Merhabalar, merhabalar.
Bu güzel nisan gününde odama kapandım yine size sesleniyorum. Yoğun bir hafta geçiriyorum. Umarım sizin haftanız benimkinden bin kat daha güzel geçiyordur. Umarım.
Kötü günler geçirirken her zaman iyi günlerimi ve beni bekleyen güzellikleri düşünür kendimi avuturum. Sonuçta her sağanağın sonunda güneş doğuyor, hatta bazen gök kuşağı bile çıkabiliyor, değil mi?

Ama iyi şeylerin nasıl olsa olacağını düşünerek geleceğe bel bağlamak da biraz yanlış. Biraz akışına bırakırken biraz da akıntının yönünü değiştirecek hamleler yapmak lazım.
Hatırlarsınız ki; her şeyin düşünmekle ilgili olduğunu yazmıştım daha önce. Başarıyı düşünerek kendimizi motive etmenin bize iyi geleceğinden bahsetmiştim.(Eğer bu yazıyı hatırlamıyorsanız sayfada aşağı inerek ne yazdığımı gözden geçirebilirsiniz, yazının başlığı "Hayalet"...) İşte bu düşüncemden yola çıkarak siz umut sahibi insanlara özel, biraz devam niteliğinde ikinci bir yazı yazıyorum şu an:
Çaput Bağlama Yazısı
Ben çok çabuk heyecanlanan ve stres yapan biriyim. Bu huyum şu kısacık ömrüm boyunca hep sorun olarak kaldı bir köşede. Belki de başarısızlıklarımın büyük çoğunluğu bir türlü kurtulamadığım bu 'hayaletlerim' yüzünden.

Benim bu huyumdan haberdar olan bir öğretmenim bana güzel bir tavsiyede bulunmuştu bundan birkaç yıl önce. Hiç unutmuyorum. Yanına çağırmıştı da söylemişti. "Yaz." demişti. "Aklından geçenleri, korkularını yaz. Kimseye de okutma yırtıp at."
Şu ana kadar kimseye anlatamayacağım çoğu şeyin üstesinden hep böyle geldim. Yazdım, yırttım ve attım.
Fakat bugünlerde, kötü şeyleri yazıyorum da neden yakın gelecek için kurduğum hayalleri yazmıyorum diye kendime soruyorum. Yazsam yırtıp atmaya kıyamayacağımı da biliyorum. Baktım yazacağım kendime engel olamıyorum, en iyisi bloga yazayım, gelen geçen okusun azıcık dua etsinler "İnş olur, inş olur." diye düşündüm.
Ayrıca belki bu yazı şu anneannelerimiz, babaannelerimizin çaput bağladığı dilek ağacı görevini görür de bir kaç okuyucum aşağı isteklerinden bahseder, içini döker...