Dördüncü Oscars köşesi konuğumuz Soul ile herkese selamlar. Yolculuğumuzun sondan önceki yazısında, izleyip de storysini atmayanı dövdüklerini düşündüğüm, muhteşem ötesi animasyon Soul'u inceleyeceğim için çok memnunum. Aslında dördüncü yazının sahibi The Trial of the Chicago 7 olacaktı ki son anda fikrimi değiştirdim. Bu fikir değişikliğinin nedeni 1. Soul'u daha çok sevmem 2. Animasyon filmlere hakim olmama rağmen bloga daha önce hiç animasyon yazmamış olmam 3. Soul'u yorumlamanın daha kolay olması.
Kolay çünkü yazı boyunca öveceğim filmi. Öve öve bitiremeyeceğim. En baştan da ekleyeyim. bütün aday filmleri unutun, Soul'u izleyin izlettirin.
Çoğu kişinin de favorisi zaten.
Hayatının dönüm noktası olacak bir yerde ölüm ile yaşam arasında kalan jazz sevdalısı Joe'nun hikayesini izliyoruz. Yalnız filmi tek bu cümle ile özetlemek büyük ayıp olacak. Çünkü Joe geçirdiği kaza sonrası, kendini henüz dünyaya gelmemiş "ruh" parçacıklarının bulunduğu evrende dünya hayatına gitmek istemeyen 22'yle bulacak, yaşama olgusunun tüm zorluklara rağmen güzel olduğunu 22 ile keşfedecektir.