21 Ocak 2021 Perşembe

Bridgerton ile Entrika Dolu Yaşamlara Bakış


  Google Explorer gibi çıkmasının üzerinden uzun süre geçtikten sonra izlemeye başladığımdan,  bu öneri yazısından ziyade bir eleştiri, ilk sezon yorumu. Çok mu sevdim yoksa yavan mı buldum bilemiyorum. Yazacağım bir şeyler artık. Popüler kültür okunuyor annecim, millet ne yapsın sanat filmini? Kaos istiyorlar, çirkinlik, skandal, drama!

   Bridgerton, 19. yüzyıl, Londra’da, bir grup soylu ailenin,  kızlarını birilerine yamama çabasını konu alıyor en amiyane tabir ile. En başta yakışıklı dük Simon ile  bir de yine soylu fakat o kadar da soylu değil Daphne’nin arkadaşlık-tutkulu aşk serüvenini izlesek de dizinin yan kurguları benim ilgimi daha çok çekti aslında. Mesela gebe Marina veya Daphne’nin ağabeyi Anthony’nin “uygunsuz” aşkıyla ne yapacağı… Yani aslında bana diziyi izleten, büyük çoğunluğun aksine, yakışıklı dük değildi. Tamamen dramaya olan açlığımdı.
  Şükür hiç başından kalmadan bir günde bitti.

 Buradan sonrası spoiler ile dolu bir mayın tarlası. Yani diziyi izlemediyseniz, belki okumak istemeyebilirsiniz.

 Öncelikle Leydi Whistledown meselesi.


  İlk bölümden son bölüme kadar hiç merak uyandırmadı kim olduğu. Zamanında Gossip Girl izleyen yılanlar zaten kim olduğunu en geç dördüncü bölümde tahmin edecektir. (Ben Gossip Girl izlerken 10 yaşında falandım, kafam böyle dandik dizilerin entrikalarına iyi basar küçüklükten yetiştiğim için.) Çok boş buldum bu “anonim” yazar kısmını. 
  Yalnız kıskandım da… Anonimlik güzel bir özgürlük.  (buraya satırlarca bu konuda içimi döküp sildim.)
  Kraliçe de Whistledown konusunda ikiyüzlü davrandı. Resmen İngiltere’de sansür uygulanıyormuş sene 1813. Dedikodu okumak güzel ama Kral’la ilgili şeyler yazılınca kötü. 

  Şahsen her türlüsüne karşıyım. Kraliçe de Whistledown’a hakaret etseymiş.(gülücük gülücük)  Polise şikayet etmek de neymiş? Bir Kraliçeye göre korkakça.  Yine de kalem kağıdın ne kadar güçlü olabileceğini görüyoruz.  Hayatları berbat da edebilir, düzelte de bilir.
  Lady Whistledown’ın kim çıktığı konusunda yorum dahi yapmaya tenezzül etmeyeceğim. Keşke yanılsaydım tahminimde.

  Kumarbaz Featherington ve ailesini, boksör siyahi adamı falan geçiyorum zira biraz bile ilgimi çekmedi. Bennedict’in (Daphne’nin ağabeylerinden biri) partilemesi, yeni bir dünya keşfetmesi beni ikinci sezon için en çok heyecanlandıran kısımlardan biri. Sen git kasabanın terzisine var, olabilir mi böyle bir şey? Ay bence kesin gay çıkacak. Pek bir meraklandı o konuda çünkü.
  Eloise de çok uyuz bir kız. Aptal. Bu konuda tek yorumum bu. Kendisinden Küçük Kadınlar Jo March yaratılmaya çalışılacak gibi ilerleyen bölümlerde. Umarım daha özgün olurlar bu konuda.
  Anthony, üzümlü kekim… Finalde, bir zevce olarak uygunsuz olan Siena tarafından terk edildi. Kız da salak mıdır nedir, buldun işte zengin koca yapış. Neymiş, değişmek istemiyormuş. Ok boomer. Sen bu inadınla kafanı taşlara çok vurursun. Ama barışırlar kesin. Hatta Siena evlenir o diğer adamla, kocasını aldatır Anthony ile. Görürsünüz ikinci sezonda.

  Marina’ya gelelim. Buna da aptal diyeceğim fakat bir nevi mutlu son oldu onun için. Bizim doğuda çok görülür. Ağabey ölünce, onun eşini bakılsın diye ağabeyin kardeşiyle evlendirirler. Aynısı geldi başına. Neyse mantıklı bir tercih yaptı. Hem belki sonra aşık olursun kuzum? Bilemezsin ki…
  Benim gönlümden geçen adamın berbat bir insan çıkması ve Marina’nın cinlik yaparak onun üstesinden gelmesi. İzlemesi oldukça keyif verici olurdu.

  Asıl konuyla ilgili ise söyleyeceklerim şunlar:

 Daphne ve Simon... Evlendikten sonraki sahneler, deyip susuyorum. Anladınız siz ne demek istediğimi… Gereksiz fazla, gereksiz uzun… Dümdüz pembe diziye bu kadar cinsellik katmaları biraz yakışıksız olmuş. Yine de diziyi bu kadar izlettiren en önemli etmen de o sahnelerdir muhtemelen.
  Eeee şimdi bu ikilinin çocukları da oldu, ikinci sezonda bize bunlarla ilgili ne izletecekler? Bence artık daha az görünsünler.
  Simon sürekli tek kaşını kaldırarak konuşuyordu bu arada, fark ettiniz mi?
  Daphne’nin doğallığı, güzelliği, sakinliği, kendini keşfetmesi… sanırım bu ikiliyle ilgili en güzel şey Daphne karakterinin gelişme süreciydi. Baymadı, uzatmadı.

  Genel olarak en çok hayran olduğum şey de Daphne’nin takıları ve kıyafetleri. Keşke benim olsa. Keşke Daphne olsam. Hasedimden çatladım izlerken.

   Siz izlediniz mi bakalım Bridgerton’ı? İkinci sezon tahminleriniz ve bu sezon hakkındaki düşünceleriniz neler? Hepsini bekliyorum.

Hoşça kalın, hoş kalın.

Dizideki gibi, toz pembe bir yaşam dileğiyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder