18 Ocak 2020 Cumartesi

Oscars 2020 #1: Marriage Story


 Canlarımmmm, işte ennnn sevdiğim yazı dizisini yazma zamanı yine geldi çattı. "Oscars". Bu sene, adaylığı olan
beş film seçip, naçizane yorumlarımı sunduğum üçüncü sene.Sanıyorum adayların arasından film seçmekte en çok zorlandığım sene de bu sene.
  O kadar kaliteli yapımlar görmüşüz ve ben de aç köpek gibi çoğunu izlemişim adaylık alan filmlerin. Şimdi de tatlı canım hepsini yazmak istiyor. Fakat geleneğimiz bozulmasın diye yalnızca 5 film yorumlamakta kararlıyım. Belki hızımı alamazsam törenden sonra bir de "Oscars 2020 #Bonus" yazısı yazarım. Belki ama.
  Aman ben ne açıklıyorum acaba ya... Takıldığım şeye bak. Film seçememişim, bilmem ne! En büyük derdim bu olsun! Amin!
  Bu arada, geçen iki senenin yazılarını merak ettiyseniz yukarıda bir çubuk var ya hani, konu başlıkları yazan, he işte orada, "Oscars" yazısının üstüne tıklayabilirsiniz.

  Gelelim bu sene, şanlı blogumda yorumlanmaya layık olan beş filmimize. İlki, zaten başlıktan da anlayacağınız üzere Marriage Story. Ona sonra geleceğiz. Şimdi size tam listeyi veriyorum. Belki hepsini önden, pat pat izlemek istersiniz:


Marriage Story:


  İlk sahnesinden, son sahnesine kadar; birbirini bir zamanlar çok sevmiş iki insanın, evliliklerini bitirme sürecini ince detaylarıyla inceleyen bir filmden bahsedeceğim şimdi. Neden olduramadıklarını düşünüp kendinizi bir miktar yiyip bitiriyorsunuz izlerken.
  Konusu aslında çok sıradan. Bir çiftimiz var. Charlie ve Nicole. Nicole bir oyuncu, Charlie ise yönetmen. Evliler, bir çocukları var.
  Zamanında Nicole Los Angeles'taki, yükselme vaadeden yine de küçük çaplı olan sinema kariyerinden vazgeçerek, yönetmen Charlie ile evlenip New York'a taşınıyor. Charlie'nin yönettiği tiyatro oyunlarında oynamaya başlıyor. Charlie tabii New York'ta kariyerinin yükselişinde. Tabii her şey güllük gülüstanlık gitmiyor. Çift ayrılma kararı alıyor ve işte olaylar tam da orada başlamış oluyor.
  Yani temelde, iki farklı şehrin kültürüyle yetişmiş kişilerin çatışmasını izliyoruz. Bir çift kavgasına değil; Los Angeles'ın  bol güneşli rahatlığı ve New York'a has o kaosun çekiciliğinin kavgasına şahit oluyoruz filmi izlerken. İki şehir, iki insan. Eğer filmi bi cümleyle özetleyecek olsam şu bir önceki cümleyi kurardım size.

  Filme tadını veren elbette oyunculuklar. Adam Driver'ın oyunculuğu sizi hayran bırakıyor. Zaten
"En İyi Erkek Oyuncu" dalında da adaylığı kapmış. Ödülü alır mı? Vallahi bu ödül veren camianın internet üzerinden yayınlanan filmlere bir gıcıklığı var. Malum, Marriage Story de bir Netflix filmi... O yüzden şüpheliyim. (Bir de rakiplerini bir görseniz... bu sene zor bir sene.)
  Sadece Adam Driver'ın oyunculuğunu övecek değilim. Scarlett Johansson, Laura Dern isimli iki yetenek abidesi arkadaş daha var filmde. Şahsi kanaatimce Scarlett Johansson'un yüzü gözü şişene kadar ağladığı sahnelerden nefret ediyorum. Black Widow gibi bir süper kahramanı oynamış birine, güçlü kadın rolleri daha çok gidiyor bence. O sebepten en çok kavga ettiği, kendini savunduğu sahnelere bayıldım Scarlett'in. İyi iş çıkarmış.

  (Scarlett'in de, Nora'nın da adaylığı olduğunu belirtmeden geçmeyelim.)
Laura Dern hakkında bir iki kelime etmem gerekirse: Kendisine hayranım. Big Little Lies'taki rolüne benzer bir karaktere can vermiş olsa da bende bıkkınlık uyandırmadı. Helal olsun vallahi. Zaten filmde, en en en çok sevdiğim karakter de onun karakteri Avukat Nora. Gerçi filmdeki bütün avukatları izlemek ayrı güzeldi de...

  Peki ya bu çekişmeli "ayrılık" hikayesinde ben kimin tarafındaydım dersiniz? Sevgisi için her türlü fedakarlığı yapmış, şu anda bencil olmaya çalışan Nicole mü? Yoksa artık fedakarlık yapması gereken, bencil Charlie mi? Vallahi her zaman kadının tarafındayız. Lakin ben film boyunca her ikisine de acıdım. Çünkü kendilerince haklılardı. (Biraz spoiler olacak ama, Charlie'nin Nicole'ü aldatması hariç. Aldatmak adice bir davranıştır.)

  Marriage Story gözümde 10/10luk bir film değil elbette. Bazı kısımlar çok uzatılmış. Gereksiz sahneler konmuş... Yani zaten bu kadar uzun film çekilmesine karşı bir insanım. Bana göre film dediğin en fazla iki saat olmalı. İdeali bir buçuk saat. Sıkmadan, baymadan konuyu toparlayıp sonuçlandıracak.  Öyle çok irdelenmesi gereken bir şey de yok. Ayırıyorsun işte insanları. Karışık bir durum olsa, beynimizi yakmamak için uzun uzun anlatılması gerekse, tamam. Öyle bir şey de yok. Konu da ortada.
  Sonra bir de Nicole'ün annesi var. Ay galiba çok uyuz oldum ben o karaktere.
  Haricinde gözüme batan bir şey olmadı. Belki film güzel bir şarkıyla desteklenebilirdi. Çok büyük bir eksik değil. Olsundu. Böyle de kabulümdü.

  Yorumumu, filmin en çok konuşulan sahnelerinden biriyle fragmanı da ekleyerek bitiriyorum. Sıradaki "Oscars" yazımız The Irishman. Bana baya bir karışık duygular verdi Irisman. Size yazmak için sabırsızlanıyorum.

 Kavga Sahnesi:

Fragman:


Mutlu başlayan şeylerin acı bir şekilde bitmemesi dileğiyle...

  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder