30 Eylül 2016 Cuma

Sarı Değil, Beyaz Sayfalar...




Bu da, benim yeni sayfa açtığımda yarım saat boş boş ekrana bakıp, Allah tarafından gönderilecek ilhamı beklediğim; ilham gelmeyince de boş verip aklıma ne geliyorsa yazdığım, düşüncelerimi har vurup harman savurduğum yazım olsun. Öhöm; başlıyorum...

Vallahi son zamanlarda düşünebildiğim yegane şey şu sonbaharımsı yaz havası. Hayır, zaten aşırı dandik bir okul formamız var yani bu havada onu kamufle edebilmek için üzerime  ne geçireceğim hakkında aklıma en ufak bir fikir bile gelmiyor.
Bir de şu havalar gibi değişken insanlara takılıyorum. Dört bir yanım robotlarla, garip insanlarla çevriliymiş de haberim yokmuş. Yeni yeni öğrendim geçmişimde ve bugünümdeki insanların aslında hiiiç birinin adam gibi adam olmadığını.

Ben böyle yeni ortama kafamı sokayım, gidip iki haftada tanıdığım insana sanki kırk yıllık arkadaşım muamelesi yapayım bir insan asla olmadım zaten. En fazla arkadaş edinme olayım yıllar önce gördüğüm insanla kopan bağları onarmaya çalışmak, O tanıştırırsa yeni yüzlere selam vermek oldu. Ama hiçbir şey olmamış.

   İnsanları yemin ederim anlamıyorum ya. Ben mi uzaylıyım acaba diye oturup düşünüyorum yemin ederim. Bazen ileri gidip Kripton gibi bir gezegenden geldiğimi filan da düşünüyorum ama oraya girmeyeceğim, devam ediyorum.
  Yani anladım ki, ne yeni dostluklardan ne de eskilerinden selamı sabahı kesmek lazımmış. Dost denebilecek tek varlık anneymiş. Şahsen ben, baya canım cicim muamelesi gördüğüm insan, başka okula gittim diye telefonuma bakmayınca insanoğlunun topunu böyle çöpe atmak istiyorum. Ya da hadi küs kalmayalım barışalım diye mesaj atan, üstüne iyi ve gayet minnoş cevap alan bir insanın, "Akşam ben yine yazarım." dedikten sonra mesaj atmamasına da anlam veremiyorum. Ben yanlışlıkla whatsapp durumumu "Salağım ben, ağzıma tükürün ben yine de sizi affederim, rahat olun." filan yaptım da haberim mi yok arkadaş? AN LA MI YOR UM.
 Ya ben öyle gururluyum ki gerekirse bomboş sınıfta oturur, kara tahtayı izlerim, yine de gidip istenmediğim masaya oturmam. Yalnızca böyle çetrefilli işlerle, yormayın beni. Diyebilirsiniz direk "Biz seni hiiç sevmedik, git az ötede yaşa." Eğer böyle bir şey varsa deyin yani.
 Of girdiğim her yerde beni zıvanadan çıkarıyorlar yarabbi ağlayacağım.

Öyle yani, ne eskiyi özlüyorum ne de yeni bir şeyler olsun diye kendimi paralıyorum. Ben akıntıya kapılmış bir sandalım, bir sağa bir sola savruluyorum. Ama eminim akıntı duracak. Ben de sahilimi, evimi bulacağım. Ben sarı sayfalara çıkmış bir satılık ilan değilim. Herkes beni görsün, benimle takılsın filan da demiyorum bundan sonra. Karalanmış kalabalık bir yerde olmaktansa bembeyaz sayfanın içindeki tek bir nokta olmayı tercih ederim. Artık hiçbiri umurumda değil.

Bu arada blogtaki saçma sapan yazıları da bir güzel sildim. Oh iyi de ettim, canım kendim. Bundan sonra evden okula, okuldan eve sonra bir de uğrarsam buraya ve Wattpad'e. Gerisi yalan. (Büyük konuşmak gibi olmasın)

Zaten hayatımdaki tek aksiyonda Esra Erol programındaki Bahtiyar ve Esra'nın arasındaki ilişki -fazlası da asla olmaz, hiç hiç hiç hiç sanmıyorum-. Kesin ortada bir senaryo var ona göre oluyor bu olaylar. Ya Bahtiyar Esra'yı aldatıyor ya da Esra gidip başka birine talip oluyor. Aşırı acaipler. Vaktiniz varsa izleyin öneriyorum.
İzlemek demişken, yüzyıllardır yayınlanmasını beklediğim dizi Westworld bu pazar günü Amerika'da yayınlanıyor. Bizim internette bulup izlememiz bir iki günü alır, üçüncü gün buradayım, ilk bölümü değerlendireceğim.

Hatta belki bir Westworld serisi yaparım, her bölüm için ayrı ayrı bir şeyler saçmalarım. İster misiniz?


Bugünlük benden bu kadar. Aslında canım pek bir şey yazmak istemiyordu fakat burayı çok boşladığımı hissettim soldan soldan. Kalbim sızlıyor bir haftadan fazla bir şey yazmayınca, ya da yazdıklarımı canım okuyucularımla paylaşmayınca. Beni sevenlere çok teşekkür ederim. Geçen bir mesaj aldım, dünyalar benim oldu. İlk hayran mesajım değildi ama (övünmek gibi olmasın adhdhdsrt) şu yalnızlığı buram buram hissettiğim zamanlarımda ilaç gibi geldi.

Tamam, şimdi bitiriyorum. Ay ama ne yapayım ya konu konuyu açıyor. Neyse sustum. En büyük sınavların okul sıralarında kalması dileğiyle...






13 Eylül 2016 Salı

Hayır, Ben Daha Güzelim!

  Tatlişko kavurma bayramının ikinci gününden merhabalar efendim. Bendeniz Karamsarpollyana süper bir tatilin ardındaki bayram haftasından size çok ama çoook rahatsız olduğum bir konu üzerinden bildireceğim. Hazır mısınız?

  Az sayıdaki okurlarımın arasında sosyal medya hesabı kullanmayan yoktur diye düşünüyorum. E sosyal medya kullanıcısı olup da bir kere de olsa bu seneki "Dünya Güzeli" yarışmasına ülkemizi temsil etmesi için yolladığımız "dünyalar" güzeli kızımızın fotoğraflarını elbette bir incelemişsinizdir.
İncelemediyseniz de yuh size! Bir zahmet açın Google Bey'den araştırın. Kızın adı Ecem Uzgör.
  Vallahi ben yetenekli, muazzam Türk Mileti kızları arasından neden bu kızı seçtiklerine bir türlü anlam veremedim. Belli ki ülkenin geri kalanı da en az benim kadar şaşkın. Fakat ne yazık ki her daim yaptığımız gibi şaşkınlığımızı olabilecek en sert yolla, hakaretle dile getiriyoruz.

2 Eylül 2016 Cuma

Güzel Film Mi Dediniz?: Tutsak

Evde olduğum için illa buraya bir yazı yazmak istedim ve buradayım. Bendeniz okulun ilk haftası şifayı kapmış biri olarak sizinle, izlediğim ve baya bir etkilendiğim bu filmle ilgili düşüncelerimi  paylaşacağım. Haydi bismillah...

Bu yazın başlarında izleme fırsatı yakaladığım filmin, baş rollerinde Hugh Jackman ve Jake Gyllenhaal oynuyor.
Filmin konusuna gelirsek; Şükran Günü için bir araya gelen iki ailenin kızları aynı gün ortadan kayboluyor. Kızların ağabeyi iki küçük hanfendinin aynı günün başlarında eski püskü bir karavanın arkasında oynadığını söyleyince, karavanın sahibi kelimenin tam anlamıyla gerizekalı olan Alex bir numaralı şüpheli haline geliyor. Ama polis delil yetersizliğinden Alex'i serbest bırakınca, küçük kızlardan  birinin babası olan Keller Dover'ın (Hugh Jackman) merhameti ve kızı arasında verdiği kararsızlık savaşı başlamış oluyor.