12 Haziran 2018 Salı

Öylesime


Başlıkta yazım hatası yapmadım. “Öylesine” yazacakken parmağım n yerine m’ye dokundu, evet. Sonra değiştirmedim. Kalsın istedim kusurlu haliyle. Çünkü bazen, bazı şeyleri çok ama çok özel kılan kusurları oluyor.
 Ne güzel tesadüf etti ama başlığı en başta yanlış yazmam. Tam da bu konu hakkında “öylesine” paragraflar dolusu yazmak istiyordum. “Manyak mıyım ben acaba?” diye sizi darlayasım vardı. Geçti. Çünkü ufaktan manyak olduğum kanısına vardım.

  
Allah’ım hem mükemmel bir hayat istiyorum. Uzun, güzel bir yaşam. Hem de sıkılma duygusunu içimden atmak… Bu ne biçim tezat yarabbim! Mükemmel bir şeyin sıkıcı olmaması imkansız. Düşünsenize hayatınızda her şey, zamansız olarak çok güzel ilerliyor.

 
Ya da şöyle anlatayım hemen:

Bir film izliyorsunuz. Filmin konusu da bir çiftin hayatı olsun hadi. Kadın; sarışın, mavi gözlü, uzun boylu, güzel vücut hatlarına sahip ve çekici biri. Adam; kapı gibi, kumral, sakallı, kaslı, güzel yeşil gözleri olan bir yakışıklı. İkisi de çok iyi insanlar. Birbirlerini hiç kıskanmıyorlar, kısıtlamalar yok, sürekli birlikteler, kavga etmiyorlar, her şeye gülüyorlar, kötü olaylara bile robotik bir tepki olarak olumlu yaklaşıyorlar. Gerçi hayatlarında kötü gitmeyen hiçbir şey yok ki. Hep aynı şeyleri düşündüklerinden hiç tartışmıyorlar. HATTA HİÇ KONUŞMUYORLAR. Sonuçta aynı insanlar.
 Birden film sıkıcılaşmaya başlıyor. İşlerin sarpa sarmadığı, aksiyonsuz bir filmi kim izlemek ister, o filmde kim oynamak ister?

 Geçenlerde, çok önceden yazdığım bir yazıyı okudum. Yaklaşık iki yıl önce yazdığım bir yazıdan bahsediyorum. (Napayım yani, boş zamanlarda kendi yazılarımı okuyup, kendimi sevmek gibi bir huyum var. Ama bu bir sır kimseye söylemeyin,şşşşşş.) Hangi yazı olduğunu söylemeyeceğim. Şöyle yazmışım ama: