28 Ocak 2020 Salı

Şişmiş Bir Çift Göz

  Yalnız başıma, önümde yarısı yenmiş, yenmemiş de adeta kemirilmiş, bir yemeğin artıkları; deniz gören bir alışveriş merkezi terasında oturuyorum. Biraz önce, yemeğin siparişini verdiğim çalışan kıza garip bir soru yöneltmişim. Soru öylece, düşünmeden, direkt ağzımdan çıkmış: "Gözlerim şişmiş mi?" Kız da hiç yadırgamamış beni. Sanki görüntüm umrumdaymış veya gözlerimin şişmiş olması beni daha da çok üzecekmiş gibi "Hayır ama iyi misiniz?" demiş. Tabii ben o an gözlerimin şiş olduğunu biliyordum. Göz kapaklarım alt kirpiklerimle buluştuğu an, sanki tuzlu bir suda gözlerimi açmışım da kapatmak bilmemişim gibi acıtan o batma hissi sağ olsun, her şeyin farkındaydım.
  Ayrıca birkaç hafta sonra, ben bu yazıyı yazarken artık bana o kadar da samimi gelmeyen, geveze bir arkadaşım, o gün çekilmiş bir fotoğrafımı görecek ve şu cümleyi kuracak: "Şu haline bak, yazık ediyorsun kendine. Sana diyecek söz bulamıyorum." Oysaki onun hep diyecek, saatlerce kafa şişerecek ve sen bir şey söylediğinde seni geçiştirecek bir sözü vardır. Hayret doğrusu.



  Lakin, tabii ondan önce başka biri daha teyit edecekti şişliklerimi. O şişliklere neden olan biri. Ben telefon görüşmesi yaptıktan on dakika sonra masanın öbür ucuna oturacak. Apar topar gelmiş gibi bir hali olacak. Sonuçta son dakika iptal ettiğimiz bu buluşmayı tekrar yapma kararı almış olacağız. O acayip rahatsız bir şekilde oturduğu sandalyesinde, yapacağımız uzun ve hararetli konuşma boyunca kara kara düşünecek. Beni bir mesajla başından savmak istemişti. Buraya gelmekle hata etti çünkü konuşmanın sonuna doğru güneş gözlüklerimi çıkarmamı isteyecek. Pişman olacağımı bile bile çıkaracağım. Sadece 10 saniye kızarmış ve davul gibi şişmiş gözlerime bakacak. Sonra, bana hiçbir zaman görmek istemediğim bir bakış atarak, içinde büyüyen acıma duygusunu gösterecek. Bana acıyacak. O an bunu tam olarak anlamayacağım. Belki de konduramayacağım. Peki ya düşünme kabiliyetimi yeniden kazandığımda? İşte o zaman küçüleceğim. Hoş, birkaç ay sonra karşıma çıkma cesaretini kaybedip yapacağı işi telefonda halletmeye karar verdiğinde bana "Kendini küçük hissetme." diyecek, teselli verecek.

 O gün, o gelmeden önce... ben hala masada yalnız otururken bir telefon görüşmesi yapacağım. Önemli biriyle. O 'biri' manasızca bir ısrarda bulunacak. Yapmaktan korktuğum bir şeyi yapmamı isteyecek. "Ayrıl." diyecek. Bu ısrarı anlamayacağım. Ta ki  bir iki ay sonra yani çok geç olduğunda, kulağıma fısıldanana dek. Kızmam gerekirken kızmayacağım üstelik. Bu da bir pişmanlık olarak kalacak bende.
  Yine de sonrasında o kadar çok pişmanlık kalacak ki... bunun için yas tutmaya fırsatım bile olmayacak.
   Telefondaki o 'biri' beni ikna etmeye çalışırken şu cümleyi kuracak: "Beraber atlatırız, yanında olurum." Fakat korktuğum şey birkaç ay sonra yine bir telefon konuşması vasıtasıyla başıma geldiğinde yanımda olmayacak.
   Ve ben korktuğum şey yaşandığı sırada, oturma odasındaki büyük koltukta yapayalnız oturup ağlarken gökyüzünü izleyeceğim. "En azından karşımdakiler kadar korkak değilim." diye kendimle gurur duyacağım, sevineceğim.  Elbette geriye biraz hüzün, biraz acıma ve ne yazık ki özlem de kalacak.

 Şimdi, bugün,  yalnız başıma, önümde yarısı yenmiş bir yemeğin artıkları; deniz gören bir alışveriş merkezi terasında oturuyorum. Üzerimde beyaz elbisem var. Dolabımdaki en sevdiğim kıyafet bu. O akşam eve dönerken,  beni evime bırakan o insanın, ne yaşanırsa yaşansın beni seveceğini düşüneceğim. Yanımda olduğu için mutlu olacağım. Evimde huzurla yatağa gireceğim. O uzun konuşmanın verdiği bir rahatlamayla gözlerimi yumacağım. Tüm sorunların çözüldüğünü sanacağım. Zaten gelirken arabada da biraz uyuklamıştım. Gün boyunca ağlamanın dezavantajları... Göz şişliği ve uyku.
  Şişmiş bir çift göz kapanacak o akşam.

 Sonra, yaklaşık altı ay sonra, gecenin bir yarısı açılacak. Bu boş satırları dolduracak. Hala bunları düşündüğü için kendisine kızmasına rağmen durmayacak.

 Durabilmek dileğiyle...


1 yorum:

  1. İnsan acı, tatlı, hüzün n varsa hepsini yaşar ve sonucunda tecrübe katar. Kendine, hayatına, vicdanına,insanlığına....Bazıları bundan zerre pay almaz. Herkes sen ya da senin gibi düşünenlerden olmaz. Bir deniz kenarının burukluğunu, oraya akıttığın gözyaşlarını ve haykıramadığın onca duyguyu içine atıp biraz daha hıçkırıklara boğuluşunu kimse fark etmez. Ama insan görmek istemediklerini fark etmez. Yaşadığın hiçbir olayda, şunu beklememen gerekiyor seni sen gibi anlayacak birilerini. Öyle biri yok dünyada. Bu senin çok sevdiğin hayat arkadaşın,en sevdiğin dostun, ailen... Hepsi belli bir yere kadar anlıyor ve yorumluyor. Ama insanın yıkılmak için öyle çok sebebi oluyor ki, hayat bunları bize törpülemek ve kendimize zaman ilavesi eklemek için fırsat veriyor. Bir teselli değil bu cümleler, seni anladığımı düşünerek yazıyorum bu satırları. Çok ağladım duymadılar sonra ağlamakta yetmedi. Kendimi bulmak istedim. Kendini bulan biri olmak istedim. Düştüğünde kalkabilen ve birilerine muhtaç olmadan güçlü kalabilmek istedim. İnsan hayatı beklentilerden ibaretmiş. Sonu güzel bitmesede hikayelerin başına kıymet vermek gerekiyor. Herkes yaptığı yanlışın, hatanın, kötülüklerinin, yalanlarının farkında. Sadece güzel rol oynuyorlar. Gözyaşını akıtmaktan hiç çekinme seni uzaktan anlayan birileri var.

    YanıtlaSil