29 Temmuz 2023 Cumartesi

Kayıp Giden Okuma Alışkanlıkları Üzerine

Elinize bir kitap aldığınızda ne hissediyorsunuz?

Ben genelde, kendi hayatıma es vereceğim için mutlu oluyorum. Dünya üzerine yollanırken hapsedildiğimiz bu kişiden, benden çıkıp başka biri olabilme imkanı veren; başka bir evrene elimden tutup götüren alternatif bir yaşamın içine girmek beni heyecanlandırıyor.

Son zamanlarda bu hissi, insanoğlu olarak kaybettiğimizi düşünüyorum. Sadece roman ya da öykü okumanın verdiği hafifliği değil, okuyarak öğrenme kavramıyla ilişkilendirebileceğimiz “merak, ilgi…” gibi sırf bu eyleme özgü olan duyguları da yitirdik.

Açıp, film-dizi yorumlarını karıştırmak; makale araştırmak; gazeteye göz atmak gibi şeyler tarihe karıştı sanki. Artık insanlar “Youtube” kültürünü benimsemiş hatta sadece bu olsa iyi, 30-40 saniyelik İnstagram “Reels” videoları ile hipnotize olmuş durumda. Her şey çok hızlı olmalı, en kolayı elde etmenin yanı sıra faydalı olmak gibi bir kaygı gütmeyen bilgileri bilinç sepetinde barındırma hastalığı peydah olmuşa benziyor.

Bu kadar sert eleştirmemeli.

Çünkü hepimiz bu durumdan payımızı alıyoruz. Hangimizin sabah sekiz akşam altı çalışıp mücadele ede ede yorgun bir şekilde kendini evine attıktan sonra kafasını boşaltıp eline bir kitap almaya vakti var ki? Olanlar vardır elbet fakat sayısı oldukça azdır.  Hep bu tempoda okuyup, araştırabilen insanlara imrenmişimdir. Ben de kendimce vaktimi iyi değerlendirme çabasına giriyorum fakat yüzde yüz verim almak imkansız. Sonunda her daim elimin altında olan o telefon kendiliğinden açılıyor ve bir anda kendimi sosyal medyada sörf yaparken buluveriyorum.

Yazmayı, üretmeyi seven biri olarak, benim bile sahip olduğum bu kötü alışkanlık, beni edebiyatın geleceği hakkında endişelendiriyor.

Çünkü yazmayı çok seviyorum. Kimse için değil, kendim için yazıyorum. Eskiden yayınlamayacak olsam bile yazardım. Şimdi sadece bloga koyabileceğim konular hakkında yazıyorum. (günlük, o an aklıma gelen bir söz, içinde bulunduğum anı betimleyen küçük satırlara inanın vaktim yok.) Fakat ileride, okunması için yazmayı başarabildiğimde okuyan insan olmaması ihtimali içimi derin bir korkuyla ezip geçiyor.

Öte yandan gerçekten “yazmak” gibi bir değer olarak gördüğüm bu eylemin sığlaşması (genel olarak değil, kendi içimde, benim yazdıklarımla da sığlaşması…) edebiyattan kopan bir toplum olmamızın ayak sesleri gibi…

Ya da çevrem ve yaşam tarzım değiştikçe ben öyle hissediyorum.

Bu blogu lise yıllarımda kurmuştum. Yaklaşık 8-9 sene önce. Hala buradayım. Ama burada olmam dışında her şey değişti. Geliştim belki de… Bunun kararını ancak oralarda, yazdıklarımı 8-9 senedir takip eden biri varsa verebilir. Ben başka biriyim. Bu başka biri, bir mühendis, yakında birinin eşi olacak. Bu birinin sabit bir maaşı, izin günleri, tüm bunlara göre sorumlulukları var… Çevresinde, aşk acısı çeken ya da geleceğiyle ilgili hayal kuran genç insanlar yerine; formaliteden muhabbet ettiği iş arkadaşları var. Formaliteden olmasa da arada muhabbet ettiği arkadaşları ile de konuştuğu konular; herhangi bir yazıya ilham olmaktan çok uzak.

Bilmiyorum zaman ne gösterecek fakat bulunduğum sektörden hevesimi aldığımda tam zamanlı yazarlığa yönelmek gibi bir dürtünün, içimde ilk tohumları ekildi. Bu kez ektiğimi biçmenin ötesinde, yazdıklarımın iyi olmasından ziyade, okuyucu kitlemin İnstagram takipçi sayıma göre şekilleneceğinden çok korkuyorum. Çünkü durum böyle olursa hiçbir şey başaramam. Öyle bir insan değilim. Kısa kısa videolar çekecek, insanlara ilham veren konuşmalar yapabilecek bir karakterim yok.

Bunu arayan okuyucu beni bulamaz zaten. Yazdıklarımın anlaşılmasını, satır aralarına gizlediğim nüansların tartışılmasını isterim ben.

Yazının başında da dediğim gibi ancak okuduğu kitabın içine girebilen insanlar benim kelimelerimden zevk alabilir. Üç kelimelik basit cümlelerin insanı değilim ki ben. Fark edersiniz, çok virgül kullanırım kurduğum her cümlede. Katman katman açıklarım her yazdığımı…

Nasıl olacak bu işler şimdi size soruyorum.

Oğuz Atay günümüz yazarlarından olsaydı bu kadar tutunabilir miydi?

Yorum sizin.

Yazabilmek, hep yazabilmek, yazdıkça yazabilmek ve sonunda da anlaşılabilmek dileğiyle…

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder