28 Ocak 2020 Salı

Şişmiş Bir Çift Göz

  Yalnız başıma, önümde yarısı yenmiş, yenmemiş de adeta kemirilmiş, bir yemeğin artıkları; deniz gören bir alışveriş merkezi terasında oturuyorum. Biraz önce, yemeğin siparişini verdiğim çalışan kıza garip bir soru yöneltmişim. Soru öylece, düşünmeden, direkt ağzımdan çıkmış: "Gözlerim şişmiş mi?" Kız da hiç yadırgamamış beni. Sanki görüntüm umrumdaymış veya gözlerimin şişmiş olması beni daha da çok üzecekmiş gibi "Hayır ama iyi misiniz?" demiş. Tabii ben o an gözlerimin şiş olduğunu biliyordum. Göz kapaklarım alt kirpiklerimle buluştuğu an, sanki tuzlu bir suda gözlerimi açmışım da kapatmak bilmemişim gibi acıtan o batma hissi sağ olsun, her şeyin farkındaydım.
  Ayrıca birkaç hafta sonra, ben bu yazıyı yazarken artık bana o kadar da samimi gelmeyen, geveze bir arkadaşım, o gün çekilmiş bir fotoğrafımı görecek ve şu cümleyi kuracak: "Şu haline bak, yazık ediyorsun kendine. Sana diyecek söz bulamıyorum." Oysaki onun hep diyecek, saatlerce kafa şişerecek ve sen bir şey söylediğinde seni geçiştirecek bir sözü vardır. Hayret doğrusu.

27 Ocak 2020 Pazartesi

Oscars 2020 #2: The Irishman

Vallahi o kadar çok yazı yazmaya üşeniyorum ki şu sıralar... Daha doğrusu yaşadığımı belli edecek bir eylemde bulunmaya üşeniyorum. Yorganın altına girip sonsuza kadar dizi-film izleyesim var. (Bu sıralar çılgınlar gibi New Girl izliyorum, hak ettiği değeri görmeyen aşırı komik bir dizi, önerilir.) Yine de, başladığım bir işi yarım bırakmaktan asla hoşlanmadığım için 5 yazılık Oscars dizisinin 2. bölümüyle karşınızdayım, arkadaşlar. Irishman efsanelerin toplandığı üç buçuk saatlik bir yapım. Fakat korkmayın, bu yazı o kadar da uzun olmayacak.


 Efsanelerin toplandığı, dedim; çünkü cidden sinema tarihinin en usta iki oyuncusunu, belki de son defa birlikte izleme şansı buluyoruz. (Şahsen efsaneler arasına Joe Pesci'yi katasım gelmedi.) De Niro ve Pacino. Favorim Al Pacino... Adamın ses tonunu duyunca bile keyifleniyorum, ayrıca duygulanıyorum da... Aklıma Michael Corleone geliyor. Sonra tüm Godfather serisi gözümün önünden geçiyor. Arkadan o eşsiz soundtrack çalmaya başlıyor. Gereksiz bir yükseliyorum, "Keşke mafyaya gelin gitsem." diye iç geçiriyorum...
   Tabii hemen bu düşünceleri dağıtıyoruz arkadaşlar. Bireysel silahlanmaya hayır.

18 Ocak 2020 Cumartesi

Oscars 2020 #1: Marriage Story


 Canlarımmmm, işte ennnn sevdiğim yazı dizisini yazma zamanı yine geldi çattı. "Oscars". Bu sene, adaylığı olan
beş film seçip, naçizane yorumlarımı sunduğum üçüncü sene.Sanıyorum adayların arasından film seçmekte en çok zorlandığım sene de bu sene.
  O kadar kaliteli yapımlar görmüşüz ve ben de aç köpek gibi çoğunu izlemişim adaylık alan filmlerin. Şimdi de tatlı canım hepsini yazmak istiyor. Fakat geleneğimiz bozulmasın diye yalnızca 5 film yorumlamakta kararlıyım. Belki hızımı alamazsam törenden sonra bir de "Oscars 2020 #Bonus" yazısı yazarım. Belki ama.
  Aman ben ne açıklıyorum acaba ya... Takıldığım şeye bak. Film seçememişim, bilmem ne! En büyük derdim bu olsun! Amin!
  Bu arada, geçen iki senenin yazılarını merak ettiyseniz yukarıda bir çubuk var ya hani, konu başlıkları yazan, he işte orada, "Oscars" yazısının üstüne tıklayabilirsiniz.

  Gelelim bu sene, şanlı blogumda yorumlanmaya layık olan beş filmimize. İlki, zaten başlıktan da anlayacağınız üzere Marriage Story. Ona sonra geleceğiz. Şimdi size tam listeyi veriyorum. Belki hepsini önden, pat pat izlemek istersiniz:

7 Ocak 2020 Salı

Tozlarla Kaplı Bir Evren: His Dark Materials

   Bilgisayarları, telefonları veya tabletleri başında bu siteyi ziyaret edip; yazdıklarımı okuyan herkese selam olsun. Size kalitesinin aksine çok az konuşulan, hak ettiği değeri henüz görememiş olan bir dizi önerisi yapmaya geldim. His Dark Materials.
   Konuya balıklama atlamadan önce biraz, şu sıralar sıkıntı etmeye başladığım bir konuyla ilgili, buraya da birkaç kelam yazmak istiyorum. Eğer direkt dizi yorumuna geçmek isteseniz sıradaki birkaç paragrafı okumadan geçmenizi öneririm.

  Okuyucularım, eğer bu sayfada en alta inerseniz, sonrasında da biraz sayfaları ilerletirseniz "Unutsam mı, Unutmasam mı?" başlıklı bir yazıyla karşılaşacaksınız. O, bu blogtaki en eski yazı. 15 Eylül 2015'te yazılmış. Tam oradan okumaya başladığınız taktirde, bu 4 seneden fazla olmuş süre zarfı boyunca, yalnızca yayınladığım 137 yazı olduğunu fark edeceksiniz. Şimdi böyle söyleyince az gibi geldiyse size, gelmesin. Bir yazıyı düşünme, kulağa ve gönle hitap etmesini sağlama, görseller ekleme, tüm bunları yaparken kendi ruhundan bir parça ekleme, hele bir de yaşanmış bir şeyi yazıyorsan kimsenin sınırlarına saygısızlık etmeden bunu yapmaya çalışmak oldukça zor. Yani burada yaptığım hiçbir şey "az" olmadı hiçbir zaman. Ve kimsenin de yazdığıklarımın tek bir kelimesini hor görmesine izin vermem. Blogum benim, ben olabildiğim tek yer.

3 Ocak 2020 Cuma

Misafir


 Yeni yılın, ilk yazısı ne olsun diye düşünüyorum uzun süredir. Boş sayfaları doldurup doldurup silmek beni son birkaç gündür aşırı yoruyor. Ama ne bileyim, burası benim kendime hediye edebildiğim, uğruna çaba gösterebildiğim ve şu an için ”evim” benimsediğim tek yer ya, galiba bundan, çok önemsiyorum. Çok.
    Hazır çok demişken, bu yazı yazıp silmelerimin bir  nedeni de yazacak çok şeyimin olması. Hangisini sizinle paylaşsam, hangisini yorumlasam seçemiyorum. Aklımda da bu denli aşırı yükleme durumu hüküm sürerken, yazdıklarımda hep konudan konuya atlarım, paragrafları çorba ederim. Huyum bu. Zihnim bir türlü susmaz. Bazen kendi alnıma bir şaplak atıyorum, kafama vuruyorum hafifçe,  “sus be!” diye kendime kızıyorum. İnsan iç sesini  kalbiyle duyar, kulaklarıyla değil. Ben kulaklarıma bağıran tiz bir sesi dinlemeye mecburum!
   O sesi kelimelere dökmek bu yüzden zor.

   Yine de bir karar verdim sonunda. Bugünkü dersin sorusu ve pekala konusu şu: “İnsanları Değiştirebilir Miyiz?”