24 Ocak 2016 Pazar

Değişmeyen Tek Şey

Değişimin kendisidir. Aynen öyle işte. Bu sözü ilk duyduğum zaman gözlerimin önünde canlandı şimdi. Yedinci ya da sekizinci sınıfım. Öğretmen demeye bin şahit ister, bir sosyal öğretmenimiz vardı. Tahtaya kalkar boş boş konuşur ama bu konuşmalarının katiyen dersle alakası olmazdı. Yine de severdik sınıfça öğretmenimizi. İyi bir adamdı. Ayrıca ders anlatmadığı için sınav sorularını verirdi.

Yine konuşuyordu sınıfta boş boş, bu cümleyi kullandı. Tabii tüm sınıf uykulu. Ama ben örnek öğrenciydim dinliyordum adamın söylediklerini. Zaten bir tek ben duydum cümleyi. Gri bir takım elbise giyiyordu, onu çok net hatırlıyorum. Bir de bu sözün bir reklamda geçtiğini söylemişti, o var aklımda.
Küçükken büyümek istiyordum. Her çocuğun isteklerinin arasındadır gerçi. O zamanlar annem de "Keşke," derdi. "..keşke senin yaşında olsam." Anlam veremezdim. Büyük olmak gerçekten büyük bir şeydi çünkü. İstediğim şeyi yapabilirdim. İstediğim zaman dışarı çıkabilirdim. Kendi param olurdu falan filan...
Şimdi sınav stresi yaşayan tüm yaşıtlarım gibi ben de barbie bebeklerimle oynadığım yaşlarıma dönmek istiyorum. Kaygısız ve sorumluluklarımın sadece öğretmenin verdiği dandik yazma ödeviyle kısıtlı olduğu küçüklüğüme dönmek istiyorum. Kafamı karıştıran tek şeyin toplama işlemi olduğu zamana...
Değişmişim işte. Değişmişiz. Her an değişmeye devam ediyoruz. Düşüncelerimiz evrim geçiriyor. Daha geçen yıl kınadığım, nefret ettiğim insan tipine dönüştüm mesela bu sene ben. Ki hala sevmiyorum o tip insanları.
 Ya da daha geçen ay "Iyy, bu da herkeste var hayatta takmam boynuma." dediğim boyunluktan bir kerede beş tane aldım. Converse sevmezdim, liseyi converselerimle bitireceğim inşallah.
Arkadaşlarım da değişti zamanla sürekli. Aylarca çok iyi geçindiğim insandan saniyeler içinde soğudum. O mu değişti, yoksa maskesi mi düştü. bilmiyorum. Sanırım tanıdıkça gördüm çirkin yanını. Doldum ona karşı.
Tanıdıkça daha da çok sevdiğim hiçbir insanla karşılaşmadım aslında şöyle bir bakınca. Dost nedir bilmiyorum. Hepsi değişti, kötü insanlara dönüştüler. Kazık attılar ya da öylece ittiler beni uçurumdan aşağı. Ben de böyle değiştim işte. Anladıkça... Beni insanlara karşı dolduran arkadaşlarım sayesinde.
Ben hep mi doğruydum? Belki de geçimsiz olan bendim. Yüzünü gösteren bendim. Fark etmeden onları kıran bendim. Onu da bilmiyorum. Ama bazen düşünüyorum. İğneyi kendime batırıyorum. Yanlışlarımı tarıyorum.
Hani dedim ya üstte, sevmediğim bir insana dönüştüm diye. Öyle oldu işte. Ben de öyle değiştim. Onlara adapte oldum sanki. Üzüm üzüme baka baka kararırmış. Beni de kararttılar.
Lucy diye bir film var. Son sahnelerden birinde, Lucy tüm uyuşturucuyu alıp nirvanaya ulaştığında zamanda yolculuk gibi bir şey yapıyor. Times Meydanı'nı taa dinazorlar çağına kadar görüyor mübarek. İşte o sahne, beni etkileyen sahnelerden biri. Hatta o filmde sevdiğim tek bölüm. Hayatın devam ettiğini,yükselip alçaldığını, düşüp kalktığını, gülüp ağladığını ama sürekli değiştiğini gördü Lucy.
Düzenin değişim üzerine kurulduğunu ama bizi de sona götürecek olan şeyin fazlasıyla değişmek olduğunu düşünüyorum. İlk günkü gibi günahsız kalsak, ya da hep istediğimiz gibi çocuk olsak olur muydu bu kötülükler? Kirlenir miydi kalpler ve denizler?
Anlayacağınız daraldım ben biraz. Yapmacık insanlardan, görüşmek zorunda olduğum iki yüzlülerden uzak kalacağım bu iki hafta oldukça değerli. Nefes alacağım azıcık.
Şimdilik bu kadar yeter. Biliyorsunuz ki yazmadan duramam, ben yine yazarım.

Değişirken bozulmadan kalan insanlarla karşılaşmanız dileğiyle...