Kalabalık olmayan,
sessiz ve huzurlu bir şehirde, tepeden tırnağa simsiyah giyinen iki hanımefendi bir
kafenin cam kenarı masasında oturuyorlar. Hava, içinde bulundukları günün
aksine pek güzel. Güneş en tepede, ışıl ışıl.
Arkadaşlardan birinin ince ama uzun bir paltosu var. Omuzlarına değen kestane rengi saçları, ince kırmızı dudakları, uzun kirpikleri, beyaz bir cildi, kemerli burnu ve burnunun üzerinde de belli-belirsiz çiller var.
Öteki ise baskısız bir tişört giymiş, tişörtünün önüne az önce yeşil gözlerini gizleyen güneş gözlüğünü iliştirmiş. Buğday tenli, yanakları tombik tombik, üst dudağı ince, alt dudağı kalın, biraz da kepçe kulaklı biri.
Garson ikisine de ince belli bardakta çay getiriyor. İkisi de içmek istemiyor, belli. Paltolu olan biraz kambur oturmuş ama öteki dimdik. Sessizce ağzına kadar dolu olan çay bardaklarına bakıyorlar. Lakin bu sessizlik büyüyor ve büyüdükçe rahatsızlık vermeye başlıyor. Tam o anda tişörtlü olan konuşuyor.
Arkadaşlardan birinin ince ama uzun bir paltosu var. Omuzlarına değen kestane rengi saçları, ince kırmızı dudakları, uzun kirpikleri, beyaz bir cildi, kemerli burnu ve burnunun üzerinde de belli-belirsiz çiller var.
Öteki ise baskısız bir tişört giymiş, tişörtünün önüne az önce yeşil gözlerini gizleyen güneş gözlüğünü iliştirmiş. Buğday tenli, yanakları tombik tombik, üst dudağı ince, alt dudağı kalın, biraz da kepçe kulaklı biri.
Garson ikisine de ince belli bardakta çay getiriyor. İkisi de içmek istemiyor, belli. Paltolu olan biraz kambur oturmuş ama öteki dimdik. Sessizce ağzına kadar dolu olan çay bardaklarına bakıyorlar. Lakin bu sessizlik büyüyor ve büyüdükçe rahatsızlık vermeye başlıyor. Tam o anda tişörtlü olan konuşuyor.
“Niye?” Kendine soruyor bu soruyu aslında. O sıralarda
hayatında olan birçok şeyin nedenini öğrenmek istiyor. Kötü şeylerin de, iyi
şeylerin de. Neyse ki, kendine bu sorusunun cevabını en acı şekilde veremeden
önce karşısında duran genç kadın imdadına yetişip konuşuyor. “O…” diyor.
Yutkunuyor. Bir üçüncü kişiden, özellikle “ondan” bahsetmek ne kadar da zor. “O’nun
yaptığı şeyin niyesini mi soruyorsun?” deyiveriyor en sonunda. Sıkıntılı bir
surat ifadesi takınıyor. Böyle tam da kalbinin olduğu yerde ağırlık oluşuyor.
Güzel şeyleri düşünmesini engelleyen, nefes almasına izin vermeyen bir ağırlık.