15 Mart 2020 Pazar

Küçük Kıyamet

  Tamam, biliyorum; boşladım sizi biraz. Ne zaman yazmaya çalışsam, kelimeler bir anda aklımı terk ediyor sanki. Yazmayı düşünürken, asla karşılaşmayacağım bir insanla, asla yapmayacağım bir tartışmanın hayali içine düşüyorum her defasında. Sonrası, zihnim bir savaş alanı. Benim gibi biri için duygularını anlatmaya çalışmak hem çok kolay hem de dünyanın en zor işi. Bundandır ki işte, bir bir kayboluyorum harflerin menzilinde.
   Aslında tam da yazılıp, tarihe geçirilecek zamanlardan geçiyoruz. Her yerde ölüm korkusu ve kıyamet habercileri. Şahsi kanaatimce, bu kadar kötülüğün olduğu bir dünyada hepsi bize müstahak. İnanın, çocuklar ve hayvanlar dışında; kime ne olursa olsun, hiç ama hiç üzülmüyorum. Üzülemiyorum. Yalnızca kızıyorum.

   Adalet yavaş yavaş yerine getiriliyor sanki. Eskiden kendimi yiyip bitirirdim "Nasıl adaleti sağlayabilirim şu küçücük benliğimle;nasıl acısını çıkarabilirim bu başa gelen kötülüklerin aciz bedenimle?" diye. Şimdi, biraz acımasızca olsa da felaket haberleri beni endişelendirmeye yetmiyor. Dünya'ya meteor çarpacakmışş, diyorlar. Olsun, diyorum. Ben en çok kendi sevilmediğime yanarım.
   
Ne alaka, bilmiyorum. Ama evet, bencilce. Hak ettik bunu biz, insanoğlu olarak... Tüm kıyamet senaryolarını yaşadık belki de kendi içimizde, bir ölmesi kaldı. Şahsen benim en büyük  korkum, kendimi bildim bileli, yalnız başınalıktı. Sevilmemişlikti. Hiçbir zaman sızlandığım kadar yalnız olmadım. Fakat belki de hep yalnızdım. Günübirlik oyalanmalarla  başımdan geçti her mutluluk. Öyleyse, şimdi bakıyorum da, ben zaten kendi kıyametimin tam ortasında durmuş, etrafımdakilerin paniklemesini izliyorum.
  Bir türlü anlayamadık. İnsan ilişkileri dandik bir virüsten daha zararlı. İnsanlar dandik bir virüsten daha zararlı. Bazı durumlarda ölmek daha iyidir ya. Acı içinde sürüklenmektense, korktuğunun başına geldiğini görmektense... O yüzden, işte tam da bu noktada intihar eder bir insan. Tabii o kadar karamsar olmayacağım. En azından şimdilik, en azından bu yazımda.
   Ben böyle şeyler yazdıkça, beni ciddiye alacaksınız diye, çok korkuyorum. Genelde ciddiye alınmam da... şu iki satır yüzünden alacağınız tutarsa çok bozulurum. Çünkü bir insanı umursamanız için, illa ölüm iması mı yapması gerekir? Aslında değerli olan, o insanın yaşarken umursanması değil midir? Yaşarken anlaşılması... Oğuz Atay güzel söylemiş bununla ilgili: "Beni hemen anlamalısın. Ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.". Öyle güzel ki bu sözleri, kalbimi kırıyor. Çünkü biliyorum, kendisi de "yaşarken anlaşılamayanlardan".
 
  Uzun zamandır yazmadığımdan, arayı kapatmak için buradayım aslına bakarsanız. Kıyamet kopacak olursa, ki sanmıyorum, yine de olur mu olur bakarsın; veda etmeden gitmek, istemem. Gerçi kime veda edeceksin, o ayrı mevzu.
  Şimdi sağımda duran televizyonda, siyah beyaz bir film oynuyor. Gözüm arada oraya kayıyor mesela. Filmlere mi edeyim veda? Kitaplara mı? Yoksa çoktan ölmüş sevdiğim yazarlara mı? Telefonuma belki de... Hiç sorulmayan hatır mesajlarıma. Okunmayan blog yazılarıma, anlaşılamayan aynadaki yansımama! Muhtemelen hiçbirine.
  Zira gerçekten ölecek olsak, bilinmeyen bir anın kaybolmuş zaman kavramında, farklı bir gerçeklikte... sanırım farkına bile varamayacağız gitmekte olduğumuzun. Ne işe yarayacak tüm kavgalarımız öyleyse? Çabalarımız, hırslarımız, kıskançlıklarımız, o kirli huylarımız ne işe yarayacak? Adalet demiştim ya, yaşamdan sonraki adaletin sağlanması için mi? Kötülükler bir şekilde uçup gidiyor da, o son veda sahnesinde hep sevilmişlikler kalıyor insanın yanına. Ha kıyamet şimdi kopmuş, topumuzu birden öldürmüş;  ha benim dünyamda küçük kıyamet kopmuş sadece beni yanında götürmüş! Fark eder mi?
   Çok karamsar bir yazı oldu. Bana da bu yakışırdı. Bir sonrakinde biraz daha iyi olacağım söz. Hem virüs filan bir tarafa, bahar geliyor. Çiçekler açmaya başladı. Belki umut da getirir yanında. Güzel günlerin umudunu. Kim bilir... Belki şimdi bir şey olur, gerçekten anlaşılmaya başlarım, umursadığım insanlar tarafından. Bir kıvılcım yangın çıkarmaya yeter sonuçta. Geçmişin adiliklerini yakarım belki o yangınla, ışık tutarım yarınlara.

  Yaşarken anlaşılabilmek dileğiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder