Senenin ikinci "Oscars" yazısında, İrlanda İç Savaşı arka planında iki arkadaşın kopma hikayesini konu
edinen The Banshees of Inisherin'i inceleyeceğiz.Ana karada bombalar patlarken kurgusal bir adada yaşayan iki ana karakterimiz, sakin ve uysal Padriac ve huysuz yaşlı Colm'un hikayesi izleyiciyle buluşuyor. Artık yaşlandığı için hayatında kayda değer bir şey yapma amacıyla, etrafındaki gereksizlikleri yok etmek istiyor Colm. Bu bahane ile de Padriac ile olan arkadaşlığını tek bir günde sessiz sedasız bitiriyor. Bir gün bara gitmek için kapıyı çalan arkadaşını görmezden geliyor. Münasip bir zamanda da onunla artık arkadaş olmak istemediğini söylüyor. Çünkü, dediğim gibi artık ömrünün sonuna geliyor, bu nedenle de tarihte bir iz bırakabilmek adına kimsenin unutamayacağı bir beste yapmak istiyor.
Elbette Padriac bu durumu kabullenmekte zorluk çekiyor. Arkadaşıyla defalarca konuşma girişiminde bulunuyor. Padriac sakin bir adam. Biraz saf. İyi yürekli. Arkadaşının onu bırakması ile iyice üzülüyoruz ona. Ben izlerken üzüldüm, içim buruldu. Kız kardeşiyle yaşıyor. Bir de küçük eşeği var. Evcil hayvanı... bir kedi köpek gibi koruyup seviyor, evine alıyor eşeğini. Kasaba halkı zaten tarım ve hayvancılık yaparak geçimini sağlıyor. Hanımlar evlerinde otururken beyler çalışıyor. Akşamında da çalışan beyler barlarına çekiliyor, içkilerini içiyor.
Colm'dan uzaklaşmak istemiyor Padriac. Kendine yeni, yaşça küçük ve ailevi sorunları olan bir arkadaş (Dominic) bulmuş olsa da gözü Colm'da oluyor. Zaten Dominic oldukça sorunlu bir karakter. Babasından dayak yiyor. Bu filmde en çok kalbinizi kıran noktalardan biri de Dominic'in yaşantısı olacak.
Padriac'ın sonsuz barışma ısrarı Colm'da başka türlü bir hırsa dönüyor. Öyle bir hırs ki, keman çaldığı elinin parmaklarını kesip Colm'a atmakla tehdit ediyor şayet ki eski dostu bu ısrarını sürdürürse. Gözü pek adam, dediğini yapıyor da.
Film buram buram yalnızlık ve terk edilmişlik kokuyor. İrlanda'nın eşsiz atmosferi ile karışıp sizi içine çekiyor. Enfes bir yapım. İzledikten sonra hemen fark edemiyorsunuz değerini. Sonrasında düşününce kalbinizi çalıyor film.
Birkaç inceleme yazısı okudum. Colm ve Padriac'ın İrlanda İç Savaşındaki tarafları temsil ettiğini iddia etmişler. Belki de öyledir. Ben İrlanda tarihini pek bilmiyorum, okumadım. Filmi bu açıdan ele almayı reddediyorum. Her izlediğimiz şeyin alt metni olacak da biz de onu okumayı becerebileceğiz diye bir kaide yok bence. Ben karakterleri izlediğim 116 dakika içinde, ne gördüysem o olacak şekilde anlamayı tercih ederim.
İki eski dostun arasında tırmanan gerilimi izlemek çok zevkli. Merak uyandırıyor izleyicide. Hep bir sonraki adımı merak ediyorsunuz. Yalnız, yanlış anlamayın. Bu merak öyle aksiyon-gerilim filmi merakı değil. Kalbiniz hep yumuşak, gözleriniz hafif dolu merak ediyorsunuz. Ben Padriac'a her sahnede çok üzüldüm. Yalnızlığıyla empati yaptım. Kendimi de buldum. Colin Farrell çok iyi iş çıkarmış. Bence bu dönemin en iyi oyuncularından biri. İmzası olan her iş çok güzel. Bu filmde ise performansını zirveye taşımış diyebiliriz.
Öte yandan, bu filmde en çok övülmesi gerken oyunculuğu Dominic karakterini canlandıran Barry Keogan çıkarmış. Kendisini Dunkirk'ten de hatırlarsınız. İnanamadım bu yeteneğe. Hatta gerçekte de oynadığı kişi gibi biri olduğuna kanaat getirdim. Özellikle Padriac'In kardeşiyle konuştuğu sahne... Bu sene alır Oscar heykelciğini umarım. Sonuna kadar hakkıdır. Sahneyi de paragrafın altına ekliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder