27 Haziran 2023 Salı

Barbie ve Oppenheimer Hazırlıkları

Evinde bilgisayarının bir sekmesinden, elindeki cep telefonunda tıkladığı link ile buralara yolu düşmüş
olan her okuyucuma merhaba.
İş-okul-ev üçlüsünün arasından sıyrılarak geldiğim, boş sayfayı yazarak, yeniden doldurabilme fırsatının şerefine bugün sizinle çok sevdiğim iki yönetmenin aynı gün vizyona girecek filmleri hakkında konuşurken; yönetmenlerin diğer filmlerinin izleri takip edeceğiz.

Aylar öncesinden duyrulan "Barbie" ve "Oppenheimer" biz sinema tutkunlarını yüksek düzeyde heyecanlandırdı. Barbie'nin tanıtım turları devam ederken Oppenheimer ile alakalı birçok yorum okuduk. Sinemadan çıkınca fenalaşanlar mı dersiniz, filmden nutku tutulup yürümeyi unutanlar mı? Barbie'nin toz pembe, ışıltılı dünyasından, atom bombalarının havada uçuştuğu kaotik savaş filmine uzanan yolculuğa siz hazır mısınız? 
Christopher Nolan'ın yönetmenliğini yaptığı (benim en sevdiğim yönetmen olur kendisi) Oppenheimer, Cillian Murphy, Robert Downey Jr. ve Florence Pugh gibi büyük çaplı bir oyuncu kadrosunu barındıran, "ilk nükleer bombanın mucidi" Robert Oppenheimer'ı anlatan bir film. Nolan'ın kendine özgü hikaye anlatma yeteneği ve özel efekt kullanmamak adına girdiği çabası ile bu film henüz vizyona girmeden adını başyapıtların arasına yazdırdı bile.
Öte yandan Barbie, yine benim işlerini çok beğendiğim Greta Gerwig imzasını taşıyan bir film. Başrol koltuğu Margot Robbie ve Ryan Gosling'e emanet. Yayınlanan fragmanlardan anlaşıldığı kadarıyla,  insanı çok iyi düşünülmüş detaylarla çevreleyen tatlı bir film izleyeceğiz.
Peki hangisini seçeceğiz? İkisi de aynı gün vizyona giriyor ve tek ortak noktaları da bu. 

Öncelikle sizlere fragmanları izletmeliyim:


Barbie'nin hareketleri, ayağının aynı oyuncak bebeğin fizyolojisine sahip olması, evinin aynı oyuncak barbie evine benzemesi, kıyafetler, kareografiler, film müzikleri.... Bu film bize görsel şölenin yanı sıra, pozitif enerji vaad ediyor, gibi.


Peki ya Oppenheimer... Gerilim ve heyecanın vereceği "hız treni" efektini bir dönem filmi içinde, savaş zamanlarıyla harmanlanmış olarak izlemek bize iyi gelecek mi?

Şahsi fikrimi yazının sonunda beyan edecek olmamla beraber, film analizlerini ancak fragmanların üzerinden yapabileceğimizi belirtmek istiyorum. Bu nedenle şöyle düşündüm:
Bu iki filmin vizyon tarihinden  önce biz Gerwig ve Nolan filmleri maratonu için bir liste çıkaralım. Buna göre bilet gişesinde hangi filme bahis yatıracağımıza karar verelim.

Öncelikle Greta Gerwig'in filmlerine bakalım.

Üç film ile ilgili bilakis konuşmamız gerekiyor. İlki Frances Ha.
Kendini arayan, başarısız bir özel hayat ile kariyerin içinde sürüklenen bir kadın progfili çiziyor Gerwig bu filmde. Siyah beyaz olan bu filmde insanın kendi yaşamından bir parça bulmaması mümkün değil. Empati yaptırıyor, karakterlerle birlikte üzülüp, birlikte seviniyorsunuz.
Bir diğer Gerwig filmi ise "Küçük Kadınlar".
Bu film zaten klasikleşmiş bir kitaptan uyarlama fakat, oyuncu kadrosu ve sahneler öyle güzel kurulmuş ki yönetmenin zekasına hayran kalmamak elde değil.
Ve son olarak: Lady Bird.
Blogta bir yazısı olacak. 2018'de Oscars yazı dizisinin ilk parçası. O zamanki yorumlarımdan küçük bir bölüm alıntı yapıyorum; "Lady Bird aynı hayat gibi bir filmdi. Tam 17-18 yaş filmi olmuş. Aşkı denemeler, bulunduğun yeri terk etme arzusu, bencillik, bazen delicesine mutlu, bazen delicesine öfkeli ya da üzgün olmak, hatalar yapmak... Her detay ince ince işlenmiş. Bu nedenle filmin senaryosunu yazıp aynı zamanda da yönetmenliğini yapan Greta Gewing'i alnından öpmek istedim. Lady Bird ile mükemmel bir karakter yaratmış."

Barbie'yi bu üç filmin karması gibi düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Frenches Ha'nın kendini bulma anafikri, Küçük Kadınlar'daki sinematografik deha ve Lady Bird'in sarkastik dialogları... Demem o ki, bu üç film yönetmenin tarzını bizi açıkça gösterirken Barbie filminin de haritasını ortaya koyuyor.

Nolan filmlerine geçersek...

Nolan'ı anlatmak ne üç film üzerinden yorum yapmakla sınırlı kalır ne de başlarsam bu yazıya sığdırabilirim. Bu yüzden hap gibi bir paragrafta konuyu özetleyeceğim.
Yine üç filmin penceresinden bakacağız. Dunkirk, bir savaş filmi olmanın yanı sıra bize Nolan'ın sahne kurma yeteneği hakkında da bilgi veriyor. (Dunkirk ile ilgili bir yazı da blogta mevcuttur efendim) Nolan'ın "aksiyon" anlayışının içinde, izleyicisini koltuğuna hapseden bir durağanlık söz konusu. Bu durağanlık aynı zamanda izleyiciye küçük detaylara hapsedilmiş ve filmin sonunda parçalar birleştiğinde "e şimdi bu nasıl oldu?" dedirtecek bir kafa karışıklığı da sunmuyor değil. Zaten yönetmenin hayranlarını cezbeden nokta da bu kafa karışlılığının verdiği film izleme tatmini bence.
Belirli bir tarihi olay örgüsü üzerinden gidileceği için, bu denli kafamız karışmayabilir Oppenheimer'ı izlerken. Fakat Prestige filmini izlerken bize hissettirilen iç gıdıklayıcı o gerilim Oppenheimer'da üst düzeye taşınacaktır. Nolan ayrıca, yaptığı ciddi filmlere duygusal bir taban oluşturmayı seviyor. Bu nedenle İnterstellar'dan da bir parça bulacağız gibi.
Yani üç Nolan filmi şunlar: Dunkirk, Prestige, İnterstellar.

 Şimdi, üç artı üç; bu altı filmin sonunda biz büyük bir kararla karşı karşıyayız.

Oppenheimer mı Barbie mi?

Biliyorum, birkaç paragraf önce fikrimi yazının sonunda söyleyeceğimi belirttim fakat vazgeçiyorum. Tarihler vizyon vaktini gösterdiğinde o anki ruh halime göre izleyeceğim filmimi. Neşeli ve kafa dağıtmalık  1 saat 54 dakika için Barbie'yi; ekrana bakarken göz kırpmadan sanatın içine dalmak için 3 saat sürecek olan Oppenheimer'ı seçebilirim.
Kararımı o gün vereceğim.

Peki ya siz?


Her ikilemin bu kadar keyifli olması dileğiyle... (iyi bayramlar.)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder