Yazdım işte.
Aslında insanın eline kalem kağıt almadan yazması çok basittir. Gözleri boşlukları doldururken kalbindeki, sözcükler dikilir kalır bir kardelen gibi göğsündeki. Yazdıkça yazar aklım senaryolar, bilmeceler… Böyle giderse paragraflar, benim bu gerçekliğe bağlantımı kesecekler.
Her şey tuşlara basana dek. Sonra bir büyü, bir tılsım koparıp atar anlamları; yarı ölü, yarı canlı kelimeler sarar sayfa kenarlarını. Bir harf devrimini, matbaa icadına dönüştürür gibi manasız ayaklanmaların infazcı meleği; sonu olmayan bir yolculuğa adım atmış, almış başını kaçmış, sarsıyor kendi bedenini.
Önceki hayatımda bir kış geçti üstümden; üstüne yüz kere, bin kere ölsem de soğuğu geliyor peşimden. Şimdi sen tutmuş bana belki de karın verdiği huzuru sunarken, nasıl güveneyim beyazın gölgesi bu kadar parlakken?
Önceki hayatında belki bir yaz geçirdi seni kendinden. Savaşlarla, yıkımlarla dolu ışıl ışıl bir yaz. Derin sularda yüzerken, serin kalplerde boğulmuşsun avaz avaz. Ne yaparsam yapayım, bu güneşin ışığı, şemsiye altındaki birine az.
Evet seni yazıyorum gibi. Lakin
konumuz sen değil. Bir ince kitap, masaya gelip giden çaylar, gece dört
mahmurluğu, soru kabul eden dilek taşı, birkaç fotoğraf karesi, yazımhtaları,
telefon kıkırdamaları, utanç anları, günaydın mesajları,sokaktaki bir kedi,
sokaktaki kayıp bir kedi, korkmalar ve
daha çok korkutmalar… İşte konumuz biraz biraz bunlar.Aslında insanın eline kalem kağıt almadan yazması çok basittir. Gözleri boşlukları doldururken kalbindeki, sözcükler dikilir kalır bir kardelen gibi göğsündeki. Yazdıkça yazar aklım senaryolar, bilmeceler… Böyle giderse paragraflar, benim bu gerçekliğe bağlantımı kesecekler.
Her şey tuşlara basana dek. Sonra bir büyü, bir tılsım koparıp atar anlamları; yarı ölü, yarı canlı kelimeler sarar sayfa kenarlarını. Bir harf devrimini, matbaa icadına dönüştürür gibi manasız ayaklanmaların infazcı meleği; sonu olmayan bir yolculuğa adım atmış, almış başını kaçmış, sarsıyor kendi bedenini.
Önceki hayatımda bir kış geçti üstümden; üstüne yüz kere, bin kere ölsem de soğuğu geliyor peşimden. Şimdi sen tutmuş bana belki de karın verdiği huzuru sunarken, nasıl güveneyim beyazın gölgesi bu kadar parlakken?
Önceki hayatında belki bir yaz geçirdi seni kendinden. Savaşlarla, yıkımlarla dolu ışıl ışıl bir yaz. Derin sularda yüzerken, serin kalplerde boğulmuşsun avaz avaz. Ne yaparsam yapayım, bu güneşin ışığı, şemsiye altındaki birine az.
Bahsediyorum. Yazıyorum. İçimden kendi kendime. Ben böyle kendi kendime bir fren mekanizması, yapı fiziği, formüller, tamirler. Sanayi havası. Dur deyince durmaz, yol bilmez, bir ihtimal ya: Oraya hiç varmaz. Yine de insan bilmelidir ki, yaşanacak olan hiçbir zaman arka bagajda kalmaz. Zira şeritler akıp giderken , belki de yanındaki koltuktan kimse sana bakmaz.
Beni yaz, demiştin ya. Yazmıyorum. Ben de öyle biriyim işte. Sırtımı dönüp yaslanacağım bir yerde çıkmış da bıçaklamış beni uğursuz bir hergele. Sonrasında küçük bir hikaye. Olmazlar, olmazlar, olmazlar. Olmazlar yığını yaşamın ana salonuna çökmüş. Sürekli, bangır bangır yanan bir alarmda uyarı işaretlerini bir kere görmüş. Unutmaya çalışmış. Olmamış. Sen unutabiliyor musun, böyle sürekli bana hatırlatırken. Olmazlar, olmazlar, olmazlar… olurlar tahminen ne zaman yolumuza çıkarlar?
Şimdi özgürlük yağarsa bulutlardan, sonra birkaç kez doğarsa güneş ufuktan, birkaç komik tekerleme söyleriz aynı böyle, kaçar gideriz. Ya da belki güneş kör edebilirken seni, boş verip daha ilkbahardan duvarları örmeli. Komikli. Esprili. Her şey saçma bir o kadar da alengirli. Haklısın tabi üzerler beni. Ve tabii sende kötü olasılıklardan koru kendini.
Birinin hayatına bir cümleyle dokunmak, o biri ben isem öyle kolay ki. Yazdıklarımın aslında yoktur bir önemi. Ah ben, vah bu ben. Hep yazıyorum aklıma geleni. Şimdi de bir uyak hevesi. Almış sarmış, etkilemiş bu hücrelerimi. Gereksiz veya gerekli, asıl göz önünde bulundurulması gereken insanın ne hissettiği, ne hissedeceği. İyi olabilecekken de kilitleyelim mi kapıları şimdi? Ay inanmıyorum der geçeriz. Zaten tüketmişiz bütün niyetleri.
Ben bir kız çocuğu değilim. Fakat aslında öyleyim. Manik depresif halim, takıntılarım, paronayalarım… Bir sözün altından bin anlam çıkarırım. Düşün dur. Nadiren sorarım. Sorunca da pişmanlık duyarım. Kimseyi boğmak, sıkmak istemem. Çok dikkatli davranırım. Sonrasında büyü bozulur, ben yine güzellikten kaytarırım.
Hiçbir şey istemiyorum. Bir kıstasım, şartım, hayalim, doğru insan profilim yok. Duyuların çalışmadığı evrende biliyoruz ki, duygulara gerek de yok, yok, yok, yok, yok.
Yoksa
Var mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder