27 Nisan 2020 Pazartesi

Karantina Günlükleri #4

  Eve kapanmamızın bilmem kaçıncı günü, artık isyan modundan çıkıp olanları kabullenme evresine geçtim. O gün bugündür, saatlerim daha bir neşeli geçiyor sanki. Günler daha verimli. Sevdiğim şeyleri yapıyorum. Bir şey aklımı kurcaladı mı, hemen açıp bakıyorum; araştırıyorum.
  Sanırım bu evde geçirdiğimiz vakti olabilecek en iyi şekilde değerlendirmeliyim. Uzun süredir okumayı ertelediğim kitapları okuyorum mesela. (Şeker Portakalı'nı 21 yaşında okumak ayıp sayılır mı?) Hep dans öğrenmek istemişimdir, Youtube sağ olsun deniyoruz bir şeyler. Sonra daha bugün yogaya başladım. Her gün olamasa da (malum ramazan) haftada bir iki kez yapabilirsem daha iyi hissedeceğime inanıyorum. Yalnız matım yok evde, o sıkıntı biraz.
  Mental olarak süperim. Sanırım geçmişteki her şeyi aştığım ve geleceğin bana sunacağı şeyler için aşırı derecede heyecanlı olduğum bir dönemdeyim. En kıymetli şey şu hayatta, insanın sevdiklerinin ve kendisinin ruh ve beden sağlığı. Gerisini salla gitsin.

  Karantina yazılarını da haftada bir yazıyordum fakat hem okunma az, hem de gerçekten bu noktaya gelene kadar çok umutsuz olduğum günler geçirdiğim için ara verdim. Bugünse geri döndüğüm için çok mutluyum çünkü size önereceğim şeyler birikti! Zaten daha önce belirtmiştim, bu seri için beş yazı yazmayı planladığımı. Bu dördüncü... Bu seri bittikten sonra ne yazmamı istersiniz?
   Yaz Kitaplarım, belki? Hani, her sene yaz tatilinde okuduğum kitapları yorumluyordum ya... Sonuçta bu sene yaz tatilini birazcık erken başlattık. (Üç ay kadar erken). Belki ben de Mayıs'ta "Yaz Kitaplarım 2020" serisinin açılışını yaparım. He, eğer blogta yeniyseniz bu son paragrafta bahsettiğimden de bir şey anlamadıysanız, yukarıdaki etiket çubuğundaki "Yaz Kitaplarım" yazısına tıklayıp bir önceki senelerde yazdığım kitap yorumlarına bir göz atabilirsiniz.

  Artık yavaştan yazımızın konusuna geçelim.
  Dizi Önerisi:

  Vallahi Mindhunter izlemek beni öylesine mutlu ediyor ki son zamanlar... Bazen, seri katilleri
odağına alan böyle bir diziyi izlerken neden bu kadar mutlu oluyorum sorgulamıyorum değil.

  Heyecan seviyesi öyle yüksek olmasa da, insanı gerim gerim geren bir atmosfere sahip Mindhunter, FBI'ın Davranış Biriminin, öncesinde vahşice suçlar işlemiş bir dizi katille röportaj yaparak sürdürdükleri bir araştırmanın hikayesini sunuyor bize. Diziyle ilgili bölüm bölüm inceleme yazısı yazabilir, oyuncuları sayfalarca övebilirim.

   Zaten katil zihniyeti aşırı ilgimi çeken bir alan (lise sondan beri kurduğum polisiye roman yazma hayalim sağ olsun..) bu dizi, özellikle gerçek katillere odaklanarak iyice ilgimi çekiyor.
  Daha ilk sezonunu bitirebildiğim Mindhunter'la ilgili düşüncelerimi, daha sonrasında ayrı bir yazı olarak da sizinle paylaşmak istediğimden kısa kesiyor; bir sonraki başlığa geçiş yapıyorum.

 After Life, İkinci Sezon

  Onay aldığından beri ikinci sezonu bekliyordum, bu hafta kendisine kavuştum. Altı bölüm, yarımşar saat su gibi aktı gitti. İlk sezonunu da yorumlamıştım burada. Bu cümleye tıklarsanız yazıya ulaşabilirsiniz.
   Bu sezon Tony fazla ağlaktı. Dolayısıyla biz izleyicileri de iki katı ağlattı. Ben ikinci bölümden sonra hep ağladım salak gibi. Gerçi ben zaten ağlak bir insanım, Lord of the Rings izlerken bile ağlıyorum... (Boromir'in ölümünü hala aşamadım.)

   Kısaca yorum yapmam gerekirse (dikkat spoiler), Tony'e, Hemşire'ye davranış şekli dolayısıyla çok kızsam da hak verdim, gazetenin kapanmaması için uğraşıp başarınca, yanındaki esmer kıza haber vermeye gittiği sahnede bir bakmışım sümüğüm akıyor ağlamaktan (bu kadar detay verdiğim için üzgünüm.). Babasının ölümü zaten beklenen bir şeydi ki ben adamın arada küfür etmesine bayılıyordum... Mezarlık sahnelerine diyecek söz bulamıyorum bile harikaydı.
  Yalnız ilk sezondaki offansif mizah nerdeeee, bu sezonki ağlak senaryo nerede? Alooooo Ricky Gervais, sana sesleniyorum; kendine gel.

  Tatlış Bir Film: Book Club

 Kadınların yaşları ne olursa olsun içlerindeki ışığın asla kaybetmediklerini konu edinen Book Club, akşamüstü öylesine açtığım bir filmdi aslında. Arkada oynasın, diye düşünmüştüm. Sonra bir baktım gülüyorum, eğleniyorum.
  Yaşça oldukça olgun dört kadının, gençlik yıllarından beri her ay toplanmalarına vesile olan kitap kulübünü anlatıyor film. Biri çok başarılı otel yöneticisi, biri şef, biri yargıç... eli, kocası ölmüş, boşanık... yalnız... mutsuz... dört kadının da ayrı hikayesi var ve sizi bir anda içine çekiyor.
  İnsanı mutlu eden çıtırlık bir film.
  Ayrıca Andy Garcia ve Diane Keaton'u birlikte izlemek size Godfather özlemi yaşatabilir, benden söylemesi...

Bugünlük benden bu kadar.

Yeni yazılarda buluşmak dileğiyle...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder