Her şeyden önce, şöyle bir durum var ki; aynı anda hem üç
bölümün öğrencisi olup hem de staj yaparken, bir de tabii insan dediğiniz
sosyal bir varlık olduğundan özel hayata da zaman ayırmakla mükellef, blog
yazmaya pek vakit ayıramıyorum artık. Sabah koştur koştur ofise yetis, akşam
koştur koştur derse yetis, proje teslimi için ölçü al, çizim yap… benim işim de
iş doğrusu.
Artık yazacak bir şey de bulamıyorum
açıkçası. Bir yazar olarak köreldim mi (asla yazar olma gibi bir iddiam yok,
lafın gelişi) yoksa hayatımda her şeyin tıkırında olması mı beni ilhamsız
bırakıyor, anlaması güç. Tezer Özlü yazının melankoliden doğduğunu söylüyor ya,
ben yazacak bir şeyler bulamamı şuna bağlıyorum: Mutluluk.
Mutluluk çok güzel
şey. “Seninki de laf mı? Tabii güzel şey” diyeceksiniz farkındayım lakin
mutluluğu anlayarak, her dakika bunun bilincinde olarak, sevgi ve hoşgörü ile
hayatı deneyimlemek, salt bir şekilde anlık hazlardan daha büyük bir tecrübe.
Hani diyor ya Orhan Pamuk o çooook
meşhur kitabında "Hayatımın en mutlu ânıymış, bilmiyordum." Kitabın
ilerleyen sayfalarında da şu şekilde açıklıyor durumu, “ Aslında
kimse, onu yaşarken hayatının en mutlu anını yaşadığını bilmez. Bazı insanlar
kimi coşkulu anlarında hayatlarının o altın anını ‘şimdi’ yaşadıklarını
içtenlikle (ve sık sık) düşünebilir ya da söyleyebilirler belki, ama gene de
ruhlarının bir yanıyla bu andan da güzelini, daha da mutlu olanını ileride
yaşayacaklarına inanırlar. Çünkü özellikle gençliğinde hiç kimse bundan daha
kötü olacağını düşünerek hayatını sürdüremeyeceği gibi, insan eğer hayatının en
mutlu anını yaşadığını hayal edebilecek kadar mutluysa, geleceğin de güzel
olacağını düşünecek kadar iyimser olur.”
Kitabı okuduğum vakitlerde, bu
satırlara körü körüne hak verirdim.
Tahmin edersiniz ki artık pek öyle düşündüğüm söylenemez.
Bunun nedeni de,
mutluluğun anlara sığamayacak kadar özel bir duygu olduğu kanaatine varmış
olmam. Elbette, iyi hissetmemizi tetikleyen küçük jestler vardır. Sevgilinizin
elini tutmak, bir çocuğa gülümsemek, güzel bir kahve içmek, kuş cıvıltıları,
rengarenk çiçekler, usul usul yağan kar, mis kokulu tütsüler, keyif için
yapılan cilt bakımları, okunan güzel satırlar… liste uzar da gider. Bu küçük
şeylerden zevk almak apayrı bir meseledir de mutlu olmak daha başkadır.
Mutlu olmak, “Başıma şu kötü olay da
geldi fakat ben hayatımda olan şu şu şu etkenlerden dolayı mutluyum, bunu da
hallederim.” derken iyi enerjiyi yaşam stili haline getirebilmektir. Buna belki
“tutunacak dalı olmak” diyebilirsiniz. Sevdiğin insanla, sevildiğin ortamda
yaşarken sevdiğin işi yapmak, sevgi sevgi sevgi bolca sevgi ile hayatı
başarabilmiş olmak…. Başaramadığın noktada umutla başarmayı denemek… Bu çabayı,
küçük şeylerle, yukarıda bahsettiğim küçük şeylerle, harmanlayarak günler,
aylar yıllar geçirmek… Tek ana sığdırmaya çalışmadan büyük resimle mutlu olmak,
demek istediğim bu işte!
Böylelikle “hayatın en
mutlu anı” denilen şeyi aramaktan da caymış olur insan en nihayetinde. Mutluluk
bir an değil, anların bütünü olduğu için.
Bu konuyu benim
açımdan düşünen kaç insan vardır bilemesem de düşünce yapınızı bu şekilde
değiştirdiğinizde her şey pek bir zevkli olmaya başlıyor. Bence daha sağlıklı
bir mental durum ile anlardan zevk almayı bırakıp büyük penceredeki aksiliklere
odaklanmak arasındaki ince çizgiyi, bu yazıda anlatmaya çalıştığım konu
oluşturuyor.
Son olarak, sanırım
ben korktuğum kadar körelmemişim yazmak konusunda, ne dersiniz?
İyiliklerin siz okuyucularımı tez vakit bulması dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder