Gökyüzünün gerçek üstü bir doğası var. Morun en açık tonundan lacivertin en koyusuna olan geçişiyle bir renk kartelasını andırıyor. Yıldızlar beyaz parlak toz parçacıklarına benzeyen görüntüsüyle tepemizde dans ediyor. Hava berrak, sanki görülebiliyor. Uzansam esen rüzgarı yakalayacağım. İnanılmaz bir algı gücü sarmalıyor beni, bizi.
Ayağımın altındaki bu zemin ufukta gökyüzüyle bütünleşiyor.
Yeterince yürürsek göğe katılacağız, yıldız tozuna dönüşeceğiz sanki. Ufuk bir
görünüyor bir yok oluyor, üstümüzdeki o sonsuz kubbeden yansıyan ışık boşlukta
süzülüyormuşuz gibi hissettiriyor.
Rüzgar esiyor, belli belirsiz ve ılık. Çölün kumları hafifçe
havalanıyor, yıldızlara katılıyor. Buluyorlar birbirlerini, eşli bir dans
başlıyor. Rüzgar gelirken limoni ferah bir koku getiriyor. Bu koku bana hiç bulunmadığım
bahçeleri hatırlatıyor. Çölün ortasındayken, zengin bir bahçede hissetmek bir
mucize olmalı diyorum. Bir mucize olmalı.
Kaftanıma da yıldızlar işlenmiş, çölün ortasında beyaz pullu bir balık gibiyim, saçlarımın arasından tüller uzanıyor yere, her adımda parlak kumu süpürüyorum. Çıplak ayaklarım yumuşak zeminle bütünleşiyor, çölün kendisi oluyorum. Çölün kendisi olmak beni bir kez daha büyülüyor. Ben kumum. Gökyüzüyüm, yıldızlarım. Ben kimim? Hipnotize olmuş şekilde yürüyorum, Kefren konuşuyor, çağrısına kulak veriyorum.
Bir adım, sonrasında bir adım daha, daha, daha… Artık
ayaklarımın altında yalnızca boşluk var. Yükseldiğimi hissediyorum, rüzgar daha
serin. Elimi uzatıyorum, pembeleşiyor etrafım. Parmak uçlarımla toz zerrelerine
dokunuyorum. Çıt çıkmıyor etrafta. Kefren gözlerini kırpıyor sadece sonra da
başını öne eğiyor sakince.
İçimde bir heyecan yok. Uçan insan heyecanlanmaz mı? Hayrete
düşmemiş olmamın paniği bile uğramıyor yakınıma, dingin rüya beni iyice içine
alıyor.
Hala yükseklerde değilim. Tepeye ulaşamayacağımı biliyorum.
Pullarım dökülüyor geçtiğim yerlere, gül yapraklarına dönüşüyor izlerim.
Başımdaki tül ben süzüldükçe dalgalanıyor usulca. Omzumun üzerinden ardıma
bakıyorum, gökyüzü silmiş geçmişi. Boşlukta uçan beyaz güvercinleri görüyorum
orada. Kanatlarından kopan tüyler gül yapraklarına karışıyor, ters tarafa doğru
yol alıp ufukta bir bir kayboluyorlar.
Kefren’in omzundayım şimdi. Sol ayağım yavaşça değiyor, ben
ilerlemeye devam ediyorum. Beyaz tül, saçlarımdan kayıyor, rüzgarda savrularak
hatıramı bırakıyor krala. Devasa, genç kral bir çöl rüyasına dönüşüyor yeniden
haşmetiyle. Tek söz etmeden veda ediyoruz birbirimize.
Boşlukta avcuma kar gibi yağıyor yıldızlar. Hepsini
yakalamaya çalışıyorum iki elimle. Biri geliyor sağ elime konuyor. Sonra
gökyüzü beyaza dönüveriyor sanki. Mor-pembe renk lacivertten açık maviye
çalacak gibi. O an ilerde üçgen bir silüet çarpıyor gözlerime. Sağ kenarından,
sol kenarına yarım bir daire duruyor arkasında. Sarı-beyaz ışık, gölgede
bırakıyor benim yıldızlarımı. Elimdeki yıldız çöl kumuna dönüşüyor. Kayıyor
gidiyor boşluğa.
Aşağı bakıyorum, zemini görmek imkansız. Yumarı bakıyorum, kubbeyi görmek imkansız. Arkam… sonsuz bir boşluk. Yarım daire gözlerimi alıyor. Kaftanım omuzlarımdan kayıyor. Saçlarım ve ben özgürüz artık. Açtım kollarımı iki yana. Kavuşuyorum işte sana. Sekizinci harika. Tek harika.
Kavuşmak dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder