Yazıma çok sevdiğim bir anıyla başlamak niyetindeyim. Hayır, bu benim anım değil. Cher'i bilmeyen yoktur diye tahmin ediyorum. Amerikalı bir şarkıcı. Ünlü bir kadın. Şu an yetmişli yaşlarında. Bir röportajında anlatıyor bu anısını. Öyle derin bir manası yok. Uzunca da bir şey değil. Lakin anlayana (özellikle hem cinslerime) ders niteliğinde.
Bir gün annesi ona, artık zengin bir adamla evlenmesi gerektiğini söylüyor. Cher de şöyle durup annesine aynen şu efsaneleşmiş cümleyi kuruyor: "Mom, I am a rich man."
Bu üç cümlelik girişimden, yazının konusunu çıkarmak zor olmamalı. Biraz eleştiri, biraz tartışma edasında, bu hem cinslerimin "güçlü olamama" durumunu irdelemek istiyorum. Aslında bu konuyu hangi ucundan tutsam elimde kalıyor. İşin içine hem fakatlar, amalar, lakinler giriyor. Yine de dünden beri düşünüp duruyorum ve yazamadan edemeyeceğim.
Öncelikle, hiç Duygu Asena okudunuz mu? Okumadıysanız tavsiye ediyorum. Bloga bir kitabını yorumlamıştım hatta. Bir bakarsanız, bulabilirsiniz.
Duygu Asena, yazılarında genellikle kadınların eşit koşullarda "mücadele" edememesinden bahseder. Mücadele kelimesini özellikle seçtim çünkü cinsiyetiniz, görüşünüz, duruşunuz her ne olursa olsun hayat bir mücadeledir. Fakat eklemeliyim ki, bir kadının ömrü boyunca, sırf kadın olduğu için, ekstra zorluklarla yüzleşmesi gerekir. Bazen hemcinslerimiz, bazen erkekler; her daim yolumuza birileri taş koyarlar.
Ben bugün dış etmenleri değil de, kendi kendimize yaptığımız blokajları yazmak istiyorum.
Cher'in konusundan sapmayalım. Aşkı yatıralım masaya. Neşterimizi alıp bir güzel keselim, biçelim. Mikroskop altına alıp inceleyelim. Sorun ne?
O kadar çok sorun var ki... bir an hangisinden önce bahsetsem bilemedim. Bir kere en başında "sığınacak liman", "bizi kanatlarının altına alacak biri" aradığımız için oluyor bunlar. Vallahi bak, ben hatamdan ders çıkarmış, üstüne bu konuya saatlerce kafa yormuş biri olarak bildiriyorum size.
İkili ilişkilerde, hep erkek kısmının bizden üstün olmasını bekliyoruz. Bir gölge istiyoruz altında yaşayacak. Bir de bu adamların egosunu tatmin ettikçe ediyoruz. "Aslansın." diyoruz.
Bazen bebeğe bağlıyoruz. "Aşkooooooom benim canım sufle çektiiiiiğğğ." diyoruz. Halbuki ne kadar basit internetten dandirik bi tatlı sipariş etmek. Yooook, o alıp kapına getirecek. Adam o dünyanın en basit tatlısıyla ne kadar güçlü, ne kadar baskın... durun durun daha iyi bir sözcük buldum; ne kadar ALFA olduğunu kanıtlayacak.
Gerçi bazısı bunu bile yapamayacak derecede vasıfsız da, konumuz bu değil.
Bir filmde mi izledim, yoksa kitapta mı okudum hatırlamıyorum, evlendiğiniz vakit arada evdeki turşu kavanozunu aç(a)mamanız gerekiyormuş. Bırakalım beyimiz açsınmış. Haspama bak, gururu okşanıyormuş kavanoz açınca.
Hayır, bir de erkekler, biz kadınları anlayamamaktan yakınırlar. Vallahi siz daha anlaşılmazsınız. Bak, vallahi dedim.
Bu işler çok karışık. Bunu karışık hale getirenler de bizzat kendimiz. Kiralık Aşk izlediniz mi hiç? "Sen misin ilacım laylalalalala." He işte o dizi. Ben ne biçim izlerdim onu var ya. Her hafta, günü gelsin de ekran başına kilitlenelim diye beklerdim.
İzlemeyenleriniz için konuyu özet geçeyim. Zaten anlamak için süper zeka olmanıza gerek yok. Zengin ve taş kalpli bir oğlan, fakir ama gururlu kız aşık olurlar falan filan... Hiç detaya bile girmeyeceğim. Ama kız nasıl silik, alık bir tip... Klasik Türk dizisi.
Ulan, diyorum şimdi; nasıl ben bunları izlerim ya?
Neden yani? Dizide kadının, erkek kadar güçlü olmamasının, erkeğin yanında salak kalmasının, kolay manipüle edilebilmesinin özendirildiği bir dizi. Aylarca ahlar vahlarlar, hayallerle izledik biz bu yapımı. Üstüne bir de çakmaları çıktı. Çilek Kırmızısı, Tatlı Kokusu... zırva zırva şeyler. Hep aynı klişe, hep aynı aşağılanma temeline oturtulmuş 23456789 saatlik bölümler.
Tabii bunlar kurgu. Kurgu olan her şeyin mübah olduğunu düşündüğüm için yasaklansın demiyorum. Fakat sanırım izleyenlere (ben dahil) salak dememde bir sakınca yok, üzgünüm.
Ben bu konuda çok hata yaptım. Bazı insanların sizden tek beklentisi "salak" olmanız oluyor. Adam senin birinin iki olmasını istemiyor işte. Sen gezince, görünce, yeni insanlarla tanışınca kuduruyor. Korkuyor. Onun aslında ne kadar ezik olduğunu fark etmenizden korkuyor. Sizi sürekli manipüle ediyor. Okuduğunuz okulu, bölümü, yaptığınız hareketleri, cümle kuruş tarzınızı, kelimelerinizi yerme peşinde.
Çünkü, sizin kendinizi küçük görmenizi istiyor. Eğer potansiyelinizin farkına varırsanız, ondan daha üstün olacağınızı biliyor. E bu da beyefendinin egosuna dokunuyor.
Siz de aşktan öylesine körsünüz ki, onun döktüğü tüm kalıplara sığma telaşına giriyorsunuz. "Ben salağım, ben bu tatlıyı alamam, ben bu kavanozu açamam."diye düşünüyorsunuz. Evet, onun size çizdiği yolu takip ettiğiniz için salaksınız fakat o kavanozu açacak güç her zaman içinizde. Bilmem, anlatabildim mi?
Sahiplenme. Bunu hepimiz istiyoruz. Sahiplenme, köpek eve getirmek gibi bir şey değil bence. Karşılıklı olması gereken bir duygunun, kolayca saptırılabilecek olan bir ismi sadece.
İlişki nedir? Herkes için bu tanım değişir tabii fakat sevgi ve saygıyla harmanlanmış bir karşılıklı destek anlaşmasıdır, bana göre. "DESTEK". Bazen insanın "Ben yoruldum, buradan bayrağı sen devral" diyesi geliyor. O noktada yardıma koşması gereken ilk kişi, ilişkinin öbür ucundaki insan olmazsa kim olmalıdır ki?
Egolar olmadan. "Ben ne istersem o olacak.", " Ben ne dersem onu giyeceksin.", "Hayır lise arkadaşınla buluşamazsın."... bu gibi cümleler kurulmadan. Herkesin kendi sosyal mesafesinde (Korona sağ olsun, literatürümüze yeni bir tamlama eklendi), onaylanma beklemeksizin, bir birey olarak dengeyi sağladığı düzen... İşte bu olmalı.
Sözün özü, davul bile dengi dengine. Sizi dibe çeken birini gördüğünüz an panik yapmadan lakin olabildiğince hızlı adımlar ile onu terk edin. Unutmayınız ki her topal atın bir kör alıcısı vardır. Bırakın o kendi kör alıcısını bulsun. Siz de kendinize layık birini elbet bulursunuz.
Hem bulmasanız ne olacak? Siz kendinizin zengin adamı olduğunuz sürece, size havada karada ölüm yok!
Bir de birbirimize, kadın kadına destek olmayı öğrenebilsek... Neyse o da başka bir yazının konusu olsun artık.
Bu aralar blogu boşladım. Karantina yazısı yakında gelir elbette lakin bu yazıyla seriye bir es vermek herkese iyi gelmiştir umarım. Umarım düşüncemi pürüz kalmaksızın kelimelere dökebilmişimdir.
Her kadının, kendi ayaklarının üzerinde durabileceğine inanacak kadar özgüvenli olabilmesi dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder