varılan yerin güzelliği mi?
Ya da gerçekten bu iki etmenden ikisi de aynı anda önemli olamaz mı? Size en güzel bahçeleri, en güzel gökyüzünü, yıldızları, geniş salonları, ferah balkonları, hoş sohbetleri, en güzel yemekleri, pırıl pırıl parlayan denizi... her şeyin en iyisini vaat etseler de, çıplak ayakla çivilerin üzerinden o yolda yürür müydünüz? Peki ya başka bir senaryo uyduralım: Yol muhteşem, inanılmaz bir seyir keyfi var; fakat varacağınız yer ızdırap dolu, evinizden çıkar mıydınız?
Daha yuvarlak bir soru sorayım öyleyse, her şeyi kapsayan: Konfor alanınızı terk eder miydiniz?
Peki ya nedir bu tedirginlik? İlla birinden biri kötü olmak zorunda mıdır? Yol da güzel, durak da. Hayatın bir sınav kaynaklı olduğuna inandığımız için çoğumuz, kapılıyor gidiyoruz içimizdeki karamsarlığın tohumuna. Suluyoruz, suluyoruz büyütüyoruz onu. Oysa inanırsak, inanırsak her şeyi kendi ellerimizle güzelleştireceğiz belki.
Kendi elimizle güzelleştirdiğimiz şey de, yolun zorluklarını temsil etmez mi öyleyse? Ben onun güzel olması için canımı dişime takıyorsam eğer, çırpınıyorsam sürekli gerçekten de o yol, durak, adına her ne derseniz deyin; güzel midir?
Kendi elimizle güzelleştirdiğimiz şey de, yolun zorluklarını temsil etmez mi öyleyse? Ben onun güzel olması için canımı dişime takıyorsam eğer, çırpınıyorsam sürekli gerçekten de o yol, durak, adına her ne derseniz deyin; güzel midir?
Ah, bakın yine tuttu karamsarlığım. Karanlık düşünceler üşüşüyor zihnime. Bembeyaz bir sayfada mürekkep lekesi gibi... Anlamsız fakat bir kere o sayfayı kirletmiş ya, insan yazacağı şeyi yazarken gözünü o lekelerden alamıyor.
Nasreddin Hoca'nın "Ya Tutarsa?" fıkrası. Sahi küçükken eşeğe ters binen bir adamı ne çok övdüler bize. Şimdi bütün ihtimallere "Ya tutarsa?" mantığı çerçevesinden bakarken, karşımdaki adam fıkrada olduğu gibi gülerken düşünmüyor. "Ya al başını git Hoca, şaka mısın sen?" diyor. Maya tutması imkansız olan göle bakıp, alay ediyor.(Belki biraz da küfür ediyor.)
Nasreddin Hoca'nın "Ya Tutarsa?" fıkrası. Sahi küçükken eşeğe ters binen bir adamı ne çok övdüler bize. Şimdi bütün ihtimallere "Ya tutarsa?" mantığı çerçevesinden bakarken, karşımdaki adam fıkrada olduğu gibi gülerken düşünmüyor. "Ya al başını git Hoca, şaka mısın sen?" diyor. Maya tutması imkansız olan göle bakıp, alay ediyor.(Belki biraz da küfür ediyor.)
Karamsarlığımıza... Belki de benim konfor alanım çok dandik. Yine de karamsarlığımıza. Bin kere inanıyorum desem de, inandıran biri çıkmadıkça ister kadeh tokuşturulur, ister küfür edilir buna. İkisi de yapılır.
Çok iyiydi değil mi her şey, sen o yoldan çoook uzakken. Kafan rahattı. Sabahları açar kahvaltı yaparken burç yorumu dinlerdin. Kahve yapar kitap okurdun. Beklentin yoktu ve günde sadece bir saat arkadaş sohbetiyle kendini sosyalleşmiş sanıyordun. Memnundun. Kısa hoş sohbetler genelde başkalarının acılarını, hikayelerini kapsardı. Akıl verirdin onlara. Aklına ihtiyacın olmadığından.
Hala memnunsun. Burç yorumları, kitaplar, diğer şeyler... Hala yapıyorsun bunları. Ama bir şey var. Nasıl bir his biliyor musun? Eski bir his. "Tamam, olmazsa olmaz, uğraşamam." ile "Tamam böyle iyi, uğraşmaya gerek yok." cümlelerinin karması. Yalnız birazcık bit yeniği var işin içinde. Ufak keskin bir his. Tam gırtlağında. Böyle böyle sanki bir şey orada toplanıyor, toplanıyor... Memnuniyet içindeki gerçek dünya özlemi. Olasılıkların güzelliğine kapılıp giderken, kapılıp gitmiyormuş gibi davranmak belki de.
Buldum buldum. Karamsarlığım taşlar bağlıyor ayağıma. Sonunda biraz daha az öfkelenmek için kendime, sarılıyorum o taşlara. Bağrıma basıyorum.
Çok iyiydi değil mi her şey, sen o yoldan çoook uzakken. Kafan rahattı. Sabahları açar kahvaltı yaparken burç yorumu dinlerdin. Kahve yapar kitap okurdun. Beklentin yoktu ve günde sadece bir saat arkadaş sohbetiyle kendini sosyalleşmiş sanıyordun. Memnundun. Kısa hoş sohbetler genelde başkalarının acılarını, hikayelerini kapsardı. Akıl verirdin onlara. Aklına ihtiyacın olmadığından.
Hala memnunsun. Burç yorumları, kitaplar, diğer şeyler... Hala yapıyorsun bunları. Ama bir şey var. Nasıl bir his biliyor musun? Eski bir his. "Tamam, olmazsa olmaz, uğraşamam." ile "Tamam böyle iyi, uğraşmaya gerek yok." cümlelerinin karması. Yalnız birazcık bit yeniği var işin içinde. Ufak keskin bir his. Tam gırtlağında. Böyle böyle sanki bir şey orada toplanıyor, toplanıyor... Memnuniyet içindeki gerçek dünya özlemi. Olasılıkların güzelliğine kapılıp giderken, kapılıp gitmiyormuş gibi davranmak belki de.
Buldum buldum. Karamsarlığım taşlar bağlıyor ayağıma. Sonunda biraz daha az öfkelenmek için kendime, sarılıyorum o taşlara. Bağrıma basıyorum.
Neden yazıyorsun bunları? Hiçbir şeyin gerçekten bir önemi yoksa neden yazıyorsun? On yıl sonra geri dönüp baktığında veyahut birine geçmişini anlattığında gülümseyip "Böyle böyle olmuştu." diyerek her şeyi anmak için mi? İsimler, inançlar, sohbetler... hepsi, kimi işaret ederse etsin bir mürekkep lekesi olarak mı kalacak hayatında? Hep böyle mi süregelecek bu düzen? Çok mu soru soruyorum yoksa ben?
Benim o büyük karamsar yanım, minimum çaba maksimum verim istiyor. İnşaat yönetmek gibi düşünün. Az iş gücü, az zaman, az maliyet, olabilecek en kaliteli yaşanabilir binalar. Fazlasında da gözüm var, var olmasına da.. da işte. İş güvenliği bir sekteye uğrarsa, fena.
Benim o büyük karamsar yanım, haklı çıkmak istemiyor. Sadece ufalıp ufalıp yitmek, gitmek istiyor. O yapılan binadan atlayıp da, metrelerce aşağı düşerken insanın içi rahat olmak ister. Aşağıda onu tutacak birinin olduğunu bilirse... Ne olur? Tamamlamıyorum cümleyi, siz getirin yüklemi işte.
Yine de her şeye bu kadar anlam yüklememek gerek. Ne karamsarlığı yani, ne oluyoruz? Bırak. Sonuçta o yastığa başını koyduğunda sen yine sensin. Yalnızsın. Soğuk kanlı olmak en önemlisi. Bazen hayatı, başkasının hayatını yaşar gibi yaşamak gerekir. Zaten ancak bu kadar önemi hak ediyor.
Sahipsiz bırakın tüm yaşantınızı artık. Sürüklensin gitsin. Yol bir rüzgar olsun alsın sizi. Yerlere vursun, gökten göğe savursun. İsterse yaksın yıksın tüm evleri bahçeleri, varılacak yerleri. Siz değildiniz o, hiç siz olmadınız. Başkalarının gözleri, elleri, düşünceleri bunlar. Bu takılıp kaldığınız başkalarının günleri.
Benim o büyük karamsar yanım, minimum çaba maksimum verim istiyor. İnşaat yönetmek gibi düşünün. Az iş gücü, az zaman, az maliyet, olabilecek en kaliteli yaşanabilir binalar. Fazlasında da gözüm var, var olmasına da.. da işte. İş güvenliği bir sekteye uğrarsa, fena.
Benim o büyük karamsar yanım, haklı çıkmak istemiyor. Sadece ufalıp ufalıp yitmek, gitmek istiyor. O yapılan binadan atlayıp da, metrelerce aşağı düşerken insanın içi rahat olmak ister. Aşağıda onu tutacak birinin olduğunu bilirse... Ne olur? Tamamlamıyorum cümleyi, siz getirin yüklemi işte.
Yine de her şeye bu kadar anlam yüklememek gerek. Ne karamsarlığı yani, ne oluyoruz? Bırak. Sonuçta o yastığa başını koyduğunda sen yine sensin. Yalnızsın. Soğuk kanlı olmak en önemlisi. Bazen hayatı, başkasının hayatını yaşar gibi yaşamak gerekir. Zaten ancak bu kadar önemi hak ediyor.
Sahipsiz bırakın tüm yaşantınızı artık. Sürüklensin gitsin. Yol bir rüzgar olsun alsın sizi. Yerlere vursun, gökten göğe savursun. İsterse yaksın yıksın tüm evleri bahçeleri, varılacak yerleri. Siz değildiniz o, hiç siz olmadınız. Başkalarının gözleri, elleri, düşünceleri bunlar. Bu takılıp kaldığınız başkalarının günleri.
Yaşadığımdan bana ne, ben yaşıyorum; benim değil yine de.
Ne demiştik, konfor alanımıza... rüzgarlara... yollara... ve en çok da karamsarlığımıza!
Mürekkep lekesini yok edecek bir silgi bulmak dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder