11 Şubat 2020 Salı

Kadın, Adam ve Bir Ayrılık


Kadın:
   Bazılarını kırmak kolaydır. Ufacık bir bakışla bile parçalara ayrılan insanlar gördüm ben. Hisli
insanlar. O insanlar, genelde kırıldıklarını belli etmeyen insanlar olurlar. İçlerinde yaşarlar. Fakat, derinlerinde bir yerde, fark edilme arzusuyla yanarlar. Hansel ve Gretel gibi, ekmek kırıntıları bırakırlar arkalarında. Bulunmak, keşfedilmek için. Biri o kırıntıları takip etsin isterler. Yaralarını saracak biri olsun isterler. Kalplerine biri dokunsun, o dokunuş işe yarasın isterler.

   Bavulunu toplarken, ardında bıraktığı adam için en iyisini diliyordu. O adamın da biri kalbine dokunsun ve şimdi giderecek onun kalbinde açacağı yaraları biri sarsın, onun için bunu diliyordu. Hızlıca dolabın kendi tarafında duran tüm askıları boşaltıp, yatağın üzerindeki bavulun içine fırlattı. Katlamaya vakit yoktu. Bunun önemi de yoktu.
  Her dakika bu gidişi daha zor kılıyordu.
  Hemen gitmeliydi.
  Bu evde bir şey bırakmadan gitmesi gerekiyordu. Eğer bir şeyini burada unutursa, adam o şeyi her gördüğünde üzülecekti. Bir tişört unutacaktı belki… Adam o tişörte sarılarak ağlayacaktı. Ezkaza parfüm şişesini bırakırsa ya? Adam onu koklar öyle uyurdu.
  Fırtına öncesi sessizlik hakimdi. Henüz ağlamamıştı ama adamın oturma odasındaki eski koltuğa çökmüş, başını dizlerine sıkıştırmış ağladığını biliyordu. Sükunetle. Hızlıca banyoya gitti. Küçük bir poşete kremlerini, şampuanını birkaç ıvır zıvırını doldurdu. Döndüğünde adam yatak odasının kapısında duruyordu.
   Bakıştılar. Duygusuzdu. Adam bu duygusuzluğu hissetsin istiyordu. Bu yüzden gözleri donuktu. Adamın ela bakışları ise, elbette, yaşlarla dolmak üzereydi. İçerde ağlamış, toparlanmıştı. Şimdi de onun karşısında duruyordu işte. “Anlamıyorum.” dedi adam. Sesi tok ve öfkeliydi.
  “Anlamayacak bir şey yok.” adamı itekleyip yatak odasına geri döndü. Elindeki poşeti bavulun içine bıraktı. Şimdi adama sırtı dönükken konuşmaya devam edebilirdi. Onu görmezken, açıklama yapmak daha basitti. “Çok güzel bir aşk yaşadık. Ama yaşadık. Tükendi işte.”

  Adam kaşlarını çattı. “Bu mu yani?” diyebildi. Kadının omuzlarından aşağı dökülen turuncu saçları, açık mavi kot pantolonu ve pembe gömleğine bakıyor, onu baştan aşağı inceliyordu. Ayaklarındaki kurdeleli komik terliği birlikte almışlardı. “Bir gün akşam eve geliyorsun. Bir önceki gün kör kütük aşık olduğun insana bir sonraki gün aşk bitti, diyorsun. Bir günde o aşk tükendi yani, öyle mi?”
  Kadın bavulla uğraşmayı bıraktı ve sonunda adama döndü. “Öyle. Sen tükettin. Bitti.” Sonra cevabı beklemeden yeniden bavulla uğraşmaya koyuldu. İşte, çantayı toplamış, fermuarı çekiyordu şimdi.
  “Ben mi?” diyebildi adam sadece. Kadın bavulu yataktan indirdi, yere koyarak çekiştirmeye başladı. O, odadan çıkarken adam peşinden gitti. Kadın koridorda konuşmaya başladı. “Özgür olmak istiyorum.” dedi yalnızca. Sonra, evden çıktı.
  O saniyeden itibaren özgürdü işte. Yüzüne vuran rüzgar, caddeden arabaların vızır vızır geçiş, sokak lambasının altında dilenen kadın, el ele yürüyen sevgililer… gördüğü her şey bir farklıydı. Hissettiği her şey farklıydı. Adeta sırtındaki o yük, dönüşmüştü. Bir çift kanata dönüşmüştü. Kadın  uçuyordu.
  Uçtu da. Ardında yıkık dökük birini bırakmış olsa da uçtu. Roma’ya gitti, Paris’e gitti. Adamı düşünmedi. Mesela, onun için koluna kazıdığı küçük çiçek dövmesini sildirmiş miydi? Birlikte yaşadıkları evden taşınmış mıydı? Peki ya kedileri? Kediyi napmıştı?
  Yeni yerler gördü. Yeni insanlarla tanıştı.
   Bazen, başkasına yapılan kötülüğün kendini kurtarmak anlamına geldiğini anlamıştı. Elbette bu kötülüğün ona bir dönüşü olacaktı. Olacak mıydı? Karma denilen şeyin varlığına her daim inanmıştı fakat bunun korkusuyla da yaşayamazdı.
  Gitmelere devam etti. Önemli olan buydu.
  Hem belki de tüm suç kendinde değildi. Adam da hata etmişti. “Kendinden çok beni düşündü. Kendinden çok beni sevdi. Bunu ondan ben hiç istemedim. Bu da onun hatası.” diye mırıldandı. Öğle vakti yağmurlu bir Londra gününde, kafede oturuyordu.
  Sonra çantasını sırtına takıp o kafeden de çıktı. Gezilecek daha çok yeri vardı.

Adam:

  Kapı kapandığı an gitti duvarı yumrukladı. Eril gücün etkisindeydi. Muhtemelen elini kırmıştı. Durmadı, gitti yatak odasındaki komodinin üzerini dağıttı. Fotoğraf çerçeesi ve gece lambası yere düştü. Kedi kapının önünde onu izliyordu.
   Yalnızdı. Yapayalnız kalmıştı. Sadece birkaç saat içinde. Ne yapmıştı, ne değiştirmişti kadını? Daha dün şu yatakta birbirlerine sarılarak uyumamışlar mıydı? Daha dün şu mutfakta yemeği yakmışlar da dışarıdan pizza sipariş etmişlerdi. Akşamında birlikte kart oynayarak eğlenmişlerdi. Daha dün. Dün.
  Kedi hala onu izliyordu. Ebeveynleri kavga etmiş küçük bir çocuk gibiydi. Kedinin haline üzüldü. Eli sızlıyordu. Eğildi kediyi kucaklayıp oturma odasına geçti. Kendi haline üzülme vaktiydi şimdi.
  Birkaç ay kadının aramasını bekledi. Her telefon çaldığında umutlanıyordu.
  Sonra devam etti. Dövmeyi, başına gelen bu olayı unutmamak adına hiç sildirmedi. Kediyi de sokağa atmadı. Evden de taşınmadı. Devam etti sadece. Başkalarını buldu. Ta ki bir başkasını bulana dek. Tek bir kişi.
  Önce tereddütlüydü. Korkuyordu. Ama o başkası da, en az kendi kadar kırgın bir ruhtu. Ya daha fazla kırılırsa? Ya onu daha fazla kırarsa? Hep biraz temkinli yaklaştı başkasına. Başkasıydı o. Ama oldu işte. Birbirlerini bulmuş oldular.
  Keşfettiler. Yaralar daha şimdiden iyileşmeye başlamıştı. İyileşiyordu. Bir başkasıyla.
  
  Şimdi kadın yanına uzanırken, kolundaki o küçük çiçeğe bakıyor hatırlıyordu o büyük hatasını. “Önce kendimi seversem, başkalarını da sonrasında sevebilirim. Bencillik değil bu. Doğanın kanunu.”

   Hatalardan ders çıkarabilmek dileğiyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder