30 Mart 2018 Cuma

Niye?


  Kalabalık olmayan, sessiz ve huzurlu bir şehirde, tepeden tırnağa simsiyah giyinen iki hanımefendi bir kafenin cam kenarı masasında oturuyorlar. Hava, içinde bulundukları günün aksine pek güzel. Güneş en tepede, ışıl ışıl.
  Arkadaşlardan birinin ince ama uzun bir paltosu var. Omuzlarına değen kestane rengi saçları, ince kırmızı dudakları, uzun kirpikleri, beyaz bir cildi, kemerli burnu ve burnunun üzerinde de belli-belirsiz çiller var.
 Öteki ise baskısız bir tişört giymiş, tişörtünün önüne az önce yeşil gözlerini gizleyen güneş gözlüğünü iliştirmiş. Buğday tenli, yanakları tombik tombik, üst dudağı ince, alt dudağı kalın, biraz da kepçe kulaklı biri.

  Garson ikisine de ince belli bardakta çay getiriyor. İkisi de içmek istemiyor, belli. Paltolu olan biraz kambur oturmuş ama öteki dimdik. Sessizce ağzına kadar dolu olan çay bardaklarına bakıyorlar. Lakin bu sessizlik büyüyor ve büyüdükçe rahatsızlık vermeye başlıyor. Tam o anda tişörtlü olan konuşuyor.
  “Niye?” Kendine soruyor bu soruyu aslında. O sıralarda hayatında olan birçok şeyin nedenini öğrenmek istiyor. Kötü şeylerin de, iyi şeylerin de. Neyse ki, kendine bu sorusunun cevabını en acı şekilde veremeden önce karşısında duran genç kadın imdadına yetişip konuşuyor. “O…” diyor. Yutkunuyor. Bir üçüncü kişiden, özellikle “ondan” bahsetmek ne kadar da zor. “O’nun yaptığı şeyin niyesini mi soruyorsun?” deyiveriyor en sonunda. Sıkıntılı bir surat ifadesi takınıyor. Böyle tam da kalbinin olduğu yerde ağırlık oluşuyor. Güzel şeyleri düşünmesini engelleyen, nefes almasına izin vermeyen bir ağırlık.

23 Mart 2018 Cuma

Aşkın En Güzel Hali


  Kanadalı bir sosyolog 70’li yıllarda aşkın halleri ile ilgili bir araştırma yapmış ve 6 adet hali olduğunu bulmuş. Bu gereksiz bilgiyi nereden biliyorsun diye soracak olursanız, biliyorum işte. Geçen gün de bu bilgi aniden aklıma geldi. Malumunuz günümün neredeyse dörtte biri yollarda yapayalnız geçiyor. Hal böyle olunca da insan çok düşünüyor. Çok düşündükçe de geçmişte bildiğim gereksiz şeyleri aklının ücra köşelerinden çıkarıp çıkarıp ısıtıyor. Isıttıkça da yemek istiyor. Yedikçe de doymuyor. (Acıktım mı ben ya?)
  Neyse işte. Ben de bu altı durumu biraz araştırayım, dedim. Akşam gazetesinde küçük bir haber buldum. Kaynak belirttiğime göre hemen kopyala yapıştır yapayım:

1 - Eros hem fiziksel hem duygusal aşktır. Aşkın bu türü tutkuyla doludur.
2 - Ludus bir oyun gibi oynanan aşktır. Aşkın bu türünün en önemli parçası eğlencedir. Çiftler, bir araya gelmekten, karşısındakini etkileyip cezp etmekten hoşlanır. Uzun süreli bağlılık sözü yoktur.
3 - Storge ise arkadaşlıktan doğan ve desteğe dayanan aşktır. Güven dolu ve bağlılık gerektiren bir aşktır.
4 - Mania saplantılı aşktır. Duygusal iniş çıkışlar, kıskançlıklar hâkimdir.
5 - Pragma, kalbin değil, aklın kontrol ettiği aşktır. Çiftler seveceği kişiyi mantığıyla seçer, kendisiyle benzer ilgi alanları, ortak değerleri olan birini arar.
6 – Agapi, sonuncusu ve en yücesidir aşkın; özverili, fedakâr, koşulsuz, bencil olmayan aşktır. Kişi kendini sevdiğine adar, karşılığında hiçbir şey beklemeden verir. Onu ‘o’ olduğu için sever.  

Bu engin araştırmanın sonucunda bir şey keşfettim. Bu sosyolog bozuntusu, aşkın en güzel ve en masum halini belirtmeyi unutmuş! Çok ayıp gerçekten. Öğretmenine aşık liseliler, Yalçın Abi’nin programında “Ne olur geri dön Tülaaaay!” diye ağlayan amca, Leon’a karşı mide ağrısı büyüten Mathilda ve daha nicesinin içindeki duygunun şu yukarıdaki maddeler arasında nasıl yeri olmaz??? 
  Gerçi son maddenin içindeki “koşulsuz” ve “karşılığında hiçbir şey beklemeden” sözcükleri birazcık bu aşk türünü tanımlar nitelikte ama olsun efendim! Bence bahsettiğim aşkın en en en güzel hali, agapiden de güzel, ve kendine uygun bir başlığı hak ediyor!

7 Mart 2018 Çarşamba

Ne Düşündüğünü Biliyorum!


  Sağına ve soluna ağaçlar dikilmiş uzunca bir yolun kenarına iliştirilmiş bankta oturuyorum. Üzerimde krem rengi kalın hırkam, ayağımda en sevdiğim botlarım. Her canım sıkıldığında yaptığım gibi toplamışım saçlarımı. Bu yüzden yaprakları buradan oraya savuran rüzgar saçlarıma dokunamıyor. Ben de sükunet içinde etrafın durgunluğuna kapılmış, kendi kalabalığımı düşünüyorum. Yıldız filan kaydığı yok, hatta hava aydınlık. Fakat dilek tutuyorum içimden. Kimselere açıklayamadığım masumca bir dilek bu. Birilerini kurtarmak, birilerinin de beni kurtarmasını diliyorum. Olmayacağını da biliyorum da, naparsın? İnsan istiyor ve isteklerini dizginleyemiyor işte.
  Tam da o saniye sanki bir mucize oluyor, önümden geçen yaprak yığınının arasında mavi mürekkepli bir sayfa görüyorum. Ağır çekimde uzaklaşıyor benden sanki. İç sesim kalkıp o sayfanın peşinden gitmemi emrediyor. Kalkıp peşinden gidiyorum. İki tane büyük adım atıp öne doğru atıyorum kendimi. Tam narin parmaklarımın arasından kayıp gidecekken ani bir hareketle yere kapaklanıyorum ve kağıt benim altımda kalıyor. Değdi mi şimdi buna? Yine yerlerdeyim yerlerde!
  Topuzumdan kurtulan birkaç tel, kıvrılmış, turuncu saçım gözümün önüne düşüyor. Sinirlenip kulağımın arkasına atıyorum. Bu sırada da yavaşça doğrulup kağıdı elime alıyorum. İlk düşüncem: “Yazıyı kim yazmışsa yazısı çok güzelmiş.” İkincisi ise: “Acaba ne yazmış?”
   Civarda kimseler olmadığından kendi başıma kalkıyorum düştüğüm yerden, hep yaptığım gibi. Ayaklarım beni az önce oturduğum banka geri götürüyor, oturuyorum. Rüzgar biraz da dindi sanki. Alınıyorum ona. Az önce bıraksaydı ya esmeyi! Belki de hiç çaba harcamadan uzanıp alırdım elimdekini. Sonra “Aptal!” diye söyleniyorum. Yine nankörlük yaptım işte. Bu kağıdı ayağımın ucuna kadar getiren rüzgara, nankörlük yaptım…
  Etraf o kadar sessiz ki, eğer bu kağıt bir dilekçe ise bile okurken sıkılmam. Çünkü sessizlik benim en büyük eğlencem. Yemyeşil gözlerimi, lacivert olan yazıya dikiyorum. 
Okumaya başlıyorum:

3 Mart 2018 Cumartesi

Oscars 2018 #5: Three Billboards Outside Ebbing, Missouri

Hayatımda gördüğüm en klas protesto hareketini konu alan, 2017 yılında izlediğim en iyi filmi yazıyorum bugün. Nasıl mutluyum anlatamam. Kadro mükemmel, konu harika, mekan seçimleri harkulade! En büyük temennim ise aday olduğu 7 daldaki Oscar’ı da alması. Ay hadi inşallah.

Aslında yukarıda yazdığım tek paragraf bile filmi anlatmaya yetiyor lakin ben yine de konuyu anlatayım. Kızı tecavüz edildikten sonra yakılarak öldürülen Mildred Hayes, kızının katilinin bulunmasında polislerin gerekli özeni göstermemesinden dolayı üç adet bilboard kiralayıp bu durumu eleştiriyor. Bilboardlarda şunlar yazıyor: ”Raped while dying.” , “And Still No Arrests?” , “How Come Chief Willoughby?”
  Sorun şu ki; bilboardlarda bu katili bulmaya önem vermeme durumunun faturası kanser hastası olan şerife kesilince, yaşadıkları kasabada herkes ikiye ayrılıyor. Bir kısım o bilboardların kaldırılmasını isterken, geri kalanlar da Mildred’e destek çıkıyorlar.