Konuya balıklama atlamadan önce biraz, şu sıralar sıkıntı etmeye başladığım bir konuyla ilgili, buraya da birkaç kelam yazmak istiyorum. Eğer direkt dizi yorumuna geçmek isteseniz sıradaki birkaç paragrafı okumadan geçmenizi öneririm.
Okuyucularım, eğer bu sayfada en alta inerseniz, sonrasında da biraz sayfaları ilerletirseniz "Unutsam mı, Unutmasam mı?" başlıklı bir yazıyla karşılaşacaksınız. O, bu blogtaki en eski yazı. 15 Eylül 2015'te yazılmış. Tam oradan okumaya başladığınız taktirde, bu 4 seneden fazla olmuş süre zarfı boyunca, yalnızca yayınladığım 137 yazı olduğunu fark edeceksiniz. Şimdi böyle söyleyince az gibi geldiyse size, gelmesin. Bir yazıyı düşünme, kulağa ve gönle hitap etmesini sağlama, görseller ekleme, tüm bunları yaparken kendi ruhundan bir parça ekleme, hele bir de yaşanmış bir şeyi yazıyorsan kimsenin sınırlarına saygısızlık etmeden bunu yapmaya çalışmak oldukça zor. Yani burada yaptığım hiçbir şey "az" olmadı hiçbir zaman. Ve kimsenin de yazdığıklarımın tek bir kelimesini hor görmesine izin vermem. Blogum benim, ben olabildiğim tek yer.
Tüm bunları neden bir "dizi yorumu" yazısının altına yazdım, işin o kısmına gelelim şimdi. Sıkıntı ettiğimi söylediğim o konuya değinelim.
Eğer beni Twitter'dan takip ediyorsanız geçenlerde birilerine sayıp sövdüğüm twitlerimi muhakkak görmüş olmalısınız. Ben orada da içimi döktüm lakin şimdi istediğim gibi yönetebileceğim bir blog sayfam varken buradan da uzun uzun yazacağım elbette.
2015'ten beridir, etrafımda kaç kişiyi blog açmak konusunda cesaretlendirdiğimi söylesem şaşırırsınız. Benden görüp, onlar da yapmak istediler ve bu çok güzel bir duyguydu benim için. Hatta yazılarını yayınlamadan önce bana atar, fikrimi alırlardı. Bir insanın en saf duygularıyla yazdıklarını paylaşabilmesi, hele ki linç kültürü günlük hayatımıza bu kadar yerleşmişken çok zor.
Dostane yaklaşan herkesi kucaklarım, bunu beni tanıyan herkes bilir zaten. Fakat... Hem bana düşmanlık besleyen hem de benim yaptığımın aynını yapmaya çalışarak (benim olduğum kısma asla erişemeyeceği için yalnızca "çalışıyor") birine asla kucak açmam. Asla.
O kişinin içindeki kıskançlık tohumları büyüp serpilmeye devam edecek. Ettikçe de yaptıklarımı yapma deneylerine girişecek. Başarısız olacak muhtemelen. Ama kendisiyle yüzleşsin lütfen. Ondan tek isteğim kendini melek sanmasın, kimseye de kendini melek gibi tanıtmasın.
Dediğim gibi burası benim ben olduğum tek yer. Buralarda başka bir bene ihtiyaç yok. Sen de biraz kendin olmayı dene, olur mu?
Ya ben James McAvoy isimli şahsa aşığım. İngiliz aksanı (aslen İskoçyalı), mükemmel oyunculuğu (Split filmindeki rolüyle Oscar alamamış olması birazcık üzüyor...) göz rengi falan filan hep beni düşürüyor. Ekrana hipnotize bir şekilde bakıyorum her daim. (Bu şekilde filmlerini izlediğim yaklaşık bir trilyon aktör var...) Adamı görünce ergenleşiyorum adeta.
Bu nedenle ben de onun yeni dizisi His Dark Materials'a başlayayım, diye düşündüm. Adam sadece üç bölümde oynamış... Büyük hayal kırıklığına uğradım. Bir de utanmadan postere koymuşlar... Neyse.
Yine de başlamış bulunduğumdan dolayı izledim sonuna kadar. Sonra bir baktım, benden başka kimse izlemiyor diziyi. Nasıl olur? Nasıl hiçbiriniz izlemezsiniz?? Tabii herkes Netflix manyağı oldu çıktı. İnsanlar dijital platformlarda yayınlanan dizilere öncelik veriyor.
Çok şey kaçırıyorsunuz.
Şahsen Witcher'ı da izledim. Ona 6/10 veriyorsam, His Dark Materials 8/10 veriyorum. Konusunu da anlatacağım fakat dizi dümdüz macera dizisi değil. Dikkatli izlediğiniz taktirde içindeki felsefi ve düzeni eleştiren küçük nükteleri fark edeceksiniz. Beni de zaten yapıma bağlayan bu nükteler oldu.
Dizi başka bir evrende geçiyor. Her insanın "cin" diye hitap ettiği kendine ait bir hayvanı olduğu, bu hayvanlarla insanlar arasında bir bağın olduğu bir evren. Cadılar, çingeneler, araştırmacılar, zırhlı ayılar... biraz garip bir ütopya burası. Tabii bu çeşitlilik çok katı bir otoriteye bağlı. Dini baz alan ve istediğine günah damgası yapıştırıp, istediğini torpil ile istediği konuma getirebilen bir topluluk tarafından yönetiliyor.
Bu ütopyada Lyra isimli bir kız çocuğunun hikayesini izliyoruz. Lyra amcası tarafından bir okula bırakılıyor küçüklüğünde ve orada büyüyor. Amcası ise günah olduğu dayatılan "Toz" ismini verdikleri bir maddeyi araştırmayı kafaya koymuş bir bilim insanı Lord Asriel. Lyra'nın okuldan arkadaşı esrarengiz bir şekilde kaybolunca, arkadaşını bulmak şartıyla bir başka bilim insanı Mrs Coulter'ın yardımcılığını yapmaya başlıyor ve büyüdüğü okulu terk ediyor. Sonra da olaylar başlıyor.
Dizide en sevdiğim şey tabii ki Lord Asriel... Ondan sonra da kostümler ve efektler. İnsanların yanında vızır vızır gezinen hayvanları, onların dövüş sahnelerini izlemek, seyir keyfini tavana çıkarıyor. Efektler üst düzey olmuş. Göze batan hiçbir şey yok. Kostümler ise, her karakterin benliğini çok iyi yansıtmış. Özellikle Mrs Coulter'ın elbiseleri...
Oyunculuk öyle ahım şahım değil maalesef... Lyra'nın kaçırılan arkadaşı Roger aşırı yapmacık... Küçük çocuk biliyorum ama hiç rol yapamamış. Bir de çingenelerden olan, diğer kaçırılan çocuklardan birinin annesi Ma Costa... Ya bir insan ancak bu kadar itici olabilir. Spoiler vermek istemediğim için çok az bahsedebiliyorum kendisinden ama izleyince anlayacaksınız. Dizideki kötü karakterlerden bile daha itici. Bir de iyi olması, anne şefkatini filan bize yansıtması gerekiyor. Bizim mahalledeki güncü teyzelerin gıcıklığı vardı üzerinde, kimse kusura bakmasın.
Dizide en sevdiğim karakter (dış görünüşü saymıyoruz) sıcak hava balonu pilotu Lee. Diziye girdiği ilk sahneden beri tüm karakterlerden daha sıcak geldi bana. Çok az bir sahnesi var fakat ikinci sezonda daha da önce çıkacağının sinyallerini verdi. Ay hadi bakalım!
Bu arada His Dark Materials bir kitap uyarlaması... Bu aralar özgün bir şeyler çıkarmak ne kadar zor oldu değil mi? Hep bir şeylerden esinleniyorlar. Neyse o konuya geri dönmeyelim yine. BBC ve HBO ortak yapımı His Dark Materials, nereden uyarlama olursa olsun, uzun yıllar boyu izleyip tartışabileceğimiz bir dizi.
Tabii hak ettiği değeri görürse.
Yazıyı, dizinin fragmanıyla sonlandırıyorum.
Herkesin kendi olduğu bir evrende yaşayabilmek dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder