27 Nisan 2018 Cuma

Sylvia Plath ve Sırça Fanus

  Merhaba! Bugün size gerçekten çok etkilendiğim bir kadının hayat hikayesini ve  aynı kadının kitabıyla ilgili düşüncelerimi yazacağım. Başlıkta da belirttim zaten. Sylvia Plath'tan bahsediyorum.
  27 Ekim 1932 doğumlu Plath; hayata bakış tarzı, yaşayışı ve ayrıca kendinden sonra gelen, benim ennnnn sevdiğim yazarlardan olan Nilgün Marmara'yı etkileyiş tarzıyla bile uzun zamandır blogumda bulunmasını istediğim yazar. Boston doğumlu Sylvia Plath, burs kazanarak Cambridge'e okumaya gidiyor. Burada tanıştığı kendi gibi yazar-şair olan Ted Hughes ile evleniyor. Ted, Sylvia ile evlenirken onun ne kadar kırılgan bir kişiliğe sahip olduğunun farkında. Babasını sekiz yaşında kaybetmiş, defalarca intihar girişiminde bulunmuş, yalnız biri Sylvia. Fakat bunu bilmesine rağmen, onu komşusuyla aldatıyor. Ayrıca, Sylvia, bu evliliğin kendine iyi gelmediğini düşünüyor. Yazı yazamıyor. Mutlu bir evlilik yaptığını zannederken, bir de bakıyor evinde oturmuş iki çocuğuna bakan bir ev hanımı olmuş. Zaten önce de birkaç kez ayrılıp barışıyorlar, yine bu saydığım sebeplerden dolayı. Fakat sonuncusu Sylvia için bardağı taşıran son damla oluyor. Çünkü maalesef öteki kadının hamile olduğunu öğreniyor. 

15 Nisan 2018 Pazar

Kırmızı Menekşe

“Yemekte bamya mı var yoksa taze fasulye mi?”

  Günlerden çarşamba, mevsimlerden ilkbahar. İstanbul’un ara sokaklarından birinde, ince uzun bir binanın en üst katında, terasından mahalleliyi izleyen yaşlı bir adam. Türk erkeklerinin genelinin sahip olduğu koca göbeğini zar zor örten kısa kollu bir gömlek giymiş, başında da kasketi. Ilık rüzgar yüzüne çarptıkça önemsiz şeyleri düşünmeye devam ediyor. “Bu yaz hava o kadar da sıcak olmayacakmış.” , “Canım da sebze yemeği yemek istemiyor.” ,”Şu adam arabasını neden kaldırıma park etmiş?”
  İskemlesinden kalkıp topallaya topallaya terasın korkuluklarına yürüdü. Arabanın gerçekten kaldırıma mı park ettiğini anlayabilmek adına aşağı sarktı. Düşmekten korkmuyordu, çünkü bir şekilde hayatının son evresinde olduğunu biliyordu. Biraz daha sarktı bu sebepten. Biraz daha… biraz daha.
  Evet, o aşağılık karşı komşusu yine arabasını kaldırıma park etmişti!
Öfkeyle kendini evinden çıkarken buldu. Anahtarını aldı, kapıyı çarptı. Önce şu ahmağın zilini çalıp iki çift söz etmeyi istedi. Vazgeçti. Bunu daha önce de yapmıştı ve işe yaramamıştı. Bu sefer daha etkili bir yöntem deneyecekti.
 Olabildiğince hızlı, ne kadar denerse denesin o merdivenleri yarım saatten önce inemiyordu, apartmandan çıkmalıydı. Bacakları o kadar çok ağrıyordu ki… Doktor ona “Huysuz Bacak Sendromu” diye bir teşhis koymuştu. Saçmalık! Doğru düzgün bir hastalık bulamamış, uydurma bir şeyler gevelemişti ağzında belli ki.  O doktor bozuntusu diplomasını yakmalıydı.
 

4 Nisan 2018 Çarşamba

Çıksa da İzlesek Dedirten 5 Film

Merhaba!Onedio içerikleri gibi bir başlık olduğunun farkındayım. Boş işler uzmanı olarak uzun zamandır böyle, beklediğim filmlerle ilgili, bir yazı yazmak istiyordum. Bu güne nasipmiş. Zaten biliyorsunuz ki hayatımın uzun bir kısmı güzel filmleri beklemekle geçiyor. İnternete düşsün, vizyona girsin, korsancıya gelsin falan filan. Ay keşke önden bir, filmlerin senaryosunu okusam da çekilmesini bile beklemek zorunda kalmasam! Öyle bir sabırsızlık bendeki de.
Neyse beklemek zorundayız. Ama hangilerini? Listem baya bir uzun aslında. Lakin ne hepsini yazarak kendi vaktimi, ne de okurken sizin vaktinizi harcamak istemediğimden listeyi yalnızca beş filmcikle sınırlandırıyorum.Ve inanın ki, yaşıtlarım park bahçe dolaşıp, sosyalleşirken ben neden böyle işlerle uğraşıyorum, bilmiyorum.

 Haydi bakalım.