
Lisede dünya üzerindeki tüm güzelliklerin olabilitesine inanırken bile her daim kendi kendimi bileklerinden tutup geriye çeken bir kötü yönüm vardı. O zamanlar, bir nebze somutlaştırmamız gerekirse ying-yang'e benzetebileceğimiz tutumumu bu nick ile çok iyi tasvir ettiğimi düşünürdüm. (Bu arada Pollyanna iki "n" ile yazılır, ben biraz daha farklı olmak istediğimden tek "n"yi silmiştim waooow kuul görl)
Şimdi artık nick kullanmak çok saçma gelse de (aslında buraya yazarken kendi ismim dahil kimsenin ismini yazmıyorum farkına vardıysanız...) o karamsarpollyana yanım her zaman beni oluşturan en büyük özelliğim oldu, olmaya da devam edecek.
Eğer geçmişi birazcık geriye atarsak, şimdiki zaman çekim ekiyle oluşturduğum eylemlerimde yine bardağın boş tarafına odaklanan neşeli biriyim. Zıplaya hoplaya, hiç gitmek istemediğim yerlere gidip; ağlayarak eğlendiklerim olur.
Siz okuyanlar, beni ruh hastası deli manyak biri sanacaksınız. Elbette bunu yapmanız da normal. Lakin olayın içindeyken her şey o kadar sıradan ki... Size anlatamam.
Peki ya bugün ben bunları niçin yazıyorum? Bu yazar, bu konuyu nereye bağlayacak? Merakınız bu yöndeyse, inanın ben de bilmiyorum. Yalnızca koca bir temmuz ayı bitti ve ben iki satır bloga güncel haber taşıyamadım.
Neyden bahsedeceğim ki? Bazen kendimi anlatırken, yine kendi kendime "Sen kimsin ki, insanlar seni merak etsin?" diyorum. Gündem hakkında yazayım diyorum, biraz marjinal düşüncelerim olduğu için susuyorum. Zaten siz de biliyorsunuz ki, anahaber bültenlerinde her şey öylesine iğrenç ki, insanın şu güneşli günlerde dahi gülümseyesi gelmiyor.
Bir de nazara inanıyorum. Eğer kendi yaşantıma geri dönersek.. Ne zaman başıma gelen hoş bir şeyin haberini versem ortalık kan gölüne dönüyor; o güzel şeyler soluyor. E başıma gelen kötü şeyleri de yazsam mesela, düşman sevindirmez miyim? Sevindiririm. Yazmıyorum.
E bu kız ne yazsın? En iyisi paragraflar dolusu koca bir hiçi haykırsın.
Daldan dala konulara atlarken, hazır da başlık biraz karamsar, biraz değilken, güneş daha yeni batmışken, evde kimse yokken, etrafta ses çıkmazken, karamsarlığın derinliklerine inelim mi?
Her şeyden öte, bana karamsarlığı soracak olursanız size onun bir tür "ön yargı" olduğunu söylerim. Ön yargı ve korkma hissi harmanlanmış, kalbinizin tam ortasına ökkküz gibi oturmuş. İşte karamsarlık tam da bu.
Bazısı için belki de savunma mekanizması diyebiliriz. Umut denen şey, insanı ayakta tutabileceği gibi hayatını sonlandırmaya dek giden bir yolda yürütebilirken; karamsarlık da kelime anlamı olarak taban tabana umut ile zıt olmasına rağmen size aynı şekillerde etki eder.
Böyle bir kanı varken, karamsarlığa tam anlamıyla kötü demek de gelmiyor içimden açıkçası.
Lakin genelde insanı içten içe kemiren bir şey olduğunu söyleyebilirim.
Bazen, "İleride üzüleceğime, şimdiden üzüleyim peşin peşin." demektir karamsarlık. Benim için en başlarda öyleydi yani. O kadar kendi ayaklarının üstünde, kendi kararlarıyla yaşamaya odaklanmış biriyim ki "Ulan beni hiçbir şey üzemez, hayır sen üzmeden ben üzüyorum kendimi önden." mantığıyla aslına bakarsanız kendimi bir nebze şartlandırmışım.
Şu karantina günlerinde de evrene enerji yay, mesaj yolla zırvalarına takık bir üç ay geçirdiğimden anladım ki, aslında bu huyum çoğu şeyin olma olasılığını biraz önüne geçmiş. Enerjisel boyutu geç,"Yia nasıl olsa olmaz, en iyisi hiç kendimi yormayayım, ağlayarak günlüğüme yazarım." gibi bir mesajla bilinç altımda yer ettiğinden benim ayaklarıma dolanmış.
En kötüsü de beni yormuş. Gerçekten yorulmuşum ama öyle böyle değil. Olasılıklar zaten başlı başına insanın konfor alanını bozarken, bir de her şeyin olmama olasılığına odaklanmak birazcık her saniye diken üstünde durmakla eş değer.
Şimdilerde de zararın neresinden dönsek kardır, diye düşünüüyorum. Karamsarlığı hayatımdan silme kararı aldım. Hep pozitif, hep pozitif. Tabii yine büyük paradoks: "Ya hiç karamsar olmazsam da kesssssin bu olay yüzümde patlar, bir iki iyi gider,finalde yine en iyimser olduğum yerden vurulurum" diye bir paranoya baş göstermeye başladı fakat çözeceğim.
Ne aşk, ne para, ne de başarı aslında istediğim. İstediğim şöyle ellerimi iki yana açarak kendimi bırakmak. Çiçek kokan bir yerde gözlerimi güzel bir tebessüm eşliğinde yumup huzura kavuşmak. Hür bir şekilde. Hür olmakla birlikte birilerine güven duymanın verdiği o huzur ile rahatça nefes alabilmek. "Sen bunları düşünme, hesabını yapma." diyen birileri çıkmaz elbette, hiç çıkmadı fakat artık benim bu karamsar olma yükümü hafifletecek dostlar falan filan bulmam gerekiyor.
Ya kimse de karşılıksız bir halt yapmaz bu dünyada. Karşılıksız gibi görünüp karşılık beklerler içten içe.
Arkadaşlar ben biraz paranoyak ve iç ışığı ölmüş fakat hala çalışan bir varlık olabilir miyim?
Bugünlük yazıyı burada kapatıyorum efendim.
İyimser günlere ulaşabilmek dileğiyle.
Senden kıymetli değil biliyor musun ? Hiç takma kafana...
YanıtlaSil