varılan yerin güzelliği mi?
Ya da gerçekten bu iki etmenden ikisi de aynı anda önemli olamaz mı? Size en güzel bahçeleri, en güzel gökyüzünü, yıldızları, geniş salonları, ferah balkonları, hoş sohbetleri, en güzel yemekleri, pırıl pırıl parlayan denizi... her şeyin en iyisini vaat etseler de, çıplak ayakla çivilerin üzerinden o yolda yürür müydünüz? Peki ya başka bir senaryo uyduralım: Yol muhteşem, inanılmaz bir seyir keyfi var; fakat varacağınız yer ızdırap dolu, evinizden çıkar mıydınız?
Daha yuvarlak bir soru sorayım öyleyse, her şeyi kapsayan: Konfor alanınızı terk eder miydiniz?
Peki ya nedir bu tedirginlik? İlla birinden biri kötü olmak zorunda mıdır? Yol da güzel, durak da. Hayatın bir sınav kaynaklı olduğuna inandığımız için çoğumuz, kapılıyor gidiyoruz içimizdeki karamsarlığın tohumuna. Suluyoruz, suluyoruz büyütüyoruz onu. Oysa inanırsak, inanırsak her şeyi kendi ellerimizle güzelleştireceğiz belki.
Kendi elimizle güzelleştirdiğimiz şey de, yolun zorluklarını temsil etmez mi öyleyse? Ben onun güzel olması için canımı dişime takıyorsam eğer, çırpınıyorsam sürekli gerçekten de o yol, durak, adına her ne derseniz deyin; güzel midir?
Kendi elimizle güzelleştirdiğimiz şey de, yolun zorluklarını temsil etmez mi öyleyse? Ben onun güzel olması için canımı dişime takıyorsam eğer, çırpınıyorsam sürekli gerçekten de o yol, durak, adına her ne derseniz deyin; güzel midir?
Ah, bakın yine tuttu karamsarlığım. Karanlık düşünceler üşüşüyor zihnime. Bembeyaz bir sayfada mürekkep lekesi gibi... Anlamsız fakat bir kere o sayfayı kirletmiş ya, insan yazacağı şeyi yazarken gözünü o lekelerden alamıyor.