8 Şubat 2020 Cumartesi

Oscars 2020 #5: 1917

  Veeee yılın son Oscar Adayı incelemesiyle karşınızdayım. Vallahi bu sene filmler arasında ezeli bir rekabet var gibi fakat benim gönlümün birincisi 1917. Çünkü tam olarak kalbime dokundu.
  Bir önceki sene favorim Cold War'dı. Hakkı yendi. Ondan önceki sene Three Bilboards Ebbing, Missouri'ydi. Onun da hakkı yendi. Bu sene aynısı 1917'nin başına gelecek eminim. Çünkü tahminlerimde genelde haklı çıkıyorum. Bu senenin en büyük kazananı Parasite olacak, sonrasında da Joker. Belki kafa kafaya. İkisini de yorumladım. Blogta var.
  Şimdi 1917'ye geçelim. Birinci Dünya Savaşındaki iki İngiliz askerinin başka bir cepheye haber götürme çabasını konu alıyor film. Zaten savaş filmi denince bende akan sular duruyor. Allah'ım beni neden kaos sevici bir insan olarak yarattın? (Savaşa hayır, savaş filmlerine sonuna kadar evet!)
  Bu iki askerimiz eğer haber götüremezse, (yolda ölürlerse, zamanında yetişemezlerse falan filan...) yüzlerce İngiliz askeri tuzağa düşecek. Yani savaşın gidişatını değiştirecek çok önemli bir görevleri var.

  Konusu ilginizi çektiyse devam edelim:

  Öncelikle belirtmeliyim ki, filmi izlerken  "Yok işte biz bu İngilizlerin tarafında değildik de... bunlar
hain de... kötü insan da..." falan filan düşüncelerle izlerseniz bu film sizi sarmaz. O yüzden ortaokul sosyal bilgiler dersinden aklınızda kalanlarla 1917'yi yargılayacaksanız, yapmayın. İzlemeyin filmi. Zira savaş denilen şey, bence, fillerin kavga etmesi fakat altındaki çimlerin ezilmesi. Bu filmde de o çimlerin nasıl ezildiği çok net bir şekilde gözler önüne seriliyor.
Bilmem şu an kötü bir şey mi diyeceğim, belki ieride düşüncem değişecek mi.. fakat sanırım bunu yazmadan film yorumuna başlayamam. Bence din, millet, ırk, yaş, boy... bunların hiçbirinin ayrımı yok. Dünya'da tek bir ayrım var. O da iyiler ve kötüler. Hepsi bu.

  Sinamatografi aşırı güzel. (Hemen film yorumuna balıklama atladım) Her sahne bir tablo gibi. Heyecan hep dorukta. "Ay napacaklar? Ölecekler mi? Bak şimdi mermiyi yedi işte... Zamanında yetişemeyecek... Ah benim gerizekalı oğlum, kaçsana!" diye ekrana bağıra bağıra izletiyor kendini 1917.
 Her sahne önemli. Bir ara dalıp başka bir şey düşündüğünüzde, geçmiş olsun. Filmi kaçırdınız. İzlediğiniz her saniye başka bir aksiyon oluyor. Göz bile kırpmasanız iyi edersiniz.

 Filmin mekanları da çok iyi. Hepsi özenle kurgulanmış. "Adamlar ne film yapmış beee!" demeden edemiyorum şu mekanları görünce. İşlerine öylesine iyi çalışmışlar ki... Kendinizi o yerlerin içinde, savaşın ortasında buluyorsunuz. Kamera açıları çok iyi. Hiç sıkılmaycağınızın garantisini verebilirim. 1917'ye sonuna kadar kefil olarak yazıyorum bu yazıyı.
  Ayrıca çok duygulanacaksınız. En başta da dedim kalbiniz paramparça olacak. İçinize şöyle en büyüğünden bir öküz oturacak. Film sizi sürekli şaşırtacak, sürekli. O savaş ortamının çetinliği, cesetler, insanların hayatta kalma çabası... Bunları izledikçe, geçmişte bir yerde bunların gerçekten yaşandığını hatırladıkça iyice bir kötü hissedeceksiniz. Zor. Gerçekten dünya halkı olarak zor günlerden geçmişiz.

 Konu dağılmadan castinge gelelim. Aman yarabbi! Büyük adamları küçük rollerde izlemek ancak bu kadar zevk verebilirdi. Andrew Scott, Richard Madden, Benedict Cumberbatch... bu üçlüyü görmek beni o kadar sevindirdi ki belki de 1917'yi bu kadar övme sebebim de budur. Başroller de çok iyi seçilmiş. Çok iyi bir oyunculuk istemeyen bir film. Atmosfer zaten sizi büyülüyor. Çok fazla takılmıyorsunuz ki oyunculuklar da fevkaledenin fevkindeydi. (Bülent Ersoy'a mı bağladım ben az önce?)
 Daha ne diyebilirim ki? Açın açın izleyin. Belki ileride "Savaş Filmleri" başlıklı bir yazı yazar, böyle sevdiğim bol kavgalı, duygusal filmleri koyarım. Bu arada duygusal dedim ama fakir edebiyatı yapıp, duygu sömürmüyor film. Her şey dozunda.
 1917'ye anlayacağınız üzere benim puanım 10/10. Şimdi fragmana gelelim.

Fragman: 

Her ödül sezonunu en az bu kadar keyifli bitirabilmek dileğiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder