
Efsanelerin toplandığı, dedim; çünkü cidden sinema tarihinin en usta iki oyuncusunu, belki de son defa birlikte izleme şansı buluyoruz. (Şahsen efsaneler arasına Joe Pesci'yi katasım gelmedi.) De Niro ve Pacino. Favorim Al Pacino... Adamın ses tonunu duyunca bile keyifleniyorum, ayrıca duygulanıyorum da... Aklıma Michael Corleone geliyor. Sonra tüm Godfather serisi gözümün önünden geçiyor. Arkadan o eşsiz soundtrack çalmaya başlıyor. Gereksiz bir yükseliyorum, "Keşke mafyaya gelin gitsem." diye iç geçiriyorum...
Tabii hemen bu düşünceleri dağıtıyoruz arkadaşlar. Bireysel silahlanmaya hayır.
Bir üsteki paragrafta Michael Corleone hayranlığımı tam olarak anladıysanız, Irishman'e dönelim. Yine bir mafya filmi ile karşı karşıyayız. Hem de gerçek bir olay beyazperdeye taşınmış bu kez. Çok uzun olması ilk kez beni baymadı, biliyorsunuz ki uzun film nefretimdir. Her şey ince ince işlenmiş ve salağa anlatır gibi anlatılmış. Yani iyi bir izleyici değilseniz de filmi kolay anlayabiliyorsunuz. Bu bir artı.
Fakat tabii ben bir noktadan sonra "Haydi artık sadede gelelim." oldum. Sonuçta sabırsız bir insanım. Lakin üç buçuk saate değiyor film, siz benim gibi yapmayın.

Karakterlerin yaşlanmalarını dakika dakika izliyor; düzenbazlığın kapalı kapılar ardında, kitabına uydurularak nasıl yapıldığına şahit oluyoruz.
Sizi böyle yerinize mıhlayan bir anlatım yok. Ekranın başında sizi hipnotize de etmeyecekThe Irishman. Sabırlı olursanız, yavaş yavaş o dünyaya dalacaksınız. Heyecandan da ölmeyeceksiniz. Son sahneler hariç. Zaten Jimmy Hoffa'nın ortadan nasıl kaybolduğu hala büyük bir sır olduğu için, filmin son kısımları tamamen kurgu (güzel bir kurgu). Bunu da belirteyim.
Filmle ilgili eleştirecek hiçbir şey de bulamıyorum daha. Oyunculuklar mükemmel, ekip mükemmel, yönetmene zaten diyecek sözüm yok. Yalnız keşke, The Irishman gibi bir yapımı sinemada da izleme şansımız olsaydı. Dijital platform bence, çıtır çerezlik filmleri izlemek için var. Böyle baba filmlerin hakkını vermek gerekiyor. Üstümde pijamalar, ağzımda sakız böyle önemli insanları evde izlerken birazcık moralim bozuluyor benim ya.
Son olarak bahsetmeden geçemeyeceğim bir karakter de Frank'in kızı Peggy. Çocukluğunda şiddetle yüz yüze kalmış olan herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği ve bence filmdeki en derin karakterlerden olan Peggy'yi keşke daha tanıdık bir yüz oynasaymış. Fakat yine de çok sevdim. Hatta benim en sevdiğim karakter oldu.
On kategoride adaylığı olan The Irishman, "Hangi ödülü alır?" diye bir soru yöneltecek olursanız, rakipleri zorlu olduğundan ve oyuncu kadrosu sebebiyle biraz abartıldığını düşündüğümden, geceden yüklü bir başarıyla çıkacağını sanmıyorum. Belki En İyi Yönetmen, muhtemelen (yüzde seksen diyorum buna) En İyi Uyarlama Senaryo...
Diyeceklerim bu kadar sevgili dostlarım. Bir sonraki Oscars filmimiz "Parasite". Hala izlemedim. Hiç de izleyesim yok çünkü şu corono virüsü illetinden dolayı bütün çekik gözlü insanlardan soğuma geldi. Yine de çok övüldüğünden izleyeceğiz bakalım, yapacak bir şey yok.
The Irishman fragmanı:
Kendimde Parasite'i izleyecek güç bulabilmem dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder