmemek için uzun çabalar harcadığım çözülmez problemlerimden kaynaklı olduklarını biliyorum. Bir ölü gibi. Gün geçtikçe çürüyor, çürüyor, çürüyor ve kokmaya başlıyorlar.

30 Ocak 2021 Cumartesi

Euphoria: Özel Bölüm İncelemesi

  Bakmayın başlığı tekil yazdığıma. Özel "bölümler" hakkında yazacağım aslında. Rue ve Jules. İki bölümü de o kadar hayran hayran izledim ki yazmasam olmazdı. Hem biraz Euphoria anarız. Çok sevdiğim yapımların blogta olmasını seviyorum. İleride şöyle dönüp baktığımda neler izlemişim, bulabiliyorum böylece. Hem de size önermiş oluyorum. Bir taşta iki kuş.

    Aslında benim favori karakterim Maddy. (" I'm not spossed to be here right now because I'm dressed like a hooker and none of you liked me!") Dizinin en ikonik karakteri. Makyajı, giyinişi, hareketleri, sözleri... Tam bir diva. Gereksiz ve kasıntı, sırf viral olsun diye yazılmış bunalım üstüne bunalım bir karakter olmadığı için herhalde. Nate ile aralarındaki toksik ilişkinin gidişatını izlemek ilk sezon bana keyif vermişti. Umarım ikinci sezonda daha çok izleriz. 
  

24 Ocak 2021 Pazar

Yaşıtlarımın Çocukluğa Dönüş Bileti: Winx

Şu sıralar burayı boş bırakmaz oldum. Sürekli bir şeyler izliyor, okuyor veya kendi kendime araştırmalar yapıyorum. Başka bir deyişle ders çalışmamak için kendimi meşgul tutuyorum. Dolayısıyla da bana yazacak malzeme çıkıyor. İnsan hayatındaki zehirlerden arınınca, (sosyal medyaya olan bağımlılığı hala çözemedim ama ondan da arınacağım yakında) üretmeye  ve gelişmeye vakti oluyor.

Tabii bugünkü yazımızın konusu üretmek ve gelişmekle yakından uzaktan alakalı değil. Çünkü başlıktan da kolayca anladığınız gibi, bu ayın 21’inde yayınlanan, bizim çocukluk çizgi filmimizin uyarlaması Fate: The Winx Saga hakkında konuşacağız.

Çok heyecanlıyım, kahvelerinizi aldıysanız başlıyoruz.

21 Ocak 2021 Perşembe

Bridgerton ile Entrika Dolu Yaşamlara Bakış


  Google Explorer gibi çıkmasının üzerinden uzun süre geçtikten sonra izlemeye başladığımdan,  bu öneri yazısından ziyade bir eleştiri, ilk sezon yorumu. Çok mu sevdim yoksa yavan mı buldum bilemiyorum. Yazacağım bir şeyler artık. Popüler kültür okunuyor annecim, millet ne yapsın sanat filmini? Kaos istiyorlar, çirkinlik, skandal, drama!

   Bridgerton, 19. yüzyıl, Londra’da, bir grup soylu ailenin,  kızlarını birilerine yamama çabasını konu alıyor en amiyane tabir ile. En başta yakışıklı dük Simon ile  bir de yine soylu fakat o kadar da soylu değil Daphne’nin arkadaşlık-tutkulu aşk serüvenini izlesek de dizinin yan kurguları benim ilgimi daha çok çekti aslında. Mesela gebe Marina veya Daphne’nin ağabeyi Anthony’nin “uygunsuz” aşkıyla ne yapacağı… Yani aslında bana diziyi izleten, büyük çoğunluğun aksine, yakışıklı dük değildi. Tamamen dramaya olan açlığımdı.
  Şükür hiç başından kalmadan bir günde bitti.

 Buradan sonrası spoiler ile dolu bir mayın tarlası. Yani diziyi izlemediyseniz, belki okumak istemeyebilirsiniz.

 Öncelikle Leydi Whistledown meselesi.

15 Ocak 2021 Cuma

Nolan'ın Son Eseri: Tenet

  Benim yeni yıl kararlarımdan biri de, son aylarda birazcık boşladığım blogumla yeniden haşır neşir olmaktı. Bu yazıyı yazarak biraz olsun bu kararımın arkasında durmak, kendi kendime ispat etmek beni bir nebze beni mutlu ediyor. Bu mutluluğun verdiği heyecanla hepinizi selamlıyorum.
  Aslında bu yeni güz döneminde hiç vaktim yok. En başlarda, "Aman ne olacak canım bir şekilde biter..." diye, başıma ikinci üniversite belasını açtım. İki yıllık okuduğum bölümümün, okuduğum lisans programından daha da zorlaması, üstüne bir de ikisini bir arada götürmeye çalışmak beni her gün evde olmama rağmen tüketti. Neyse ki  ben öyle kolay pes eden bir insan değilimdir. Kendi entelektüel ihtiyaçlarımı da karşılamayı becerebiliyorum hala. Sadece eskisi kadar yazamıyorum, o kadar. 
   Durum güncellememi de yaptığıma göre biraz film tartışalım sizinle. Zira başka şeyler tartışmak şu sıralar içimden hiç gelmiyor. 
   Beni bu yazıyı yazmadan önce en çok zorlayan şey, film seçmek oldu. O kadar çok iyi-kötü şey izledim ki, hangisine sövsem ya da hangisini yüceltsem bilemiyorum. 
  Bu yüzden çıkmasını dört gözle beklediğim filmi yorumlayacağım.