7 Mayıs 2021 Cuma

Sevmek Zanaatı

 Her daim yanımda taşımaya özen gösterdiğim küçük not defterime genelde tarih atmadan yazarım yazacağımı.
Fakat bazen yazdığım kalemin mürekkebinden, notların alakalı olduğu konulara hangi dönemlerde kafayı taktığımı bildiğimden, yani tarihsiz de olsa kendimce bir "not tutma" sistemim olduğundan, zamanı ve neyi nerede görüp de kağıda geçirdiğimi aşağı yukarı hatırlarım. 
  2019 Aralık'ta çok sevdiğim hatta en sevdiğim yazarın kaleminden şu cümleyi geçirmişim satırlara: "Sevebildiğin sürece herkesi sevebilirsin." Altına da eklemişim parantez içinde "(Bu cümle hakkında yaz)"
  Şimdi, sizlerin huzurundayım,  güzel bir gece, 2021'in hala ilk yarısında iken; zamanında canım Tezer Özlü'nün hayata baktığı pencereden süzülen ışığı karanlık tünelin ta öbür ucunda ancak görebilmiş biri olarak. (bence birini okumak, kitaplarını okumak, hayatını okumak yetmez aynı pencereyi paylaşmak için. Konuşabilmek, tartışabilmek, onun kendi zamanında yürüdüğü yollarda, yine onun kendi zamanında ettiği dostluklarla bir yola çıkabilmektir derin bir yazarı anlamak. Aynı Tezer Hanım'ın Kafka'nın, Pavese'nin ayak izlerini kendi yaşantısı boyunca takip ettiği gibi.) 
  Tezer Hanım'ın o kadar da acılarla dolu olmasa da içinde hep hüzün barındıran hayatında, beni etkileyen o kadar çok satırı var ki, aslına bakarsanız çoğu zaman melankolik şeyler yazmamın sebebi de budur. Zaten Tezer Hanım da yazının melankoliden geldiğini savunuyor. "Türk Edebiyatının Gamlı Prensesi" tacına sahip olmasına da şaşırmamalı elbette.
  Söz yazacağım size Tezer'i, Nilgün'ü, Leyla'yı, Tomris'i. Türk yazınının okunmaktan çok, Ahmet'in, Turgut'un, Kaan'ın "gelini" olarak gördüğü değerlerini. İntiharından sonra şiirleri yayınlanan Nilgün de benim parçam çünkü, "Sevilmemeyi rahatça kaldırabiliyorsun da sevilmek zor geliyor sana, sen de bunu anlamıyorsun." diyen Tomris de, dik duruşu ve asla ödün vermediği görüşleriyle Leyla da. 
  Sizin de parçanız onlar. 
  Yazacağım hepsini.
  Tek tek.
  Söz.

  Tezer Hanım'dan da bahsedeceğim uzun uzun. Fakat şimdi değil. 
  Şimdi yazının en başına dönmeliyiz. "Sevebildiğin sürece herkesi sevebilirsin." diyor Tezer Hanım.
  Sevgi zanaattır. Sanat değildir diyorum ben. Bunu savunuyorum. Emek ister, demeyeceğim basit kaçacak. Demedim sayıverin. Zanaat nedir sahi? El becerisidir. Ustalık gerektirendir.
   Sevgi de bir beceridir aslında. Sığ düşünmeyin yalvarırım. Sizin o haftalık manitalarınızdan, yakışıklı flörtlerinizden bahseden yok burada. Sevginin böyle bir şey olmadığını tam da bahsi geçen cümleyi deftere geçirdiğimden beridir savunuyorum. 
   Bir ayrı bir barışık, çok beklentili, kırılgan Türk filmi aşklarınız bu zanaati kirletemez. Çünkü sevgi kişilerden bağımsızdır.
  Başka bir açıdan sevgi, tasavvuftur aslında. Mevlana öldüğü güne, düğün günümdür diyor mesela. Şeb-i Arus. Çok irdelemeyeceğim. Konuma döneceğim ama, işte gerçekten de Tezer Hanım'ın dediği gibi eğer sevme becerisine sahipseniz herkesi sevebilirsiniz.
  
   Zanaat için ilhama gerek var mıdır? Elbette sanatla aynı şey olmadığını söylemek mümkündür fakat şimdi ne marangozlar var dümdüz kalası, etrafında ailelerin toplandığı koca bir masa haline getirebiliyor; sanırım ilham da vardır zanaat işinin içinde. Aksi takdirde insanoğlu da kaybeder kendi özünü ve robotlaşır. Bizlerin elinin değdiği her şeyde bir parçamızı bırakırız veyahur onu parçamıza katarız. İnsan elinden çıkma bir masa için bile öyle basit cümleler kurmamak gerekir efendim. Masa güzellemesi yapmayacağım, konuyu dağıtmayayım da makine elinden çıkan ile emek teri değmiş eşya bir olmuyor elbette. Yine de artık bizzat eliniz değmese de (tasarımla, komutlarla) bir şekilde parçalar parçalara giriyor, günümüzün gelişmiş şartlarında. Emek teri derken de, gelişmemişlik ve iş gücü sömürüsünü övmüyorum, yanlış anlamayın.
  İlhamdan geldik buralara. Soruyu tekrarlıyorum. Zanaat için ilhama gerek var mıdır? Vardır. Sevgi için de vardır dolayısıyla. Ve bazen sevme yetimizi kaybettiğimiz olur. Tanrım o insanlara yardımcı olsun. Seviyorum sanmak; o yanılgı ile takıntı yapmak. Kendine zarar vermek, aylarca yıllarca... Bence hastalıklı, hastalıklıdan da öte ezikçe. Hele ki, işleri biraz daha ileri taşıyarak, takıntının sonucu olarak karşındakine verdiğin zarar...o psikolojik baskı... sanırım bir insanın yapabileceği en aşağılık hareket. 
  Ne olur kimse üstüne alınmasın bunu. Kendimi işaret ediyorum aslında.
  Takıntı. Aşk sandığım öyle çok duyguyu besledim ki yüreğimde, şimdi zar zor vardığım küçük çaplı "nirvanamda" geçmişteki kendime acıyarak bakıyorum. Anlamıyorum kendimi ya! O insan kim, diyorum. Prim verdiği rezil yaratığa bak! Kendi kendini dönüştürdüğü o rezil yaratığa bak! Hayat bir şeye, birine tutunamayacağımız kadar çok boyutlu. O aşk acıları, o yanılsamalar öylesine ilkel ki. Tiksiniyorum o duygudan. Genelin bilakis yaşıtlarımın aşk dediği o iğrenç eylem bütününden. 
  Takıntı. Sevgi değil. Sevgi suretiyle kendini gösterebilirken elbette nefret suretiyle de gösterebilir. Bu da aynı derece rezil midir? Öyledir, öyle olmasına da... benim durduğum yerden bakıldığında rezillikten öte komik geliyor aslında. 

 Velhasıl kelam:

 Yazarlardan, marangozlardan ufak da olsa tasavvuftan bahsettik. Sevgi, dedik; takıntı, dedik. Sevebilen herkesi sevebiliyor da, sevemeyen; çocukların yaptığı zararsız kardan adamı bile tekmeliyor işte. Bunun suçlusu kim? Ben ne zaman sevemeyen birini gördüysem; hep evlerine uğramayan babalar, bağırıp çağıran anneler, pamuk ipliğine bağlı aile yaşantıları da gördüm arkalarında. Gelenek görenek diye ölüp biten, gelenek görenekten uzak aile yapısı. 
  Sevebilen insanlar, sevmeyi bir önceki neslinden öğrenmiş insanlar. Usta-çırak ilişkisi gibi aynı. Sunay Akın beni pek düşündüren şu soruyu yöneltiyor okuyucusuna: "Sahi kaç çocuk vardır, annesiyle babasını dans ederken gören? Kavga ederlerken gören çoktur! Peki ya dans?" İşte anne babasını dans ederken görmüş çocuklar sevmeyi bilenlerdir.

  Defalarca yazdım, bir kez daha yazayım cümlemizi ""Sevebildiğin sürece herkesi sevebilirsin." ve son kez ekleyeyim. "Sevebildğin sürece her şeyi sevebilirsin." diye. 

Sevebilmeniz dileğiyle.
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder