18 Ağustos 2021 Çarşamba

Emma Bovary Perspektifinden Mükemmeliyet Arayışı

Emma, okuduğu kitapların etkisi ile, her zaman mükemmeli arayan, tutku peşinnde koşan bencil ve doyumsuz kadın profili çizer Gustave Flaubert'in o en ünlü romanında. İstediğini elde ettiğinde dahi asla durmaz. Öyle bir karakterdir ki, gerek edebiyat evreninde gerekse şu ayaklarımızı bastığımız dünyada (bazı zamanlar da iç dünyamızda) kendisine rastladığımız çok olur.

 Bir rüya içinde yaşama umudu ile Charles Bovary ile evlenmesinin ardından; hiçbir zaman o mükemmel kadın olamayacağını anlayan Emma, pahalı eşyalar, şaşaalı elbiseler ve yine bir o kadar gösterişli "metres"leri ile arayışına devam eder lakin bu yol onu kendi felaketine çıkarır maalesef. Adım adım bu sona sürüklenmesini okumak öylesine ibret vericidir ki, üstüne bir de, bovarizm denen bu illet hakkında yazmak istersiniz. 
 Evet, Madame Bovary edebiyat dünyasına bir terim katmıştır: Bovarizm.


  Emma'nın roman boyunca ayakları hiç yere basmaz. Hep bir batak içindedir aslında,  fakat görmez. Önce lüks arayışından dolayı borçları birikmeye başlar. Sonrasında aşık olur, öyle olduğunu düşünür. Defalarca bunalıma girer. Terk edilir. Terk edilir dediysem, eşi tarafından değil. Mazlum Charles hep ona bağlıdır. Aslına bakarsanız, Charles da Emma'yı  ilahlaştırarak kendi ayaklarını yerden keser. Karşılıklı bir körleşmedir onların evliliği. 

  Peki, hiç bitmez mi bu aşk arayışı? Sonunda dayanamayıp arsenikle zehirlenmek mi vardır tutku arayanın kaderinde? Bunun suçlusu kimidir? Eşler mi, yoksa bizzat kişinin kendisi mi?
  Öyle kurgular vardır ki bize o güzel hayatları aşılarlar. Eğer çok bağlanırsanız sizi kör ederler. Dolayısıyla suçlu Emma'nın gençliğinde okuduğu o aşk dolu kitaplardır, balo betimlemeleridir, zenginlik yanılsamalarıdır. 
 

 Modern dünyada ise, bence etrafımızda olan her şey bizi bu yanılgıya düşürebilir. Herkes öyle mükemmel hayatlar sürüyor ki , gün geçmiyor gıpta etmeden. Herkes çok güzel ya da yakışıklı mesela, hiç kimsede tek bir sivilce çıkmıyor! Gidilen yollarda hep en güzel şarkılar eşlik ediyor, hep en güzel mekanlarda yemekler yeniyor. İnsan sosyal medyada iyilik güzelliğe programlı bir robot. Ve bu modern dünya sizi de bu arayışa zorluyor işte.
  Sonra açıp baktığınızda aslında savaşlar var, aç çocuklar, hakları için ölen kadınlar, işkence gören hayvanlar... Fakat ne kadar da mükemmel hayatlar. Üzülmeye vakit yok. 
  Çok klasik bir yakınma! Herkesin dilinde aynı nane: "Sosyal medya yalan". Hayır, tam tersi çok gerçek. Öylesine gerçek ki buz kesiyorum, beni de kendilerine benzetirler diye! Gamsız biri olup çıkmak korkusu sardı anlayacağınız. Bir iki post atıp duyarlı görünürken üçüncü postta bir tarafımı yırtarak eğlenirim diye çok korkuyorum. Zaten çok uzun zaman oldu "çok, aşırı, fazla, bol bol, okkalı" eğlenmeyeli....
  Çünkü insanlar bencilleşiyor. Aynı Emma gibi, kendi çocuğumuzun yüzüne bakmaz hale geliyoruz. Televizyonu açın, bir bakın. Her şey gerçeklikten uzak. HER ŞEY. O yaz dizileri mesela... Fakir kızın üzerinde bin liralık tişört var, maşallah. Ya haberler bile yalan dolu! İnsan artık bu toksik pozitiflik o kadar sıkıcı ki,insanın mağaraya taşınası geliyor.
 Kimisi de o sıkıcılığı istiyor. Bu da hep mükemmele yönelme ya da o kadar da güzel olmayan durumları güzelleyerek sahte bir yaşam yaratmamıza neden oluyor bu istek. Artık en ufak bir düşüşe tahammülümüz kalmıyor veyahut düşüş halindeyken yer-yön duygusunu yitirip tepelere tırmandığımızı sanıyoruz.
  Çok uçlu ve her bir ucu pislenmiş bir değnek bu!
   Şu yeşili yitmekte olan dümdüz dünyamız artık bir tımarhane! 
   Ya da hep öyleydi. İnsanlık Gustave Bey, Madame Bovary'i yazarken de pekala çıldırmıştı. Fakat basın yayın organları bu kadar gelişmediği için farkında değildik, değillerdi.
   Ben de hep mutluluğumu paylaşıyorum İnstagramda. Öte yandan insanım. Boş veremiyorum. Öfkeleniyorum, sessizleşiyorum, sıkılıyorum, kapanıyorum, üzülüyorum, kıskanıyorum, nefret ediyorum. Duygulardan da öte, başıma kötü şeyler gelebiliyor. Neden şimdi bu yazıyı okuyan herkes, hayatın getirdiği negatif birikmişlerini de kucaklamasın? Kucaklayın. Ben bıktım çünkü yazamamaktan, söyleyememekten, gösterememekten. Ben Emma olmak istemiyorum. Ben yapmacık bir şekilde duyar gösteren ama aslında hiçbir şeyi içselleştirememiş o boş tenekelerden olmak istemiyorum. Bu dünyanın, hayatımın iyilikleriyle olduğu kadar negatiflikleri ile de barışıyorum. 
  Görmezden gelmeyeceğim. Kendi içimde hep farkında olacağım ve bu farkındalık ile çabalayacağım. 
   Madame Bovary, bir hastalıktır arkadaşlar. Çoğumuzun yakalandığı tatminsizlik hastalığıdır. Siz başkalarının harika hayatlarına, kurgulanmış karakterlerin mutlu sonlarına aldanmayın.
  Beni anladınız, değil mi?
 
  Bu arada geçenlerde izledim Madame Bovary'nin filmini. Çok kötü.
  İğrenç bir film yapmışlar. Kitapta anlatılmak istenen hiçbir şey verilmemiş. Emma'nın ölüm sahnesi bile berbat ve kitaptakinden çok uzak. Söylemeden geçemedim. 

  Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle... 




   
  
  
 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder